28 Şubat 2016 Pazar
SUZAN
Hep bağlara, kırlara doğru giderdik. Bir ermiş gibi beyaz gözlü, beyaz tüylü eşeğimiz yanımızda... Kara servilerin süslediği yoldan (tilki kuyruğu çamları), okulun tam önünden geçerken, bağlarda başı, hep yarı tanrı gibi görünen o, dedi ki, dilersen seni okula kayıt ettireyim mi?.. Olur dedim. Merdivenlerin önüne geldik, tahtaları gıcırdayan koridordan geçerek, diplerde bana dev gibi gelen bir adama selam verdik. Adın ne dedi, söyledim, anne, baba adı tamam, iki kere iki kaç eder dedi, oda tamam, ona kadar say, gene tamam (ne ki kendileri öğretmeyecek miydi!)...
O, bırakıp gitti, merdivenlerde zili beklemeye başladım, öğrenciler derste...
Zil çaldı tanıdık yüzler, hemen koşup yakalamaca oynamaya başladık, Suzan arkamdan koşuyor; kız kardeşi Emine ama, adı neden Suzan (Anadolu Valisi olacaktı, kim bilir nerelerdedir), hep düşünmüşümdür, bana yine de, Sezar der gibi gelen, bir fonetiği vardı.
Kaçarken naylon ayakkabım çıktı, duraksayınca, minicik dağ perisi hızla çarptı ve pıtraklı bahçede sürüklendim, yaban dilinden bir ilenç savurdum ona ve parmaklarıma batan dikenleri çıkardım. Seni söyleyeceğim dedi. Söyle dedim, haklı olduğumu düşünüyordum sanırım.
Derste, soluk benizli ama, sanki Avrupa kızılderilisi gibi biri gel buraya dedi. İstifimi bozmadım. Yineledi, gene ses çıkarmadım. Kürsüde bir tepegöz gibiydi. Bu kez son derece otoriter ve barbariyan bir sesle bağırdı, korkmuştum artık, umarsızca gittim ve tek vuruşta yüzlerce yıldız!..
Gelenekleri öğrenmiştim!..
O günden sonra okul zorunlu gittiğim ve beni hiç ilgilendirmeyen bir şey oldu. Ta ki o ana kadar!.. Bir gün ön bahçede, rüzgâr tanrının süpürgesi gibi eserken, Cibran havuzunun çevresinde, birbirinin peşinde, iki kırmızı balığı izliyorduk, karagöz çiçekleri, kır menekşeleri ve kuş dili (biberiye) ormancığının arasında; bir koruluk gibi, sınıftaki kızlar oturmuş söyleşiyorlardı. İçlerinde Gönül'de vardı. Bulutlar üzerinde sürüp giden bir söyleşiydi sanki. Suzan, Zekeriya, Cesaret, Turan ve ben... Birer birer süzüyordu Gönül, Lesbos'tan bir gönül çelen gibi; bana gelince şaşırtan bir şey oldu, gülümsedi...
Sevecenlikle dolu bir bakış ve gülümseyiş...
Yaşama yeniden bağlandığım, ruhumu Styks'tan kurtardığım, her şeye yeniden başladığım an, o andı işte...
Kırk yıldır o anı düşlerimde görürüm, kırk yıldır dinmez bir iç sızısı; evlerinin önündeki servilerin dibinde onu beklerim...
Gelmedi!..
Düşlerimiz, yaşamdan daha acımasız...
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder