29 Şubat 2016 Pazartesi

AYSUN

İranlı hokkabaz tüccarların, Yemenli simsarların, ateşli susuzluğunu aşkla gideren Hicazlı bezirganların, bedeninin endamını Arap çöllerinin kıvrımlarından alan bir cariyeyi, Bağdatlı aksak ayak bir amaya sattıkları çağlarda, Kıpti bir tecimenle, Habeşli bir tacirin, İbrahimi bir büyücüyle, gece rengindeki cariyeyi; amanın görmezliğinden yararlanıp paylaşamadıkları için, kambur ama tambur çalmasını bilen sağır bir Giritli’ye emanet ettiklerini söylemişlerdi. Adamın adı Saleh bin Savvap el Bukait’miş, neden derseniz, Girit, Grek, Rumi, Helen, İyon, Yunan bütün dünyaya yayılan bir kült imiş. Adam göçmenmiş ama cariye, arı gibi ince belli, güneşte yanan zambak gibi ateşli; içli, aydınlık yüzü; ışık gibi parlak, göz alıcı bedeni; akarsuların köpüğü gibi arzulu ve coşkulu; dünyaya doyurulmuşluğu ise, gecelerin dinginliği ve ayın gökteki durgunluğu gibi deruniymiş artık... O zamanlarda Bağdat’ta sınırları çöle vuran hurma bahçeleri, kokuları aya ulaşır gül bağları, bir ok gibi göklere yükselen hisarlar, kuleler, sayılması ağızları yakan minareler, kubbeler, saraçhaneler, hanlar, hamamlar, kemerler varmış. Abanoz gözlü hadımağalar, bülbül ötüşlü kızlar, kızanlar, insan sesini yansılayan ardıç kuşu ve boyunları ak gerdanlıklı güvercinler varmış. Taç yaprakları bulutlarda gezer yasemenler, papatyalar, göz alabildiğine bağlar, bostanlar ve onların Kevser şarabı; Mecnun ve kelebekler, Baalbeki giysiler, erguvani harmaniler, İskenderani subaşılarla, gözünü budaktan sakınmaz, kamaları, cenbiyeleri hilal kıvrımlı bekçiler varmış... Ey benimle ağlayıp, benimle gülen, ömrümce göğüs kafesimin ardında ve kaburgalarımın içinde, benim için çırpınıp, benim için yüzen kalbim; Efendim ol ve kederlenme!.. Bil ki gecenin kanatları Semi’na ve Ata’na, seni ve Aysun'u her daim koruyacaktır...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder