29 Şubat 2016 Pazartesi

SİMYANUS

Karanlığın, ışık çağlarına girdiğimizde, sönmüş maddenin evine ulaşmıştık artık. Aracımız sayısız küreler, küremsiler, biçimsiler, halkamsılar arasında ilerliyor, göz açıp kapasıya, kurt deliklerinden, bir başka kurt deliğine geçiyordu. Karanlıktan aydınlığa çıkıyor, tünellerden, boşluklardan, bulutsulardan süzülüp, çılgınca renk denizlerinden, gri ülkelerden, ışık körlüğünden kaçıyor derken, çiçeksi cennetlere, siyah kadifelerden, manolyalar ülkesine, oradan yine karanlıklar okyanusuna ulaşıyorduk. Bir zaman sonra, Morenler ülkesine -buzullar diyarı- geldik. Buzuldan canlılar, insanlar, yapılar, topraklar, gıdalar, resifler... Karbonifer çağlardan geçtik. Madde sönmüş ışıktır diye haykırdı biri, cüruf yığınıyız biz, bataklık gezegeni, evrenin çamurdan Adem'i, atığı, posası, balçığıyız. Rögar fareleri, sazlık samuru, dışkı böcekleriyiz. Mutlu lağım kefaline şarkılar söyleyen, yaban kedileriyiz. Işığın helezonik çağlarını, holografinin görkemli zamanlarını özlüyoruz biz. Würm maksimumu yeterli seviyeye indiğinde, buzullar ülkesinden kurtulmuştuk. Xenon iyon motoru vahşi homurtularla, ışın demetleri yayıyor, sonsuzluğun sonsuzluğuna ulaşıyorduk nerdeyse, ak-kara deliklerden, tanrının bahçelerinden geçtik. Mikail'in yörüngesi derler bir yurtluğu geride bıraktık. İsrafil uçsuz bucaksız uzayda dikilmiş, korkusuz bir gece bekçisi, bir Apollon gibi yükselmiş, titansı yayıyla Sur'unu üflüyordu. Öyle korkunç sesler yayılıyordu ki boşlukta, sürekli bir kıyametin içinde dolanıyor ama uyanılmaz uykuların içinde, düş görüyor sanıyorduk... Cebrail'i de gördük, yanımızdan geçerken üzüntüyle işsizim dedi, günah defterim bitti. Ödenek vermiyor, oyalıyorlarmış, Venüs Ekspresi yolcularıyla yanımızdan geçti. Şaşkınlıkla bakanlar vardı. Pencereden el sallayan tutsaklar, tutsak olduklarının ayırdına varmadan, nede tatlı gülümsüyordular. Bir zamanlar, irem gözlü biri, bu dünyadan tutsak olarak geçtik diye, epeyce gözyaşı dökmüştü... Bir ışık yılı sürmedi kara melekler ülkesine geldik, tümü kanatlıydı, yalnızca baş melek oturuyor, kollarını ovuşturuyordu. Uçmuyor ama kayarak yer değiştirebiliyordu, melekler onu kıskanıyordu belki de ama o gene de raylı sisteme geçmek için çabalıyormuş. Bu konuyla ilgili eksperlerden yardım istiyormuş. Arkasını dönüp, evrenin gizlerine ermek olası mı dedi kaptanımız. Tanrının bizleri de oyaladığını öğrendik ama belki de her yenilik tiksinç geliyordu yaratılmışlara, her oluşum, her paslı oluntu... Ayrıksı olanın bile kuralı kuvvetlendirdiğini düşünüyorduk artık. Aşağı yollardan, Şeytan'ın Kenti derler bir yıkıntıya götürdüler, hilenin ve doyumsuz sahtekârlığın uygarlığına, belki her şeyden daha eğlenceliydi, gülerken kendisinden geçenler, yalancıktan sevenler, yemeden, içmeden, afsunla parlayıp semirenler göz alıyordu. Şaşkınlıktan küçük dilini yutup, ölenler vardı. Şeytan, bildiğimiz insan kılığındaydı ve oldukça iyi birine benziyordu inanın. Vesta rahibelerinin kırmızı cennetinde mola verdik, herkesin fahişe olduğu bir koruluk, sevişmekten başka hiç bir şey düşünmeyen yaratıklar, birleştikçe kavı yanıyor, kızıl kökler gibi kızarıyorduk. Gama ışınları göklerden doğru yayıldığında, Dawn sinyallerinin sayısı arttı ve ne yazık ki çabucak uzaklaştık oradan. İpliksi balık ağlarıyla örülü, altın bir yurtluğa geldik, her yer deniz kızlarıyla doluydu, saçları mavi sümbüllerle süslü, balina kuyruklu, aşık olunacak, şiirler yazılacak, deniz perileri, sirenler alayı!.. Uzun zaman konaklayıp, şarkılar söyledik, yuğlar, yortular düzenleyip, güzel günler geçirdik orada... Viking uzay aracımız, örtülü, otomatik hangarından yeniden havalandığında, interaktif yetkili bir kez daha iyi yolculuklar diledi. Callium Arsenid hücreleriyle kendimizi yenileyip, görkül kozmos canlıları, bilinmez deniz yurtluklarını tanımak için, Procyon'un ötesine, sarı güneşlerin içlerine doğru bir kez daha açıldık. Nötron Direktörü, aramızda bitcoin toplayarak, yine petrol ürünü almalıyız dedi. Çok uzaklarda karacıl bir yerde, ıssız bir istasyonda durduk, kırmızı benzin tabletleri yiyordu aracımız, bir at gibiydi ve dedektörler onu izliyordu. Hepsi kuyruklu görevliler ölümcül biçimde, sanki bize bakıyordular. Ürküsül, gerilim dolu ortamda, efendisiz bir evren olabilir mi diye düşündüm. Kayaç uygarlıklarıyla ilgili doktora yapan bir lisans öğrencisi güldü, düşüncelerimiz birbirine yansıyordu. Sonsuzlukta dert ettiğin şeye bak dedi. Bir yanıt arıyordum ki, yeşil papağan kolonisi pencereden geçerken dalıp gitmişim... Mekanik soydaşlarının ölüsüne ağlıyor ve görkemli tanrıçalarına uygun bir gömüt arıyorlardı kuşlar, içlerinden biri yönünü şaşırıp, aracımıza çarparak yitip gitti. ... Öykünün sonuna gelmiştim ki 'devamı gelecek sayıda' yazıyordu. Viking'in lombozundan bir kez daha baktım, dergiyi kapattım ve sanırım yeni baskısını beklemek zorundayız diye mırıldandım, işte şu düğmeye bas ki, bir sonraki sayıyı gör dedi öğrenci. Bastım. İlk sayfasında anlaşılır, yalın bir dille yazılmış bir şiir çıktı karşıma, dergi yeni bir anlayışa bürünüyordur belki de dedim. Rüzgâr panelinin arkasındaki kıza duyururcasına akıyordu video... 'Simyanus' * Işık aşktan gelir. / Söyleyin sevdiğime. / Madde ışıktan gelir. / Söyleyin sevdiğime. / Yaşam maddeden gelir. / Söyleyin sevdiğime. / Aşksa yaşamdan gelir. / Söyleyin sevdiğime. / Hepsinin üstünde tanrı vardır. / Söyleyin sevdiğime. / Tanrıysa aşk demektir. / Söyleyin sevdiğime...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder