28 Şubat 2016 Pazar

NEVROZ

Kandehar gülüm, Roma sümbülüm, Yemen bülbülüm, Samuel seni sordu, dedi ki Rabia'mın yüzü gülüyor mu ve gelecek salı Bradbury bize geldi, dedi ki o senin toryum otomobilindi ne oldu, o senin Venüs'ündü, volkandan Vezüv'ündü hâlâ helyum soluyor mu, volfram püskürtüyor mu, ey Meryem'im, Yerusalem'in düşmüş meleği de seni sordu, yoluna düştüğün bu cennetsi varlık hâlâ terliyor mu, Galile'ye giriyor mu, Mekke'ye yalınayak gidenle Hacer'e yüz sürüyor mu, ey ruhların Sidhartası nerelerdesin, sığla ağacım, hangi gölgelerdesin, hâlâ incirlerin dibinde İsa'nı mı bekliyorsun, yüz yıl sonrasıydı o senin varlığına şükretti, Tibet'in lamasına, Pamir'in Buda'sına dedi ki, evet o bikri bozulacak kadar güzeldir ve o yalnızca senindir, o senin Şintoistindir, Ey Rabia'm üç gün içindeydi Çelebilerden Yakup yanıma geldi, çadırıma girdi ve seni sordu, tahtımın sultanı nerededir, varislerimin şanı nerededir, o meyus hatun yegâne giriftarımdır, ey benim helâlim Tebernüş seni arıyor, talak-ı selase ile ruhumdan boşandım ve firavun bana gülüyor, sen benim Amanos dağlarım, zigguratlarım, Babil kulelerim, İskenderiyelerimsin, ey göksel kanatlım, Peri baca'klarına kar yağıyor ve Mesih bir Ufo eşliğinde denize giriyor ve Alacahöyük'te İsa seni soruyor ve kulağıma eğilerek Meryem'i seviyor musun diyor, ey Meryem, Ehramdayım, İdris var, Elyeza var, Yemliha var, Kıtmir var, Babür'de gelecek; ey Rabia bikrin ayetler eşliğinde yeryüzüne inecek ve kürrenin kutsanmış meleği gibi; O insanlar arasına karışacak, ey Meryem senin rızanla ruhum şükür ve zikirle dolu ve Konstantinapolis kralı Süleyman, Semiray'ı elimden alıp seni sordu ve zürriyetsiz Zehra'yı, Deccal'i Mesih kılığında sağda solda dolaşırken gördü ve ben İsa efendimizi Meryem anamızla Efesus'ta kol kola dolaşırken gördüğümde, kızı İrem bu ilahi beraberliğin meyvesi olarak gülümsüyordu ve İsa böylece, Zehra'nın zürriyetsiz olduğunu, Meryem'in doğurganlığa şan olduğunu ve analığın tarihini böylece gözler önüne serdiğini söylemişti, analığın talihi buydu ve ey benim küçük kartallara, şahanlara, kerkenezlere yem olan makus talihli Meryem'im, rüzgârlar soldu, nardenkler doldu, sırıklar basra tuttu, biberiyeler kurudu, mekanik vulvalar ve uzay böcekçilleri sardı ortalığı, Mutezile Okulu geri geldi, seddülbahir öldü, otomatik varyantlar dört yanı gördü ve köhünler, kelterler çürüdü ve saçlarına sirke bulaşmış Mekselina sana demişti ki, ey Pallas yayıyla Jüstinyen dağlarında dolanan Aleksandra'm, ey Anka'm, ey tekfurlar tekfuru, ey insansıl maketler, aldatıcı rayiham, ey ruh haletleri, ey korkuluklar, üç Kuluvallah bir Elhamlar, ey Rabialar bu akşam benceğizin içine cin girdi, Mann diye birini Venedik'de bir gondol içinde gördüm, Mor Afrem dedim kaçtı ve inanın İsrafil onu geri getirdi, korkudan köyüme döndüm, orada bin yıl yaşadım ama, unutamadığım tek şey, bir baykuşun beni görünce uçması ve az ilerde bir viraneye konarak, gizlice uzun uzun bakması oldu ve yüz yıllar sonrası benimde ona baktığımı, onu aradığımı anlayınca uçarak kaçmasıdır, onunla aramızda sabah karanlığında sonsuzluk gibi uzun bir konuşma geçti ve işte binlerce yıllık yaşamımda benim için yaşam yalnızca bu an demekti, oysa otobüslere bindim, insanlar gördüm, çaylardan geçtim, kafelerde oturdum, kırmızılarda durdum, denizlerde saklandım, çoluk çocuğa karıştım, kitaplar okudum, defterler karıştırdım, aynı klişeler ve aynı esprilerle yaşayan, birbirinden kıtalar boyu uzakta insanlar gördüm ve yalnızca o garip baykuşun görüntüsüne iman ettim ben ve kimselere söyleyemediğim gizli bir nevroz içindeyim artık ve yaşamın hiç bir anlamı yok benim için, bu yüzden Meryem diye haykırıyor ve tüm geçmişimi yadsıyor, bildiklerimi hiçliyor ve barbar bedenimi de hiçlikler içinde yüzen hiçliklerden biri olarak görüyorum artık,

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder