29 Şubat 2016 Pazartesi

PENELOPE

''Meryem adına...'' / Sesini duyamazsam sanki aradan yıllar geçmiş gibi oluyor, senin sayrınım ben. Geçen gün, senin evin sanırım, kitap, kedi çok zevkli ve entelektüel biri dedim içimden, üzüldüm ama, solacak bir gün bu yeryüzü meleği dedim, kocaman kitaplar, bilir misin kitap her evde olan bir şey değil, kitaplı evlere özel bir saygı duyarım ben. İnsanlar tarla, toprak, cam, çerçeve yığarken, kitap biriktirene elbet özel bir duygu beslerim içimden. Seni görünce öptü yüreğim ve kederlendim... Dünyanın bir ucunda bir insan, tasımlar, düşler... Aynı bakış açıları, eARTh, özlemler, ütopyalar, takatsiz kalmalar. İşte sırf bu nedenle, yaşamım boyunca severim seni, bilemezsin o duyguları, göremezsin, sesini duyamayınca, sırf bu yüzden bir hınç oluşuyorsa, bağışla, neden biliyor musun, benim sevdiğim, gönül verdiğin biri seni anlamazlıktan gelirse, insanoğlu afallıyor ve sevdiğinin ruhunu boğazlıyor... Sakın bu can alıcı deme, şu demek bu, ''Seni aradım, neredesin baba dedim, uçsuz bucaksız boşluklar ve uçurumlara yağan yağmurlardan başka bir şey göremedim!..'' İnsan gerçekte sevdiğini öldürebiliyor inan... Düşmanını değil, ama zamanın hiçlikleri, hayatın amansız baskıları, sonsuzluğun boşlukları bir şeylerin yok oluşuna neden olabilir, bir şey anlatmak için, hiç bir şey demeyip, susabilir bazen insan... Sevgi aslında cismani değil, o cismaniliğin gölgelerini, izdüşüm ve illüzyonal yansımalarını seviyor insan ve gerçek, özne; yok olursa, ötekiler de siliniyor, yitip gidiyor birden. Sen yoksan, olmayınca, onlarda yok, o zaman senin, sırf bu yüzden yüreğini incitmeyi düşünen bil ki, gerçekte senin değil, gölgelerini, anıştırma ve anımsatmalarını ve yansımalarından öz bilincine düşen, o cevhersi tortunun kazanımı; o erinç ve onulmaz, doyunçsuz varsıllığın; yok olup gitmesini, yitmesini istemediği, elinden kaçıp gitmesine bir uyar gösteremediği için saldırganlaşıyordur diyebiliriz, böyle midir insan!.. Ben seni seviyorum derken, bunun ne kadar gerçek olduğunu ölçemiyorum inan, ama merak ediyor ve soruyorum şimdi, ey tanrım, seviyorum ne demek?.. Anıların canlanması, özlemi duyulan şeylerin, umarsız geleceğin seninle görünüyor olması, yaşam bulması mı; Ona tutkuyla bağlanabilirim derken, bunları yaşamak istiyorum, anılarımı, can alıcı paradokslarımı yaratarak, yok ederek, uzamın ve zamanın içinde bir şiir söyler gibi, sabanla sürer, göklerinde kanat çırpar, yüzer gibi, kendi yaşamımın içinde, ikizimle yolculuk yapmamı sağlayan, o ceylanı seviyorum derken, gerçekte beni bağlayan bu şeylerden kopmak istemediğim için, tutsaklığın cennetinde, her şeyi hiçlediğim, onun varlığı benim için vazgeçilmez ve giderek benim varlık nedenime dönüştüğü için mi pusulam, göklerde yalpalıyor ve uçarak savruluyorum ben. Salt buda olamaz, bu her şeyi olağan hiperbollerine indirgemek olur elbette ama gerçeklik payı yokta denemez, ayrıca şunları yazıyor olmak, olabilmekte bağlılığın bir türevi değil midir, öyleyse bu ve yeryüzünde sözü edilemeyen tüm nenler adına ve neler varsa, sevi sanrısı / tanrısı yavaş yavaş kendini oluşturuyordur artık, bu bir an kadar kısa süren bir düşsellik midir, var oldukça sürecek bir umar mıdır, zamanın içinde bir masal mıdır, onu bilemiyoruz, bilinmezlik koridoru var artık orada, ama insanlar o koridorlarda ne yeminler ediyor, ant içip, bağıtlar veriyor ve çamurdan doğanların hiddet ve şiddetine bulanıyor, olağan kuşkuların karanlıkları içinde, umarsızlığın cehennemlerine yuvarlanıyor ve senin arı dilinden süzülüp görüleceği üzere, volkanlardan volkanlara savruluyor artık!.. (Ey tanın tanrısı, kuşlukların perisi, papatyanın, nergislerin kokusu, dağların, yamaçların gölgesi, ırmakların cini, yıldırımın cinneti ve sabahın ışığında koruları dolaşan tanımsız varlık, yardım et bana, göklerine al beni, sar, kurtar beni!..) Sana gizlerimi açıklamak, günahlarımı yüzüne vurmak ve simyanın büyüsüyle, bir gaz ve toz bulutu olup boşlukta savrulmak için yazmış değilim. Tam aksine, tanrıya doğru yola çıktığımda, senin suya düşen suretini öpmek isterken, düşerek boğuldum ben. Seni bu evrende, korkunç bir şaşkınlıkla yanımda bulabilseydim ve seni ruhumun karanlıklarında, sessiz bir totem, tanrısal bir gölge gibi duyumsayabilseydim, belki hiç bir şeye değmeyecek şu yaşam için, yaşamaya değer bir ruhu ele geçirmek, (bu tanım ne yazık ki doğru, çünkü evren dikenli gölgeleriyle, sonsuz bir boşluktan ibaret ne yazık ki) onun tutsağı, kölecil bir efendisi olabilmek, neredeyse tanrının kudretine ulaşmak gibi bir şey diyebilmek için yazdım sana ve onun sureti addedilmiş bizler adına... Bu gerçek olabilseydi, sonsuz bir mutlan içinde, kendi zalimliğim ve hiçliğimin içinde yaşar giderdim. Zalimlik budur işte, ulaşılmaz denilen 'zafer sarhoşluğu!..' Ama dönüp kendime baktığımda duygularıma acıyorum ben, ne olabilir ki diyorum, ama öyle değil ne yazık ki, her varlık kendi aleladeliği içinde onulmaz bir evrenin peşinde, bir otağ kurmanın, bir dünyaya sahip olmanın, yaratmanın veya gökyüzünün burçlarında adı yankılanmış bir kenter olmanın peşinde, bir barbarlık ve uygarlık adına, ruhunun umarsız hükümranlığında, ehlileştirmek istiyor ruhcağızını insanoğlu... Bir paradoks mudur bu, ne için, neyin adına ve neyin uğruna!.. (Çağımızın Faust'u us tutsaklığı artık, kanatlı İsa yeryüzüne indi ve Antakya'da göründü ve işte Tarsus'a geçti, Zaliha kıtmir soyundan Yemliha oldu, hidrojen bombası düşsel apış aralarında geziyor, Maria'nın kanlı gözyaşı denizin şarabıyla gospel söylemek, Muhammet'in tabutu binbir gecenin mücevher sandığıdır, İsveç özgürlüğün burçlarında dolanan siyah bir lale, seni takdis etseydim düşmüş çocuğun Mesih olurdu, işte muskan burada geceyi duayla geçir sen bizim evladımızsın, İsfendiyarlardan olsaydık inan ekmek öyle ucuzlardı ki, büyük babam Detroitli anne tarafım Ciddeli alim Kasvetli Vehbi'nin nedimlerinden, havarilerden Baltazar'ın yedinci kuşağındanım, aşk özverinin hipotenüsüyle sonsuzluğun katları mıdır, bendeniz aziz Pavlus'un reenkarnesi genç bir kaplan, Jesus beyaz bir yük hayvanına binecek kuyruklu yıldız eşliğinde bu gece sana görünecek, barış uzaklardan gelirken Neptün koynuna girecek, Russel kupası kilisenin zangocuyla kara propagandaya çıktı ve Denver sinagogundan bir sefarad Montreal'de ah ne çok sevmiştim şarkısını söyleyecek!..) Ruh bedenden o kadar büyük ki... Ne yazık ki hiç bir beden vedalaşarak ayrılamıyor, ayrılabilmiş değil şu yeryüzünden, yalan bu, çünkü ruh bedeni bırakmıyor ve nerede olursa olsun, ne kadar umutsuz, saçma, doğru, eğri, gerçek, düşsel veya düşünsel olursa olsun periferisini kendi içinde öldürerek yeni bir kıvılcım yaratmanın utkusunu tatmak istiyor, her beden, her ruh, her peygamber, her dilenci, her mabut ve gelip geçmiş tüm tanrılar ve şeytanlar ne yazık ki böyle!.. Ve bu nedenle; 'Korularda, uçurumlarda, zaman dışı sessizliğin akıp gidişi / Kayaların, taşların, soluksuzca can verişi / Tozların amansızca yükselişi ve direnişi / Kuralsızlığın, acımasız kuralları kuvvetlendirişi / Güneşten ve ateşten akıp duran -solgun- gözyaşları Ve benim dağlarda, rüzgârlarda umarsızca dolanan ayak izlerim Sorup duruyor; Kimim ben? Ben kimim?..' Onun için sözlerime inanmalısın... Hiç bir zaman karşılaşamasak ve hiç bir zaman göremesek de birbirimizi, bir zamanlar neler yazmış gökyüzünün boşluğuna deseler bile, yerle yeksan olmuş gömüt zambağı, şişelerde saklanmış kabir tozu olsam bile, doğru ve insani şeyler bunlar, şu sevdanın yolları!.. Denilebilir ki, seviyorum dediğinin kanı; kendi kanı içinde aksın istiyor insan, aşk; öznesine yönelmiş çelik bir süngü; bir şiddet ve yok etme arzusu o!.. Ama yaratılan ve yaratmış olmakla olası bu... Bir paradoks!.. Anlaşılması zor ve us dışıdır belki de... Yazmak ve düşünmekse ne yazık ki sınırlı bir edim. Gariptir, yazdığım, yazabildiklerim; düşünebildiklerim benim!.. Öyleyse cehennemin gölgesinde başa dönmelisin... Sana tapıyorum ve seni seviyorum ve diyorum ki; ''İthaka'nın patikalarında hep birinin izlerini ararım / ve onun unutulmuş kralını, yıllar önce Troya'nın / kurnazlıktan ötelenmiş kimsesizini; / umarsızca bastığı toprakları düşünürüm, / sabanlarla gölgelenmiş ve yitip gitmiş evlâtlarını, / yazık ki başlıca övüncemdir bu benim. / Yeryüzü yaşamının elvermeyişine karşın, ben, Odysseus'um, / köklerimin derinliği Hades'in karanlıkları arasında / Tiresius'un Thebes'in gölgelerini gösterir / boğuntuyla dolu sevdanın kıvrımlarını açarak / Hercules'ün silüetini karşıma çıkaran / düzlüklerde aslan hayaletleriyle boğuşan / ve Olympus'un doruklarında tanrılarla çatışan. / Bugün -Şili, Bolivar- caddelerinde sürtüp duruyorum / belki üzünçler içindeyim, belki mutluyum / Artık 'Hiç kimse' olmak istiyorum.'' (Ve neden böyle bilemiyorum?..)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder