28 Şubat 2016 Pazar

IO

Ellerimle soyuyorum onu, saçları gözüme çarpıyor, ilkinsil, dağdaki şu orman gibi, ırmağında, su perilerinin gezindiği... Kokluyorum, ne derin bir koku, içime çekiyorum tüm varlığımla, solur gibi, dilimle ıslatıyorum püskülleri. Aman tanrım, bu hareler onunki mi, gözlerine bakıyor, göremiyorum, dalgın bir balık gibi, cansız bir şeymiş gibi, geçtikçe geçen günler gibi bakıyorum ona... Tapınır gibi, gizlice, ama algılayamıyorum onları, ona bakarken, uzaklaşıp gidiyorum ben... Sonra dudaklarına varıyorum, geçmiş ve gelecek olan yılların izini siliyorum orada, bir o, bir ben kalıyorum boşlukta, uzayın kuduzcul hiçliğinde kıvranıyorum, utkunun sarhoşluğunda kendimden geçiyor, sonsuzca bekliyorum orada, sonra uyanılmaz uykulara varmadan, kutupçul boynuna uzanıyorum, usulca... Dişlerimin vahşi, barbar çağlardan kalma, bir sfenks, bir totem olduğunu bilmiyor o, volkanlar gibi keskin olduğunu bilmiyor, şah damarını parçalıyorum önce, yahşice, paramparça sarkıyor boğazı, kanı ne kadar güzel tanrım, ilkel çağlardan kalma bir yaratık, tüylerle kaplı Cebrail gibi yaklaşıyor, kana kana içiyorum kanı... Kendimden geçiyorum, o mu ben, ben mi oyum anlayamıyorum, baygın akıntıda, birleştiriciliğinde kanın, sarhoşluğunda... Uykuya dalıyorum ve törenlerle geçiyorum boğazını, büyülerle, buğularla, ağularla... Kollarına varıyorum, o kuğu kollarına, tubanın dalları gibi onlar, bir bir, tek tek öpüyorum, hayasızca, elleri, parmakları, giz dolu bir tapınağın parçaları gibi... Göz yaşı şişeleri, emel gölleri, keder denizleri gibi, neler gizliyor o koltuk altları, ama göğüslerine bakamıyorum onun, tütüp duran ak tepeler, gizençli piramitler, tahttan düşürülmüş Havva'mın elem tapınakları, ama bana yaşam veriyor, pınarlarından içiyorum doyasıya ve hiçbir zaman gözlerim görmüyor onları, kör oluyorlar, tapınırlarken hep kapalı... Ah, karın çukuru, minicik bir mühür, kutsanmış kör nokta, artık geçit vermeyen, geçmiş çağları, zamanları gizleyen, o minicik dehliz, ne kadar tuhaf kokuyor, bebeksi bir ıtırın, o mayhoş serinliği, tuhaf kekre bir içkinlik, baş döndüren derinlik, içmeden sarhoş oluyorum, buz çağlarından, geleceğin zamanlarından sakınan, kulak verdikçe inleyip, sızlayan, umarsız bir varlığın, bir sığınağı sanki o... Daha ötelerini anlatamıyorum ben, yalnızca şunu diyebilirim, burada sonsuza dek ağlıyorum, sel gibi göz yaşlarım, göklere, denizlere, yerküreye yalvarıyorum, haykırıyorum yaratılar evine, sonsuza dek almalısın içine, aç kapını, bir daha geri dönmemek üzere gireyim cennetine... Ayaklarına kapanıyor, dillerini öpüyor, ellerini tutuyor, sana yalvarıyorum, tapınaklarına sığınmak, o yakıcı, elvermez günahlarımdan kurtulmak için yalvarıyorum... Sonra umarsızlıklar içinde yanardağlar gibi patlıyor, bir pöstekiye dönüştüğümü görüyorum... Ezgilerle, naralarla, alaylarla inliyor, haykırıyor ve hiç bir umar bulamadan, hiç bir el uzanmadan, kanlı göz yaşları gibi, geçip gidiyorum... Sonsuzlukta alev alev tükeniyor, haykırışlarla koşuyor, karanlıklarda onu arıyor, el yordamıyla buluyor, yitiyor, iniyor, çıkıyor, mekikler dokuyor, ufuklardan göklere koşan atlar gibi kıvılcımlar saçıyor, görenlerin kör, duyanların sağır olduğu bir hiçlikte, bilinmeyen bir yüz, görünmeyen bir dünyaya, sonsuz ve anlamsız bir yalnızlığa doğru, yok olup gidiyorum. Düş içinde düş görüyorum...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder