28 Şubat 2016 Pazar

Cİ(e)NNET

Kokis Cafer, 'Asıl namus aşktır' sözü uyarınca Gülizar'ın peşini bırakmadı, bir gün kahve dağıldıktan sonra, gece yarısı, özlemi ruhunu gene kemirmiş, örenlerin içinden, kerpiç odalı evi gözetlemeye gitmişti. Onu bekleyenler tam otuz üç yerinden bıçakladılar, haykırışları para etmemişti, bir çuvala koyup çay yolundan, dağdaki su deposuna atmak istediler, demir kapıları açamayınca, bağ yoluna yöneldiler ve bir bağ evinin duvarına yasladılar onu. Öğle sıcağında hâlâ kıpırdamayınca cansız biri olduğunu anlamışlar!.. Ertesi gün salâsı Gülizar'ın kulaklarında çınladı. * Kâbir köyde çerçiciydi, çevre köyleri dolaşır, incik boncuk her bir şeyi satardı. Bir gözü kördü. Bir gün ovalardan katırıyla geçerken, bir kuyudan su içmek istedi, tamahkâr bir köylü, parası için, ıssızlıkta onu kuyuya attı, kızılcıklar hışırdıyor ve Kâbir öldürme kızılcıklar bir gün dile gelir diye haykırıyordu, on dört yıl sonra kızılcıklar gene hışırdadı, cani gülümsedi, geçmişte paranın rengini tanıdığı, tazecik karısı, niçin gülümsedin dedi, adam anlattı ve hapsi boyladı. Demir parmaklıklar ardında öldü. * İbrahim demirciydi, körük çeker üstü başı kömür isi olurdu, Hayriye'yi istedi, Hayriye'nin ailesi zenginceydi. Terzi Hüseyin aşıktı ona, kızı İbrahim'e verdiler, çok kahretti. Düğün vakti Hüseyin çok içti ve havaya ateş etti, kurşunlardan biri İbrahim'e isabet etti. Hüseyin az yattı, kızı İbrahim'in kardeşi Tahir'e verdiler. Kara İbrahim'in bahtı gülmedi ama Hüseyin'de bekâr ölmekte ısrar etti. * Eşe Bekir, aşka aşıktı, tan ağarırken sahanlıktan Asiye'yle bakışması adettendi. Dedikodu aldı yürüdü, muhtarın oğlunun davullu zurnalı düğününde, onu Esmabağ deresine götürdüler, içtiler, içtiler, Bekir'in cansız bedenini ta aşağılarda sazlıkların arasında buldular. İlahi adalet hak tanırlığını bilirdi!.. Asiye o gidince çoluk çocuk, şehre göç etti. * İsmail ve Aziz iki kardeşti ama Habil ve Kabil gibiydi. Bir avuç tarladan hır çıkarıyor, bir ölçek arpadan huylanıyorlardı, çoluk çocuğa karışmışlar ama kinleri hız kesmiyor, bozuk paraları paylaşırken bile surat asıyorlardı. Bir gün bağlarda kelter kelter üzümü paylaşıyorlardı ki, kırmızı bir salkım sonları oldu, İsmail, Aziz'i beyninden vurdu, dağılan parçalar, kırmızı salkımın üzerinde, ak ak sırıtıyordu. * Köstek Mehmet evliydi, arkadaşları yarı bekar, yarı evli. Bir gece yarısı Derviş Pınar'ın önünde trencilik oynamaya kalkıştılar, karısının olaydan sonraki ifadesi buydu. Mehmet hır çıkaran arkadaşına bağ çokağından kalan bir kütükle vurdu. Şah damarı parçalandı çocuğun, kanı horladı, boynu kırıldı. Mehmet on beş yıl sonra koltuk değnekleriyle çıktı hapisten, karısı ölene kadar beddua etti. * Ahmet iğneciydi, hastalara şifa verirdi, bir gün hastasına gönül verdi ve ileri gitti. Çırılçıplak dolaştırıp, köy meydanına kadar getirdiler onu. Rezil rüsva olup aşağılanmıştı. Üç gün sonra ime time karıştı, bir daha haber alamadılar Candar Ahmet'den, mezarının İstanbul'da olduğu söyleniyor, benzetme doğruysa 'İnce Cumali' filminde kısa bir rolü varmış. * Muhasip bey köyün öğretmeniydi, Menderes nehrine, kırda pikniğe götürdü çocukları, ama Zühre'nin serpilmişliğine kapılıp onu öptü. Köydeki evinde silahla beklediler onu, dışarı çıksın diye, çıkar çıkmaz vurdular ve ardından ağıt yakmak ilk işi oldu köylülerin, 'Muhasip'i vurdular, kör çukurda soydular, bir çuval toprak atıp, bir de kalem koydular'. Babası hakime, Zühre'nin kısmetini kapatmasa, öldürmezdim demiş. * Şakir köyün en yoksul adamıydı, karısı onun çok kahrını çekti ama bir gün dayanamayıp başkasıyla kaçtı. Adam başka köylerden biri olup adı Veli'ydi. Ama Veli'nin aç gözü kadını Nazilli genelevine düşürdü. Bir gün Denizli çarşısında kol kola dolaşırken, Şakir ikisini de vurdu, ama herkesin şaşkın bakışları arasında karısına sarılıp ağlamaya başladı, az sonra silahı şakağına dayadı ve gerekeni yaptı. * Zeliha kara kaş kara göz bir kızdı, Trampacılar'dan... Ağaçlardan ayvayı, narı toplamak, samanlıktan sığırlara saman döküp, arpa serpmek işiydi. Bir gün kırlardan topladığı otu, çırpı çubuğu bağlayıp, ipi kollarından geçirirken, çaresiz kaldı ve bellisiz bir cinin saldırısına uğradı. Kirlenmişti ve bu olayı hazmedemedi. Bir süre sonra, ay ışığında intihar etti. Sessiz bir çığlığın bütün köyü dolaştığı söylenir. Kokis Cafer, 'Asıl namus aşktır' sözü uyarınca Gülizar'ın peşini bırakmadı, bir gün kahve dağıldıktan sonra, gece yarısı, özlemi ruhunu gene kemirmiş, örenlerin içinden, kerpiç odalı evi gözetlemeye gitmişti. Onu bekleyenler tam otuz üç yerinden bıçakladılar, haykırışları para etmemişti, bir çuvala koyup çay yolundan, dağdaki su deposuna atmak istediler, demir kapıları açamayınca, bağ yoluna yöneldiler ve bir bağ evinin duvarına yasladılar onu. Öğle sıcağında hâlâ kıpırdamayınca cansız biri olduğunu anlamışlar!.. Ertesi gün salâsı Gülizar'ın kulaklarında çınladı. * Kâbir köyde çerçiciydi, çevre köyleri dolaşır, incik boncuk her bir şeyi satardı. Bir gözü kördü. Bir gün ovalardan katırıyla geçerken, bir kuyudan su içmek istedi, tamahkâr bir köylü, parası için, ıssızlıkta onu kuyuya attı, kızılcıklar hışırdıyor ve Kâbir öldürme kızılcıklar bir gün dile gelir diye haykırıyordu, on dört yıl sonra kızılcıklar gene hışırdadı, cani gülümsedi, geçmişte paranın rengini tanıdığı, tazecik karısı, niçin gülümsedin dedi, adam anlattı ve hapsi boyladı. Demir parmaklıklar ardında öldü. * İbrahim demirciydi, körük çeker üstü başı kömür isi olurdu, Hayriye'yi istedi, Hayriye'nin ailesi zenginceydi. Terzi Hüseyin aşıktı ona, kızı İbrahim'e verdiler, çok kahretti. Düğün vakti Hüseyin çok içti ve havaya ateş etti, kurşunlardan biri İbrahim'e isabet etti. Hüseyin az yattı, kızı İbrahim'in kardeşi Tahir'e verdiler. Kara İbrahim'in bahtı gülmedi ama Hüseyin'de bekâr ölmekte ısrar etti. * Eşe Bekir, aşka aşıktı, tan ağarırken sahanlıktan Asiye'yle bakışması adettendi. Dedikodu aldı yürüdü, muhtarın oğlunun davullu zurnalı düğününde, onu Esmabağ deresine götürdüler, içtiler, içtiler, Bekir'in cansız bedenini ta aşağılarda sazlıkların arasında buldular. İlahi adalet hak tanırlığını bilirdi!.. Asiye o gidince çoluk çocuk, şehre göç etti. * İsmail ve Aziz iki kardeşti ama Habil ve Kabil gibiydi. Bir avuç tarladan hır çıkarıyor, bir ölçek arpadan huylanıyorlardı, çoluk çocuğa karışmışlar ama kinleri hız kesmiyor, bozuk paraları paylaşırken bile surat asıyorlardı. Bir gün bağlarda kelter kelter üzümü paylaşıyorlardı ki, kırmızı bir salkım sonları oldu, İsmail, Aziz'i beyninden vurdu, dağılan parçalar, kırmızı salkımın üzerinde, ak ak sırıtıyordu. * Köstek Mehmet evliydi, arkadaşları yarı bekar, yarı evli. Bir gece yarısı Derviş Pınar'ın önünde trencilik oynamaya kalkıştılar, karısının olaydan sonraki ifadesi buydu. Mehmet hır çıkaran arkadaşına bağ çokağından kalan bir kütükle vurdu. Şah damarı parçalandı çocuğun, kanı horladı, boynu kırıldı. Mehmet on beş yıl sonra koltuk değnekleriyle çıktı hapisten, karısı ölene kadar beddua etti. * Ahmet iğneciydi, hastalara şifa verirdi, bir gün hastasına gönül verdi ve ileri gitti. Çırılçıplak dolaştırıp, köy meydanına kadar getirdiler onu. Rezil rüsva olup aşağılanmıştı. Üç gün sonra ime time karıştı, bir daha haber alamadılar Candar Ahmet'den, mezarının İstanbul'da olduğu söyleniyor, benzetme doğruysa 'İnce Cumali' filminde kısa bir rolü varmış. * Muhasip bey köyün öğretmeniydi, Menderes nehrine, kırda pikniğe götürdü çocukları, ama Zühre'nin serpilmişliğine kapılıp onu öptü. Köydeki evinde silahla beklediler onu, dışarı çıksın diye, çıkar çıkmaz vurdular ve ardından ağıt yakmak ilk işi oldu köylülerin, 'Muhasip'i vurdular, kör çukurda soydular, bir çuval toprak atıp, bir de kalem koydular'. Babası hakime, Zühre'nin kısmetini kapatmasa, öldürmezdim demiş. * Şakir köyün en yoksul adamıydı, karısı onun çok kahrını çekti ama bir gün dayanamayıp başkasıyla kaçtı. Adam başka köylerden biri olup adı Veli'ydi. Ama Veli'nin aç gözü kadını Nazilli genelevine düşürdü. Bir gün Denizli çarşısında kol kola dolaşırken, Şakir ikisini de vurdu, ama herkesin şaşkın bakışları arasında karısına sarılıp ağlamaya başladı, az sonra silahı şakağına dayadı ve gerekeni yaptı. * Zeliha kara kaş kara göz bir kızdı, Trampacılar'dan... Ağaçlardan ayvayı, narı toplamak, samanlıktan sığırlara saman döküp, arpa serpmek işiydi. Bir gün kırlardan topladığı otu, çırpı çubuğu bağlayıp, ipi kollarından geçirirken, çaresiz kaldı ve bellisiz bir cinin saldırısına uğradı. Kirlenmişti ve bu olayı hazmedemedi. Bir süre sonra, ay ışığında intihar etti. Sessiz bir çığlığın bütün köyü dolaştığı söylenir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder