28 Şubat 2016 Pazar
BİLGİ
Bilgi bulut gibidir.
İnsanlık'tan birimiz, onun adına romantik şiirler yazabilir ve yağmurlar yağdırdığı için bereketin sembolü olduğu kabullenimiyle, yaşamımızı ona borçlu olduğumuzu ileri sürebilir.
Bir başkası da, aynı bulutun güneşin ışıklarını engellediği gerekçesiyle, onun aydınlığın düşmanı ve karanlığın anası olabileceği sanısıyla, bir günah keçisi ya da 'Kötülüğün Tanrısı' olduğunu duyumsayıp, duyurabilir.
Bulut hangisidir?..
Bulut insanoğlunun kendisidir ve bilgi tek başına hiçbir şeydir, ötesinde bir varsayım olarak kötüye kullanılmış bilgi; 'Güzel Sanatların Bir Dalı Olarak Cinayet'tir.
Örneğin, Havva yavrusundan biri, uygarlığımızın tanrısal ve cennetsi olma yolunda ilerlediğini, bilgi açlığıyla haykıran can ve tin: 'Çiçek' diye ötüşen kurt ve kuş ormanında yol aldığımızı savlayabilir.
Bir başka insan ise, tanrının çocuklarını nükleer kışın beklediğini, (göklerin bulut mantarının sürekli onu anımsattığını ve bir sanrısallıkla: Güneşin oklarının dünyayı avlayacağını-gerçekte avcının varlığını bilsek, toplayıcı kabilelerle yaratılıp, kuşatılsak da, vuranın silahının değil, yazık ki dağlara vuran güneş olduğunu) doğanın acımasızca yağmalanıp, tüketilerek, insanın kendi özbenine, tensoyuna yönelik barbarlığının, uygarlık sayılamayacağını, bir düşkıran olarak insanlığın hiçliğe doğru yuvarlandığını, kolaylıkla ve belki de haklılıkla ortaya koyabilir.
Hangisi doğru?..
İşte bilgi bir değişke olarak kesinleyemediğimiz bir nen ve bir tür varsayımdır. Ondan uzak durmak ve yoksamak kadar, ona tapmak ve onu salt övgülere boğmakta bir yanılsamadır. Bir algı kapısı olarak, madalyonun öbür yüzünün karanlık olduğunu ileri sürmekte, bilgiden kaynaklanan bir düşünce olarak, yalnızca bir done bir veridir.
Kendi benliğiyle bir özeleştiri ve ödünlemeye kalkışacak insan soyu için, doğrusu denilemese de mantıklısı, yarattığı her tür açını sorgunun odağına yerleştirebilmesi, bilgi ormanlarında, her tür öğretiyi, tanrı, evren, yeryüzü, insan, bin bir türlü öndeliği, bir önsezi ve önyargısızca açık toplumun önüne getirebilmesi, türün öbür bireyleriyle, eylemcil deneyselliğe kuşkuyla bakmaksızın, soycullukla eleştirip, sorguya çekebilmesidir. Kutsama ve tapınma bir ritüeldir, ruh göçüren ve doyunç veren bir görselliğin, gerçeklikteki payı somut değilse de, soyut olabilmelidir diye düşünebilmeliyiz.
Gerçekte bilgi düşünmeye, soft gerçeklik ve hümanizme yol açmadıkça başı boş bir sandaldır ama sandalın yönteci, alabileceği yolda -geçmişin geleceği ve geleceğin geçmişinde gözlenebileceği üzere- kaosa neden olacağı veya yol açabileceğinin gerçelliğinde, gözetlenebilen bir varsayımla, başıboşluk ve yönelim, bir paradokslar birliği olmaktan öteye geçemeyebilir ve geçemeyebilecektir.
Voltaire'in Mikromegas'ında, insanlık dev gibi transatlantiklerle okyanusları aşarken, tanrı onları tırnağının üzerinde izlediği nesneler ve insanları da karıncalar gibi görüp algıladığı için küçümser!..
&
(*) Bu açıdan bilim ve din (teizm, deizm, ateizm) tersinir olarak ve tarih boyunca birbirini yoksamaya çabalamıştır, hiç bir ereksellikle bağışlanamayacak bu diyagonal açının her ikisi de bir inak (dogma) yolculuğu yapıyor olabilir, insanlık ortaçağ karanlığından, bizzat kilisenin yetiştirdiği bilim adamlarıyla kurtulurken, İkinci Paylaşım Savaşı'nda ise, Los Alamos'ta bilimin yetiştirdiği insanlar, nükleer bombaların hemcinslerinin yıkımına yol açan gelişmelere, kıyıma önayak olurcasına, sessiz kalmışlar ve bu durumu dile getirerek pişmanlıklarını belirtmişlerdir. İnsanlık bundandır, doğrular üzerinde yükselen yanlışlar ve yanlışlar üzerinde yükselen doğruların ayrımına gerek duymaksızın, sezginin labirentlerinde koşuşturmaktadır.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder