29 Şubat 2016 Pazartesi

OLAĞANKUŞKULAR

'Birdiyaloğadönüşelidenberigökselbirvarlıkolduk' vesakınsatırlardaonuaramaçünküosensinamaprotonyığınlarınınelindentutüflebakpembegülkokularınadönüştütuşabasdilersenmanolyakokusuyayılırodanaşimdiiyimipekipenceredenbakbütünbunlarfaustozonaronunpigadilliyenliğidenizköpürtenfırtınaruhungörselleriölmeyidilersenüsttekikırmızıçizgiyebakkaficanımfrolaynımsinyoritaseniayaktelindensaçlarınınparmağınakadarbataklıkkuşlarınınkanadıylasırılsıklamöpeyimsazlıklardaötüşensürüngencinslerininiştahıylaseveyimdinozorlarınsırtındagezdireyimtreasurecanlılarınınkınagecesindefennisünnetdüğünündebizegelsüleymançelebininmevlidindemercümekiahmedpaşaefendininşiirlerindeselaverilirkenyarasakulaklarınıseveyimakşamhatimindirilirkenkabrinikazayımüstümetoprağıbolcaörtölülerikarıştırmamakberokutçünkübiliyorsunbensenimbukovskininundergroundyeraltısolucanışiirleridahaestetikdahaplastikdillerevizeedilsebiryazınideolojisindensanatsalmetalikşiirlerçıkabilirdidiyentecimenleribezirganlarıvehaboşverbunlarıyahuseniiyigördümdiyeyimrenginenginvepanoramiksunumunüstseviyedekollektivasyonikyansımanempatileroluşturanbirzürefazariflermişgelinciksuyuyladoldurulmuşgeyikpostumasalınınprensesiahretmeleğimyanişupozitifbirserenatyayıyornapoliningülleriağlıyorevetparadigmalbağlantılarıngüçlüsosietasrükuedecekinanbunaiyigünlersenibekliyorbaksırlarımyineliyorumayakgemilerindensaçınınraketlerinekadarıslaköpüşlerleçırılçıplakprofilinelektronhücumlarınavegambotlarınağıllardakibeyazdomuzlarınınsaldırısınauğrayabiliryaikidebirsöylemeevetmürekkepziyanetmekistemiyorumamaparaharcamadankazanılmıyorkinazirelernaziresişaşırmaenfrarujalsalınımındoyumnoktasıgnoktasınınpabucunudamaatabilirvesatırlardaadınıboşyerearayabilirsinbaştanbaşasensindirşuyaşamımamaprotonyığınlarınınelindentutüflebakpembegülkokularınadönüştütuşabasdilersenmanolyakokusuyayılırodanaşimdiiyimipekipenceredenbakbütünbunlarfaustozonaronunbudeyyusuhiçbirzamandoğruyazamamgörsellerideyyusnedemkdürzüdiyeyimyanlışbirşeysebakdumafilsnedediserçeparmağıolmadankılıçtutulmazsanaldünyadançıkıpsıçtıbelkiyinedeamagözümüzünönündekiufacıkşeylergözünvitrözsıvısındakiproteinlermişöğrendikdiyelimneişeyaradıkibunlaraliştebircahilsorusubanabakmagözünneişeeyaradıkibugünekadarbudacahilcevabıtabicahilnedemekkiulyssesvejoyceiçinbaknediyorhegemonalekindestroyerliğiarayaacayipbirküfürsıkıştırsambukutsalolmayanmetnişimdiyalıkazığıgibioldutabiçözmeyekalkanolurduharamlıktahaharemharamklıklarınyerigirilmezhadiagnostiktanıalışkanlığıöyledüşküncebirşeydirkijoyceunulyssesinihomerosunodysseusuylabağdaştırırvedahabaşlangıçtabirilgimerkeziodaktifbirkonumoluşmasınısağlarlarlarlarselgibiyanioysaulyssesinodysseuslabirgeziptozmaritüeliolmasındanbaşkabirakrabatikveakrobatikbirilişkisiyokturhapşubirdeadaşolmaisimbenzerliğivakıasıvardırbuedebibirhileyaniardırbakındonkişottatoprağıöpüpdönüpdolanmadıryerdentozkaldırmadıralınsizebirlamanchalıdonodysseusfaikbaysalınabdallardanbaşkakimseninbilmediğiromanısarduvandaköyköydolaşanbirbilivemaddefukarasınınromanıdırdemekkiodabirsardysseusdünyaulysseslerledoluduronubırakındostoyevskidenkafkayamarquezdenyaşarkemalekalburüstüherromancınınbirodysseusuvardırbunlarıniçindeensaçmaveodysseusauzakolanıulyssesdirokumayadeğmezçünkühiçbirşeyanlamayacaksınızdıryalnızbuzağınınkuyruğuburadakopuyorulyssesinötekilerdeolmayanbiravantajıvarıslaköpüşlerimseninçırılçıplaklığınlığınıyıkasındergibieinsteinbütünbilimselbuluşlarsaçmasapanbiryolculuğunalaattininsihirlilambasıylakarşılaşmasındankucaklaşmasındanbaşkabirşeydeğildirderulysseskötübirromandırhembensöylersemkötüoluramaalanındabirilkigerçekleştirdiğiiçinobirkeşifbuluşturunutmayınkitelefonicatedildiğindeodadanodayakonuşmakiçinbukomikliğegerekyokdemişlerdirulyssesbüyükbiryapıtbendemişsemdoğrudurçünküsaçmalamanıntanrıyatanrısallığaulaşmanınyollarındanbiriolabileceğinibizeöğretiyorbugünoralardahazinelervardısokaklargörkemlegökleriadımlayanlarşaşkınlıkvericiakşamlargeridönmekistiyorumbenburalardanuzaktakendiumarsızlığımahastirlandiyenmutlakaçıkarkeçilerinisasıuçurumlardadikdurabilirtanrınınçocuklarıdağlardadolaşabilirdiruheviminticanisiademinhamurukırkgünbekletildiavadanlıklarholiganizmgoşizmnarodnizmanarşizmvandalizmbarbarizmhitlerizmperonizmmaoizmmaniheizmsuyunalışkanlığıkatolikliğinkaotikliğidüşüncelerdekiherbirşeyindezenfekteedilmişhızarlardangeçilmişeylemlerimizinperişanlığıavadanlığıgünlerimizinveıstırapdolugecelerdekisevişmelerimizinsessizhaykırışlarıbirfısıltıkadarçığlığadönüşemeyenderineveleyipgevelemelerderyalarvegünlergecelevedevşirilmişerinçlerlegeçenzamanıngümbürtüsüdevinimleringözehoşgelenrayihasımeryemlerinözlemiyledoluhummasıayetlerinhünsasıvezamanadişgeçiremeyentanrılarımızınizvehükmünüyitirmişcellatlarımızınbilerekyadabilmeyerekboyunbükengiyotinleredönüşenfetvalarıfermanvekehkeşanlarıuryanveumarsızkoşuşturupdurankitlelerdiagnostikdersemilgiçekernümayişlerveserdengeçtilerdeğirmenlerinkanadındagörkemveihtişamaşanaünesanaaynımanayadaanlamamaeşitlenenulaşanölümgülevemanolyayaişkenceedilmesigülmesiçiçeklerinağlamasıçeşmelerinuzaydanağıpgelennedametlervebenimpişmanlıklarımınveşimditümbunlarıniçindensıyrılıpgelenatalarımveölüleriminkülleriarasındangözyaşlarıvekanımınakışlarıylaveelimdentutmayabileyeltenmeyengözlervedinozorlarvebinbirgecemasallarındaakıllılığadönüşendeliliklerdelilerinakıllılarınyerinialmasıvebirdoğumasalıgorillervetepegözlervediğeryandazorrolarzombilermefistoveiblisşeytanveifritlerinkısıkgözlerininkindarvehayasızacımasızvegözalanortakvealbenidoluyüzlerininaynalarayansıyansuretlerininürkülerininveçelimsizlikleriningüçveşişkinpazularınınhayalarınınveyumurtalıklarınınparaşütveçemberlerininalgoritmavepuantajlarınınparavebankalarınınkomisyonvekooperatiflerininaşkvekuduzağaçlarınınarzuvekorporatifheyecanlarınınveallahlarınınmelekvemelekelerininarasındanhışımlaveintiharlaözgeçmişveözkıyımlanededimbengeneötenaziveşanlatopvericatlatüfekveroketveuydularvefüzeverüyalardüşlerdemekisterdimamaheyulalarderkenuyaksızkalırgeçerkenbozulduyazınıtadıiştevekeşkenededimbenyahuyabanarısıçınlaracıkıncaçalarkapısınıtuzkrallığınınmıdedimvebelkideparadoksalbirvargıdırveasılenteresanolanbaşkayaşamlarınarandığıuzaydangelenseslerindinleniptartışıldığıbirdünyadaözgürlükçünitelenenbirkitlenindindaryadainanmışnedemeksebudiyenitelenenbaşkabiröbeğegericiüfürükçükapalıdiyeyüklenerekhomosapiensideğişikzümrelereacayipsınıflaragüruhlaraayırıpkodlayarakbirillüzyonyaratabilmesininsoftalıktandahameczubanebirtutumolarakgerçekyaşamdahatırısayılırbiralanıkaplayabilmesidirtanrıvarsaeğerkihiçbirzamaneminolamayızateistveyadindışısayılıpyadasafözgürlükçülüğüsavunanlarınbudüşünceleriüretenlerinpratiktegerçekgericivekaranlığınsözcüleriolabileceğiningerçekbirtansıkveşaşılasıbirgerçeklikolarakdünyayıfelaketesürükleyenbuağırlıklıkalabalığınbirtürlüevrimgeçiremeyençağlarboyuncasabitskolastikdüşünceleryayantehlikelivesonderecebarbarbirmaymuntürününgerçekteonlarolabileceğineinanıyordurçünküonlarsilahlarınıdaimadiğermaymunsusoydaşlarınayönelttilerbüyüksavaşlarınhepsinionlarçıkardılarvetatlıhalaadınıverdikleribombalarlabirsoyutlamavemasumiyetinkutsanmasıadınayaratılmışcehennemiutanmazcagaddarcavekansuyuylayıkanmaalışkanlığınınbirdışarlamagösterisiolarakvahşiceacımasızcadünyayataşıdılaryaratımlarıhalasürmekteveinsansıolanayönelikyokedicitavırlarıyeryüzününherköşesindesinsicekovuğundançıkacağıgünübeklemektedirlerinsanınefendisibiryücelimolankendisidiramakendisinindeüstündebirefendisidahavardırözgürdüşünceveaydınlıkdünyaadınayığınlarıkrematoryumagönderebilenzorbalarveözgürlükvaatedicicellatlarıonlarneörtülüdürnegizlidirnedegizemlidiraleladearamızdadolaşırlarveyalnızcadüşlerinidüşüncelerinipazarlayanvegörkemlikulelerindeoturanbezirganlardırözgürlüksimsarlarıdırçağımızaydınlığınmonarklarısullalarıdespotlarıvehalksürülerinidenekmişçesinedeneylervelabaoratuvarlarındakobaygibitüketiperitenlerlesıradanveneolupbittiğinibilmeyenlerinmasumtanrıkatındagünahsızkullarırasındageçenbirtekyanlıdüelloolupözgürlükbirfaşizmgözterisiolabilmekteinançvekapalıtopluluklarınsıradanyaşamlarıysaçağdışıolarakalgılanıpsunulabilenbiroyunadönüşebilmektedirparanınolduğuyerdeneözgürlükvardırnedeilkellikonungörkemlivemoyangıngizlidefteri'ndenalıntıçincekonuşamayananlamınagelenyapıtınsahibibilinmiyorbütünbunlarolupbiterkengeneyinedesoruyorumşimdibensenkimim

CEPHALOPODA

Renkli kutup rüzgârı, Surinam ve Butan, Guyana kim, Laniakea nerede, Marul ve Marilyn bir mi, yazıtları okumakla bilgi edinilir mi, bu şeker diye göktaşı yiyen Deli Emin mi, bilgi var olanı yinelemek mi, Ravensbrück'ü anımsa, gerçek onun ötesi mi!.. Yahudi bir kadının Hayber'de, Muhammed'e verdiği zehirli ot, altın bilezik, Tebük'te kurulan düzen, Hudson ve Abraham Lincoln, Sun Yat Sen ve Mata Hari, Volga suları, veda haccı dönüşündeki öldürme planı ve tarihin anıları. Kesif üzüm şırası, ötekinin verdiği kasıtlı ilaç, hasır otu, iki çarpı iki eşittir dört, İsa'nın ayrılıkçı havarileri, sosyal deprem, halife Talib'le Ayşe arasındaki Cemel, arpa ekmeği, o ve Muaviye arasındaki Sıffin, şu eşarp Hikmet'in, kebikeç cini, iki eksi iki eşit ecinni!... Tekel ve monopol, Şam valisinin hilafeti Şam'a taşıması, Mercator haritası, suicide la bomb, Isparta'nın gülü, Bizanslı imparator Heraklius'un emriyle, elçinin ölümü, peygamberin malları, Baltimore limanı, parfümeri, engelsiz kilit ve teizm kavgaları!.. Fransa'nın kalbi Autun, hipotenüs ve asimptot, kent mitolojisi, siklamen otu, Talas ve Bekir'in Pers topraklarına saldırısı, kumandan Halid bin Velid, Hira'dan ganimetle dönüş, insana kıymak, tanrıya kıymak, Brüksel lahanası ve kuymak, kilise ve gong, La Paz ve King Kong, kayra ve aryan, tanrı ve metafizik sanrı. Sabinler, İstanbul'u fethe kalkan ilk Müslüman, Yunanlı Leo Trablus, Selanik'i yağmalayış, külotlu çorap, Basübadelmevt ve Şattülarap, havlu ve kilim, Pekin ördeği ve Talha, Kingan ve Sumatra, takas ve para, açılmayan kapılar ve Kafka!.. Kraliçe El Kahina ve Berberi direnişi, Peloponnes ve Pön, diva ve boğulmuş jön, Ostrogotlar ve taht şansını yitiren prens, Schengen vizesi, barbarlıktan bıkan Yahudi, Matriks kayma ve havalandırma, Cebelitarık'a şan veren Tarık bin Ziyad, tutsak ve azat, ırz ve rızk, et ve hayız, hayır ve ha'yır, güneş ve yağmur, kahvaltı ve lunch, beton ve jüpon!.. Zürefa'dan Şehrazat, Şapunzel ve Sokrat, kristal ekran ve e mail, halifenin hışmına uğrayan Musa, Ninurta subayları, organ ve orgazm, hırs ve hırsız, Direklerarası ve Şehzadebaşı, caddy ve çizmeli kedi, Cidde ve Brahmaputra, koridordan geçip Ekur'un vulvasına gir, boynuzlu hayvanları gör, fax ve performans, bir bizon öküzüyle, üç deve, 2.c.m=E. Desoto ve loto, yaşamının geri kalanında, sefil bir dilenci gibiydi Nusayr, kuzen ve Tübingen, ofis ve plastik çiçek, makyaj ve tuvalet, Frenk, Sakson ve Germen paktı, Seydi Ali Reis ve tavlalar, Kurtuba emiri ve Yemen'in elindeki Hıristiyan, dişlerin köpürdüğü otlar, poliçe ve konşimento, ağaçları buda, Curiosity ve esneyen şafak, haralar ve at, eşiği adımla, camı sil, uzakta manzara, çoban, güneş ve dağlar, Cımık Veli ile hacimli hacılar An be an borsa, süblimal akış ve Buda, pay senedi ve rehin, rücu ve ipotek, tapınma ve ibadet, akıle kasame, yılanlar çölüne gidiş, turta ve tundra, fiber kablo ve direkt hat, Bask ülkesi ve gerdek gecesi, Tunuslu Aglabiler, Euro'nun direnişi ve trend, acemi evreler ile kibar çevreler, Sicilya'yı fethin davetçisi, aşk acısı çeken Bizanslı bir gemici, rezidans paşaları geldi mi, asansörde keçi var, kısık seslerimiz ve sinir tellerimiz, avcı ve tazı, ah işte ceylanın izi, şu geçen Tiren denizi!.. Kombinezon geliştirin, fili oyna, tröst ve kartel, grabbing, işsizm kurumu ve iş, çift yönlü trafik ve drabbing, oxymoron ve kanyon, dindar ve simsar, sakın ameliyat olma, Venüs gezisine adını yazdır, rutin mi, yurdunun antik ve endemik görkemi, en iyisini us bilir, masken nerede peki, Lsd ve marihuana, Mary boşuna ağlama!.. Sandalye ve masa, Tanrı'nın Likurglara yazdığı destan, Haçlı seferleri, zar ve pul, Kudüs imgesi, zil çaldı mı, ipe un ser, ruj sür, paskalya geldi mi, Yehova'nın seçilmişleri, piknik tüpü, ateşli otu ver horona, itinç ve tiksinç, püskül ve görkem, aşı ol ama, viral bakteri ye, tutsak tacirliği mi, Valentin günü bak, diplomalar ve ssk, zeplin sepeti, kuş kayağı, İsevilerin önderi Arabi mi, su verir misin!.... Pazara git, çocuğu almayı unutma, Basileius'un Kayserili, havan topu ve paraşüt, uydu ve Pisagor, İki Gregor'dan birinin Niksar, diğerinin Denizli'li oluşu, fileden olta, güneş paneli, yürüyen balık, kardan mili, inancın sihri, Stonehenge, repo geliri, bak bal'ball, Napoli'de makarna üretimi, Konya'da saz alemi, çölyak, digitalizm ve yazılım, işte uzaylılar geldi, iPad, kağıt ve tilki, solfej ve sufi, Çal'dan, Selcen'e nasıl gidilir ki?.. ,

KONTROPYA

Gezegenimizde en gelişmiş uygarlıklar sırasıyla, Saudi Arabia (Mekke Devleti), Persia (Farisiler) ve İndia (Hint Eli), en kötü ve geri kalmışlar ise USA (Birleşik Devletler), England (United Kingdom) ve Russia Republic (SSCB)... Son analizler bunu göstermekte ve gelişmeler doğruluğunu kanıtlamaktadır. (Bizi tanrının varlığı ve yokluğundan ziyade, asıl meşgul eden, onun varlığı ya da y...okluğu noktasında bir karar veremeyişimizdir. Tanrının varlığından emin olsaydık, bir kaosa sürüklenmeyecektik, tanrının yokluğundan emin olsaydık eğer, korkaksı belki, ama bir o kadar birbirini seven toplumlar olacaktık. Tanrının yeryüzüne bahşetmediği cenneti aramamız belki de boşunadır, yine de onu yeryüzünde arayabilmeliydik. Belki de adil olmayan bir tanrının çocuklarıyızdır biz, ama yine de, insana kıymak tanrıya kıymak değil midir?.. Gerçeğe ve doğruya kimsenin ulaştığını, ona kimsenin yaklaştığını söyleyemeyiz. Tanrının bile kendini bilemediği, prematüre bir bebek ve belki de ilkinsil bir deneyiz biz.) Geberit pisuarına yansıyan cinsel organ gibi. ''Saudi Arabia'da, kadınlar tüm insanlığın anası bir tanrıça muamelesi görürler. Diğer cinsiyetler ve sınıflarla asla aynı muameleye tutulmazlar. Ağır işlerde çalıştırılmazlar. Onlar ayrıcalıklı bir üst sınıf. Araba kullanmalarına bile ana tanrıçaya yapılmış bir saygısızlık gözüyle bakarlar. Onun çalıştırılması, antikitedeki kadim ve kadük, brahman ya da parya sınıfından biri sayılmasıyla eş anlamlı... Kadın, tanrıça katındadır orada... Göksel ve kutsaldır o!.. Onların forsalar gibi üryan, yarı çıplak ya da diğer insanlar gibi dünyevi, fiziki ve sosyal aktivitelerde görünmesi ve görüntülenmesi yasak ve çok ağır cezaları içermektedir. Onlar örtünüyor ve insanlar gibi görünmüyorlar. Onlar birer yaratan. Onları gören gözler, görünmeyen bir alevle tutuşmuşçasına yanabiliyor. Ki onların gözleri dahi görünmeyenleri vardır. Onlar, kutsaldır.'' Dünyamızın en geri ve ilkel ülkesi ise, 'Birleşik Devletler', Amerika'dır. Ana tanrıçaların ve kadınların en çok aşağılandığı ülke... Onların hiç bir ayrıcalığı yok, diğer sınıflar ve ırklar ve kahrolası cinsiyetlerden hiç bir farkları yok!.. Yaratan ve tanrıça olanı bırakın, yarı tanrıçalar gibi bir sıfatları dahi yok!.. Onlar aşağı sınıftan ve insan olan herkes gibi çalıştırılıyorlar, üstelik her tür tecavüze uğruyor, aşağılanıyor ve yasalar serbest ilişki adı altında tüm olanları aklıyor!.. Günahkar olanlar elini kolunu sallayarak dolaşıyor ve kadınlar us kıran ve çıldırtan ezalarla eziliyor. Onlar türümüzün ilk bireyleri ve ilk çağlardaki insan soyları gibi sürekli aşağılanıp, 'İbrahimî Olan'ın, köle-insan amaçlayan Tanrı'sı gibi; çalıştırılıyor. Bir meta ya da para birimi gibi işlevleri var ve tek tek şıngırtılarla sayılıyor!.. Ve sonsuza dek anadan doğma, bir robot ya da cansız bir manken gibi kullanılıyorlar ve zamanı geldiğinde yapayalnız bırakılıyorlar. Oysa onlar bizim anamız, onlar bizim yaratanımız ve onlar bizim baş tacımız. Fason dünya işte bu!.. Yeryüzü adını verdiğimiz, üçüncü gezegende neler oluyor!.. Araba sürüyorlar, iş makinalarının başına geçiyorlar, madenlerde geziyorlar, bir tanrıçaya yakışır mı bu, bir tanrıçaya reva mı bu!.. Ateşli silahlarla oynuyorlar, ölüp öldürülüyorlar, acımasızca hiçleniyorlar, ağır şiddetlere, tecavüzlere uğruyorlar ve ne yazık ki, en acısı da olağan şüpheli sayılıyorlar. Bu toplumlar, 1984, yani Büyük Brother'in gözetimi altındalar!.. Ya çocuklar... En az tanrıçalarımız kadar talihsiz, kuvözlerde, kreşlerde, dadılar elinde, demode mürebbiyelerde, ana okullarında büyüyorlar. Ebeveyn nedir bilmiyorlar, babalarına Tom, annelerine Marianna diye sesleniyorlar. Canlı, ama ruhsuz varlıklar. Öyle ki, evcil hayvanları ve kedilerini kesip yiyebiliyorlar. Ve hepsi birer Çaki!.. Ebeveynlerini de kesiyorlar, buzdolaplarında onlarla yan yana bir eroinman, bir morfinman, Lsd ya da kleptoman gibi yıllar geçirebiliyorlar. Bu evreni hiçleyen, acımasız, geri kalmış toplumlar, eşcinselliği kutsayabiliyorlar, pedofiliyi izah edebiliyorlar, lezbiyenliği benimseyebiliyorlar. Evrenin yayılım skalasında üremesi gereken ırk ve cinsiyetlerin bu tür sapmalarla, göklere savaş ve zafer naralarıyla ölümsüz şualar ve lazerler tutmaya kalkışması, kendini ve tanrıyı yadsırcasına alaylar ve ezgilerle ve hoyratça haykırıp, uluması ne kadar doğru... Özgürlük ve demokrasileri yazık ki bu isimlerle anılıyorlar, oysa bütün bunlar birer sapma ve gereksiz ve ama bunları acımasızca bir imtiyaza çevirmekte istiyorlar. Bütün bunların Büyük Brother gözetiminde yaygınlaşması toplumsal tecavüzlerin kanıksanması ve tolere edilerek finans dünyasının gökdelenlerinde gözden kaçırılması ve şanlı homo sapiensimizin hiçlenmesi sıradan olaylar. Bu topraklarda yalnızlık, terk edilmişlik ve cana kıyım had safhada ve ölüler aylarca fark edilmiyor, hastalar ötenaziye terk ediliyor ve umarsızlığın pençesine düşenler, buz gibi koridorlarda, dehşet ve elem veren ameliyathanelerde uyutuluyorlar. Eksi 273 derece onların olmazsa olmazı ve vahşetle bezenen, durmaksızın kutsanan bir salıncağı!.. Bu dehşetten aklını yitirenler uzayın sonsuzluklarında yeni gezegenler arıyor. Düşler kuruyor. Bunların iflah ve ıslah olması için tüm insanlık duacı. Bunların rahibeleri, rahipleri, papa ve papazları yoldan çıkmışlar. Şaşılacak derecede şaşırmışlar! Dehşet ve paranoyaya esir olmuşlar!.. Hepsi elem veren birliktelik, azap ve keder veren eşitlik duygusuyla, utançsız ve sakınımsız ve kan içer gibi doyumsuzca halkları soyuyorlar. Öldürmeyi kutsallık bilen, ölümü olağan sayan barbar topluluklar bunlar!.. Gdo, nükleer silahlar, termik santraller ve her tür ölüm şuası onların oyuncağı!.. Teknolojik üstünlük ve imaj tek amaçları. Başka bir amaçları yok!.. Bunlar dünyanın efendileri ama kozmosun ruh kaçkını canileri!.. Ve umarsızca, yüreğim kan içinde ve gözlerim kapalı, göz yaşlarımı tutamayarak; Yüzyıllara, ölülerimize ve 'Son İç Çekiş' köylerimize bakarak; Diyorum ki; Tanrı hepimizi korusun!..

NEWS

Dünyadan on ışık yılı uzaklıkta dev bir gezegen bulundu, önümüzdeki seçimlerde yine aday olacağını belirtti, bir Nükleer savaş sonrası yalnızca penguenler kalacak, Townes yüz yaşında yaşamını yitirdi, köyde yolunu gözlediği kızı kaçırdı, kısa dalga boyunda yüksek frekanslı ışık üretme düşüncesini ortaya attı, Angora keçisi soyu tükenen beyaz bir köpekmiş, kanguru kaçakçılarına kota tanındı, ihaleyi en çok pey veren Alter grubu kazandı, Nil ejderhasını Nefertiti uydurmuş, Caminin altında 'Nisa Devleti' kurmuşlar, yargıya bağımsızlık uyarısı yapıldı, yağmurun bulutlar yüzünden yağmadığı savlanıyor, internette sörf yaparken yakalandı, Tesla'nın korkudan gizlenen çocuğu ortaya çıktı, Bizans sarnıcında bin yaşında canlı akrep, kırmızı ışıkta geçeyim derken öldü, Ulanbator'da suni katır üretimine geçildi, son ebola hastası da iyileşti, alfabeden J harfi atıldı, ateşkesin üzerinden bir hafta geçmeden süper çatışma, Kutup tilkisi avı yasaklandı, arpanın kolesterol seviyesini düşürdüğü söyleniyor, Amerli'deki sorun için işbirliği yapılması istendi, yumurtlayarak çoğalabilecek miyiz oditoryumu ertelendi, bilgisayarların bilgi işleme kapasitesi sonsuz olmayabilirmiş, Rio karnavalında yüz yaralı, erken ölümü önlemenin dokuz basit yolu açıklandı, Norveç'te balık eti artık yasak, sönmeyen mum icat etti, Everest tepesindeki karlar on bin yıldır erimemiş, gıda araştırmaları enstitüsü vakfına bağış yapanlar ödülünü aldı, çuha çiçeğinden yıldırımsavar yaptı, boşandığı eşine işyerinde saldırdı, Noch Less canavarı 2.savaşta düşen zeplinmiş, akil heyet toplum aydınlanmadan herhangi bir çözüm bulunamaz dedi, ışık hızının sabit olması olanaksız, Sarraflar ve simyacılar panelinde olay çıktı, Konya ovasına uçaklar serbestçe inip kalkabiliyor, devşirme sistemine geri dönmeliyiz dedi, Osmanlıca düşkünlüğü ve özgürlük üzerine konferans verdi, Napoli'de serenat söyleyen aşık deliler evine gönderildi, bel ağrısı hakkında bilinen yanlışları sıraladı, do sesi apriori değilmiş, Heisenberg'in belirsizlik ilkesi bilim alanında değişmeyen tek dogma, çalınmış vals parçası üzerine mirasçıları dava açtı, Newyork kanalizasyonlarında bulunan koloniyle iletişim kuruldu, Elizabeth dün şehrimizdeydi, dijital ortamda okuma oranı basılı kağıdın üzerinde, banyoda yıkanırken düşerek komaya girdi, Mars'tan dönen astronot dünya cennet olabilir dedi, kutsal mizah kırbacı adlı panele katılan müzisyen herkesi güldürdü, Sealand devleti feshedildi, Papa'nın da totemi varmış, kaçak elektrik kullanan sayaç sahibi gözaltına alındı, metafizik nedir adlı tartışma programında arbede çıktı, Isparta'da gül üretiminde geçen yıla oranla büyük artış, Mısır piramitleri bir gecede yok oldu, Sinop meğer snopların yurduymuş, Arhavispor ikinci yarıya antrenörsüz başladı, Endonezya'da bir uçak havalandıktan 3 dakika sonra düştü, giyim sektöründe yolsuzluk yapan bakan hakkında fezleke düzenlendi, aspirin artık yok, Çavdar Tarlasında Sevişenler adlı kitabıyla alkışlandı, Kant'a göre saatini ayarlayan komşusu şeytana uydum zaman yokmuş dedi, manyetik ısıyla kışlık giyim ortadan kalktı, otobüs beklerken sınavı kaçırınca okuldan atıldı, kiremit en çok kullanılan buluşmuş, Cebel-i Tarık Tarık bin Ziyad sesleriyle çalkandı, Sarıkamış dinlenme tesislerine yılın ilk karı yağdı, Charlie Hedbo adlı haftalık dergi saldırıya uğradı, yalnız yaşayan adam enfarktüs geçirince akrabaları ortaya çıktı, yapay döllenmeyle Higgs bozonu çöpe atıldı, Çin'de pirinç ekmeği modası, Seyit Nizam külliyesini yakanlar yakalandı, yeni evli çift balayı için Hierapolis'e uçtu, şubat ayının son haftasında çiçekler açtı, Afganistan'dan müttefikler geri çekilme tarihini erteledi, Akdeniz'de su seviyesi yükseldi, Sahra çölünde yeni bir planet, vejetaryenler bitkisel gıdaların artırılması için gösteri yaptı, bebeklerin üç yaşına kadar rüya görmedikleri açıklandı, Formoza'da seks işçileri ayaklandı, peynir gözeneklerinde mikro evren olduğu varsayımı doğru mu, Sibir Türkleri bağımsızlık istedi, tüm dünyada lüks tüketime narh kondu, Vladivostok'ta düşen cismin kimliği anlaşılamadı, yapay yumurta satışları başladı, Ganj nehrinde ölen balina iletişim uydusu çıktı, ölen köpeğini buzlukta yaşatıyor, evlenme teklifini geri çevirince horoz gibi kanat çırpıp öterek kenti dolaştı, Petersburg'un adı Anastasia oldu, kan grupları teke inecek, Efes'li pilgrimler yeni bir mezhebiz dedi, Soma zeytin üreticileri kooperatifi genel kurul kararı aldı, Truva savaşı Homeros'un düşleri çıktı, ehliyetsiz sürücü denize uçtu, moda defilesinde önümüzdeki yaz döneminin giysileri sunuldu, Kansas'ta ölü bir kovboy ele geçirildi, Sarıyer'de kalorifer kazanı patlayınca okul tatil edildi, Amazonlarda suda yaşayan kabileye ziyaret, işçi alımlarında yeni bir düzenlemeye gidildi, Narenciye yetiştiricileri isteklerini dile getirdi, çocuğuna 'Doğmayan' ismini vermek istedi, gelir vergisinde geçen yıla oranla büyük artış, aşk evliliği yapanların boşanma sıralamasında birinci olduğu açıklandı, Delaware'de uçan bir melek görüldü, Curiosity uzaydan eli boş döndü, Tanrı öldü.

CHİCAGO

Ben Akseki'liyim, Antalya'nın ilçelerinden, ama oranın yaylalarında oturuyorum, davar çobanlığı yapıyorum, keçi, koyun, hatta sığır ve kimi zaman deve bile olduğu görülmüştür. Beş kişiyiz, Nazlı, Züleyha, Çolpan, İbrahim ve ben, Yakup... Yakup mu dedim, 'Kurbağalara bakmaktan geliyorum' diyenlerden. Nazlı anamız olur, Züleyha ve Çolpan kızımız, İbrahim şükranlarımı sunduğum Tanrı adına o...ğlumuzdur. Sözü her zaman ki gibi uzatmayacağım... Bir gün yaylalara Amerikalılar geldi dediler, kameraları, arabaları ve yüklü eşyalarıyla, onlarda 5 kişi, biri aşağılarda kalmış. Çekim yaptılar üç gün boyunca, sonunda vedalaşırken, havsalanın almayacağı bir çılgınlık da yaptılar ve henüz bir yaşında bile olmayan Çolpanımız'ı istediler bizden. Bilmelisiniz ki para yok bizde... Üç gün düşünme süresi verdiler ve Nazlı'nın hiç bir zaman anlayamayacağımız bakışları altında, tam üç gün sonra Çolpan'ı onlara verdim. Olanların gerisini anlatmam için dilimin çözülmüş olması gerekir ama ben öykümü anlatacağım... Aradan tam yirmi yıl geçti ve bir gün bizi, kızımızın özlemini dindirmek üzere Şikago'ya davet ettiler. Tüm işlemleri onların yaptığını söylememize bilmem gerek var mı... Oraya vardığımızda Çolpan'ı tanıyamadım, sarışın, mavi gözlüydü belki ama bu dev gibi kızın; Çolpan olabilmesi için, yeniden dünyaya gelmesi gerekir diye düşündüm. İnanılır gibi değil ama; aramızda bir tansık gelişti kısa zamanda ve ona bizimle dönmeyi kabul ettirmemiz, zor olmadı inanın... Yalnızca Nazlı'nın gözünden kanlı yaşlar dökmesi yetmişti neredeyse, şimdi düşünüyorum da onu, sanki vicdanının sesi buralara çekmişti. Mutluyduk. Ne var ki maceramızın sonu hiç beklenmeyecek kadar çabuk ve düşlenemeyecek kadar acı bitti. Kurban kesmeye, yarı pişmiş etleri yemeye, yumurta içmeye alışmış; alnından kan akıtmış, çaylardan su içip, derelerde, yarlarda, yankı yapan dağlarda hoyratça türküler çağırmış, kurda kuşa sevdalı bizlere, Çolpan bir türlü ısınamadı. Sanki çiğ etleri yiyor, susadıkça kan içiyor ve uçurum başlarından, dere boylarından haykırarak, canımız çektikçe ağlıyor, gülüyor, lanetler okuyup sövgüler düzerek, belki de içimizi dışımıza vuruyorduk. Elini yüzünü yıkamayı unutmuş, aynı giysilerle günlerce dolaşıyor, süt sağıyor ama ürkekliğini bir türlü üzerinden atamıyordu... Bir gün karla karışık yağmur silsilesi gibi ağlar bulduk onu. Yaşamında ilk kez ağladığını biliyorduk. Hiç çatışmadık, küsmedik, kırmadık onu, ne biliyorsan onu yap dedik. Bir bahar ayının son günlerinde gelip aldılar. Yamaçlardan inerken el sallayışı, onu son görüşümüz oldu. Size ürkünç gelebilir ama hiç bir zaman merak etmedik onu. İnsanların büyüdüğü toprakların yurdu olduğunu, doğumlarının yalnızca bir vesile olabileceğini böylece anladık. Onun ruhu Şikago caddelerinde biçimlenmişti, nereye gitse bir bulut gibi onu izleyecekti gölgesi, az yiyecek, sık sık teşekkür edecek ve uğurlamak için her zaman konuklarından önce davranarak, bedeni daima bir incelik, bir kibarlık barındıracaktı. Nereye gitse kendini de götürecek ve hiç bir zaman kurtulamayacaktı... Bizlerse kurbanlarımızın kanını alnımıza sürecek, geleneklerimizi sürdürecek ve sürülerimizin peşinden koşup, kaleden kaleye şahin uçurarak, söğütlerin gölgelerinde oturup, türküler çağırarak günlerimizi dolduracaktık. Düşlerimde, ona sarılmak ve doyasıya öpmek için koşuyor ama bir türlü kavuşamıyordum, umarsız düşlerimle ve onu başkalarına vermekle yakama yapışan 'vicdani yükümlülüğümü' gideremeden, yıkıcı duygularımla ödeşemeden, yakarılarla ölüp gideceğimi biliyorum. O ise, hep yaşamın peşinden koşacak, yemekler yemeyi, içmeyi, sevinç içinde yataklara düşmeyi ve eğlenmeyi sürdürecek!.. Ruhları göremeyişimiz, belki de iyi bir şeydir.

BİG BOMP

Rus Ülkesi'nin President'i, 'yanılgıyla' kızıl düğmeye bastı. Nükleer roket birden Washington'a doğru yol aldı. Savunma kalkanının üzerinde parçalandı ve kentin kıyılarında, beş bin kişinin ölümüne yol açtı. Amerika anlayamadı; sonra kavradı ve birden 'Kırmızı Düğme'ye bastı. Atlantik üzerinde durumu gözleyen Britanya, ani kargaşada bir karar veremedi. United States sürgit 'Doğal Dostu'ydu ama atmosferdeki füzelerden biri, ilahi bir cilve, Tanrı'nın bir şakası gibi H...eathrow yakınlarına düşünce, oda 'Nokta'ya bastı. Füze büyük bir şaşmazlıkla Meksiko'ya düştü!.. Radarlara yayılan dalgalardan kaosa giren Küba, USA topraklarına ve Teksas'a hınçla füzeler attı. Beyaz Saray kindarlıkla, gemi azıya aldı. Bin bir yöne dağılan sayılmasız füzelerden biri, Petersburg'a düşünce; Kremlin aynı şeyi arzuyla yineledi. Durumu anlayan Fransa 'Ortak Pakt' uyarınca gereken neyse onu yaptı. Gün devrilmeden Kore ve Çin, Sibirya'dan yana tavır aldılar. Taç Mahal, Pers diyarı ve Kenan toprakları da olaya karıştılar. Kutup ayısı ve bizon, gergedan ve filler, kuzgun ve kunduz, akrep ve güller, sansar ve kanarya, nepenthes ve kelebek, pars ve bülbüller, piton ve samur, ejderha ve yarasa, dinozor ve balina birbirine karıştı. Yüzyılların içinden, siesta ve fiesta, uyku ve eğlence, illüzyon ve hipnoz birbiriyle yine yarıştı!.. Evrenin minicik bile denilemeyecek bir noktasında, bir 'Kıyamet Kalabalığı' nükleer kışa doğru koşuyor ve kimin kimle ne yaptığı anlaşılamıyordu artık!.. (Duyum Tarihi; 04.02.2015.) (Duyum Kaynağı; Proxima Centauri / Büyük Bellatrix Kolhozu / Zamanda Geçmişe Yolculuk Almanağı.) (Sonuç; Kozmik Harita'da, ''eARTh'' (3. Gezegen) diye bir yer yok artık.)

MERYEM GİBİ

Sen benim okyanusumsun / Seni nasıl sevsem ben / * İçinde mi yüzsem / Balıklarını mı izlesem / Mercanlarını mı gezinsem * Sen benim ipeğimsin / Sen benim her şeyimsin * Etimsin. * (Onu ben her akşam öpüyorum / Parmak uçlarını seviyorum / Adımlarını geziyorum / * Eldivenlerini giyiyorum / Ona ben her tan atımında güneşimsin / Bir gün yürek evime gelirsen, ayakkabılarını unut da git olur mu... / Diyorum.

AYSUN

İranlı hokkabaz tüccarların, Yemenli simsarların, ateşli susuzluğunu aşkla gideren Hicazlı bezirganların, bedeninin endamını Arap çöllerinin kıvrımlarından alan bir cariyeyi, Bağdatlı aksak ayak bir amaya sattıkları çağlarda, Kıpti bir tecimenle, Habeşli bir tacirin, İbrahimi bir büyücüyle, gece rengindeki cariyeyi; amanın görmezliğinden yararlanıp paylaşamadıkları için, kambur ama tambur çalmasını bilen sağır bir Giritli’ye emanet ettiklerini söylemişlerdi. Adamın adı Saleh bin Savvap el Bukait’miş, neden derseniz, Girit, Grek, Rumi, Helen, İyon, Yunan bütün dünyaya yayılan bir kült imiş. Adam göçmenmiş ama cariye, arı gibi ince belli, güneşte yanan zambak gibi ateşli; içli, aydınlık yüzü; ışık gibi parlak, göz alıcı bedeni; akarsuların köpüğü gibi arzulu ve coşkulu; dünyaya doyurulmuşluğu ise, gecelerin dinginliği ve ayın gökteki durgunluğu gibi deruniymiş artık... O zamanlarda Bağdat’ta sınırları çöle vuran hurma bahçeleri, kokuları aya ulaşır gül bağları, bir ok gibi göklere yükselen hisarlar, kuleler, sayılması ağızları yakan minareler, kubbeler, saraçhaneler, hanlar, hamamlar, kemerler varmış. Abanoz gözlü hadımağalar, bülbül ötüşlü kızlar, kızanlar, insan sesini yansılayan ardıç kuşu ve boyunları ak gerdanlıklı güvercinler varmış. Taç yaprakları bulutlarda gezer yasemenler, papatyalar, göz alabildiğine bağlar, bostanlar ve onların Kevser şarabı; Mecnun ve kelebekler, Baalbeki giysiler, erguvani harmaniler, İskenderani subaşılarla, gözünü budaktan sakınmaz, kamaları, cenbiyeleri hilal kıvrımlı bekçiler varmış... Ey benimle ağlayıp, benimle gülen, ömrümce göğüs kafesimin ardında ve kaburgalarımın içinde, benim için çırpınıp, benim için yüzen kalbim; Efendim ol ve kederlenme!.. Bil ki gecenin kanatları Semi’na ve Ata’na, seni ve Aysun'u her daim koruyacaktır...

MASTODONT

Ayakların kış gibi, manej içinde koşuyorum / Koşumlarım afi içinde, karalar denizleri boğacak diyorum / Tortularım kıpırdaşıyor, içime çekiyorum konçlarımı... / Ateşimsi, yaklaşıyor, soğuk müziği / İçiyorum, armadam yerinde, kar yağıyor, aşka benzetiyorum / Sevginin amentüsü gerçekliktir, düşünce vardır / Sevgi maddedir diyorum. / kıpırdıyor gözleri...

TALES

Dil seviyi öldürür. Sessizlik iyidir. Senin bakılışın güzel. Yatıştırıcı saçların senin. Gözlerin yok edici, pınarların içici. (Hızlı teknoloji, nükleer bang ve kuiper kuşağı yok edebilir bizi.) Senin kulak uçların kimin ayeti? Dudak ülken zehrin çiçeği, gönül evim, gizil evrenim. Ağzının altında bir ben var, ruhum dokunuyor her gece. İşte dualar alayın yine geliyor, güneşin içlerinde!.. (Yapay zekaya sahip makine, büyük ve tehlikeli bir gelişme, sevda sevinçlerine düş kırıcı, onarılamayacak zarar verebilir, onlar sevgiyi ve eARTh'ı biz olmadan düşleyebilir.) Birden omuzların ürperdi işte. Parmak uçların titriyor senin. Göğsün bir ağız arıyor umarsızca. O çukur gamzen nerede, minik gökadan. Biri bekliyor orada kara bir gölge gibi. Ne yer ne içer o mağaralı ki? (Eko çöküntüler, nano teknoloji, finansal kaotizm bizi değiştirecek, bir süper volkan gibi, hızla kendini yenileyen madde, bizi süpürecek.) Aşağılarda derin bir koyak var. Tanrının bahçesi gibi. Biri yakarıyor orada, sanki hoplayıp zıplıyor. Yitti gözden nicedir. Tilki kuyruğu çamları, eğrelti otları, at kuyrukları. Bir düş gibi parlıyor, ayın ışıkları. Ayakların orman dalları, kuşlar gelip konuyor. Parmak uçlarını seven o şey nedir ki? (Bizim yerimizi klon kavgaları alabilir, yapay zekaya dikkat etmeliyiz, tanrı geri dönmeyebilir, mikro evrenlerden çekinmeliyiz!..) Biz sevişmeliyiz. Birbirimizi deli etmeliyiz!..

MİUSA

Ey dilinden bal damlayan -güller kokan / Işığın suyun müziğin tanrıçası / Güneşte parıldayan Po ovası / Aşığı Fenekides'in. * Kolkhis kraliçesine eştin sen / Rhea çocuklarının ortancası / Eleusis'te ışıldayan buğday tarlası... / Biri olası Herkül'ün işlerinden * İşte öyle yücelmiştik sevginle senin / Ay tanrıçası Endimion'u nasıl görürse / Ereos'a nasıl gelirse Salamis'in güneşi / Heras Peisistratos'u nasıl sevdiyse * İşte Hekate'de tacını yere çaldı / Amforalar içinde eriyip yiten / Işığı sendin Helene denizinin / Mirmidon kralı da dönmüyor şimdi * Göz yaşı döküyor satyrler -su perileri / Assos'ta tapınakta öldü harpyler / Sokratik dizeler ağıt yakıyor / Uzun telli arpler yas tutan lyrler * Attis kuşları -arkhonlarda yok / Sözcük tasarımcıları -logograflar / Yitirdik seninle biz kendimizi / İşte Akropol'de diz çöküyor şimdi * Parnassos'ta çiçekler -surlarda hoplit / Ovalarda tahıl -güneşte ağlıyor / Herkesler boylu boyunca uzanmış şimdi / Dil uzluğu büyülerde yetmiyor şimdi.

O (I)

Ben karanlıkların ölümü olmak isterdim, ama ilk işimiz cennetten kovulmak oldu, bir sonraki ise Kabil'in Habil'i boğmuş olması. Lilith'i sonsuza dek yok ettik. İsmail'i kurban etmeye kalkışıp, Musa'yı bir sepette terk ettik. İsa'yı çarmıha gerdik. Muhammet'i pişman ettik. Hak tanırlık adına Sezar'ı kapitolün önünde delik deşik ettik. İskender'in ölüm seferlerine uygarlık dedik... Çinliler... içine kapandılar. Hintliler başka bir dünya kurdular. Yeryüzü içinde yeryüzünü, Amerika'yı, kutupları, Everest'i keşfettik. Biz hiç bir şey bilmiyoruz, hiç bir şey üretmiyoruz, bilineni yineliyoruz biz. Biz bir yere gitmiyoruz, gittiğimiz yerlerden geri geliyor, geldiğimiz yerlere yine gidiyoruz. Biz dönüp duruyoruz, bir hiçliğin içinde dolanıyoruz. Bilgiler, bilimler, inançlar icat ediyoruz, düşlerin, düşüncelerin, sınırları içinde gezinip duruyoruz. Biz kendimizi kandırıyoruz. Vandallığı kahramanlık belliyor, barbarlığı fetihler ve yeni dünyalar ele geçirmek sanıyoruz, biz hep kendimizi kuşatıyoruz. Kendimizi yok etmek için çabalıyor, yeryüzüne düşmanlık besliyor, doğduğumuza lanet ediyoruz. Biz ekin üretmiyoruz, çelişkiler içinde sürünüyor, bilinçsizce tükeniyoruz. Biz tanrının kusuruyuz, kaprisiyiz, umarsız bir deneyin deneğiyiz. Silahlar üretiyor, zehir saçıyor, herkesi ve her şeyi yadsıyoruz. Olmuş olanın yokluğu, olmamışlığın yansımasıyız biz. Biz inançsızız, biz anomaliyiz, biz hiçliğin kazancı, var oluşun utancıyız. Biz bilgeler üretiyoruz; ölümü ululayan, resuller üretiyoruz; hiçliği arzulayan, bilgiler üretiyoruz; boşluğa uluyan, keşifler yapıyoruz ruhları aşağılayan... Biz yaratılmadık, biz evrilmedik, biz aşama yapmış değiliz. Biz gelişmedik, biz kendi içimizde kendimizi yedik, biz kendi kendimizle bile; baş edemedik. Biz anlam okyanusları ve sonsuzluğun acıları ve uçurumları icat ederek tüm sorumluluğu olmayana yükledik!.. Tanrıyı icat ettik...

O (II)

Ölümün karanlıklarıyız biz. Kötülük baş tacı ve doğal, iyilikse seçimlik ve yüceltilmiş; biz tüm yaşamı kan ve gözyaşıyla yalanlayan, hiç bir şeyi umursamayanlarız. Ekolojik hayaletler, teknolojik sapmalar ve sanrılarız biz. Şu kanyonda yürüyenler, ayda yürüyenlerin sayısından az. Şu gölgede oturanlar başka bir canlı tanımıyor, denizin içinde saklananlar karaları bilmiyor.... Son İç Çekiş Köyü'ndeki ıssızlık, kanımı donduruyor, çığlıkların ve iniltilerin sesi göklere ulaşıyor ama odalardan odalara, sınırlardan sınırlara geçilmiyor. Sıkıntının kinetik enerjisi, oturan boğa, çiçek açan ot ve durmaksızın tüketen deniz yaratıklarıyız biz. (Öldürmeyeceksin. Zalimlerin zulmü, hayatın ve ölümün amansız baskıları ve yaşanan trajedi, öldürme zorunu anlağımda acımasız bir buyruğa dönüştürürken; ben gülmek gibi acıların ve kederin doruğuna sığınıyordum!..) Kurak çöllerde yaşayan bir tilki, öldürmeye yazgılı yırtıcılar ve kıtlıkta alabildiğine savunmasız çayır köpekleriyiz biz. Köstebekler gibi görmüyor, yılanlar gibi duymuyor, kitaplıktaki kediler gibi her şeyi, her ayrıntıyı duyumsuyor ama hiçbir şeyi anlayamıyoruz. İki ayaklı tek burunlu bir gezegenin hominidi, kayalıklar puması, okyanuslar içinde hortumlu filleriz biz. Uçurumlarda otluyor, yardan yara atlıyor ve düzlüklerde tehlikelerden uzak yaşamak istiyoruz. Herkül gibi aslanlarla boğuşuyoruz biz. Tavşanlardan hızlı ürüyor, deniz atı, su yılanları gibi sevişiyoruz ama ruhlarımız yapayalnız; düşüncelerimiz kara ve körkütük düşlerimizle; mağaralardan mağaralara geçiyoruz. Biz açız, doyumsuzuz, et ve eş yiyen canlılar, aşkın ve aşkınlığın aşığı, gulyabani, hırçın çocuklarız. Ölümü özlüyoruz biz... Yeryüzüne sığmıyor, kozmosun içlerinden sonsuzluğa dek uluyor ama bir adım bile ilerleyemiyoruz. Kuşlar gibi uçuyoruz, balıklar gibi yüzüyoruz, Hades'e, yeraltına, cehennemlere iniyoruz. Olimpos'un krallığında; ödümüz kopmuş, utanmış, usanmış birer yaratık ve rüzgârda sürüklenen yapraklar gibi titriyor, azalıp-çoğalarak, acımasızca, vahşice, bir kibir ve görkem içinde üreyerek; tükeniyoruz biz!.. Neyiz biz, nereden geldik ve ne olacağız?.. Biz kimiz!..

O (III)

Ölü sevicileriz biz. Vampir şatolarında yaşayan yarasalar gibiyiz. Gotik bir roman. Eurydike'sinden uzak, Orpheus 'un yasıyız.... Elementlerin tersinirliği, dokunma özgürlüğünün eylemi ve temas yoksunluğunun özlemiyiz biz. Atomlar çarpışmadıkça göz göze gelemeyiz. (Tüm sevilerimiz, sevgilerimiz, sevişmelerimiz boşluğa övgüdür bizim.) Gerçek olmayan gerçeklik, matriks ve Gödel, gastropod ve teaser, buzul çağları ve 'Büyük Brother'. Biz kuşu ölenlere, başsağlığı dileyenleriz. Savaş ve zafer naralarıyla ölüme gidenleriz. Bassus'un acısıyız biz. Yeşil ormanın, beyaz bulutların ve okyanusların balinası. ''Ah yaşamı üfleyende gitti seninle / Tanrılar da terk etti gidişinle / Kır hayvanlarının sesi kesildi / Erebos sessizlikmiş anladık şimdi.'' Metropollerde, ağaçlarla alay eden, sürgit parmaklarını sayan canlılarız biz. Bir bebek evren. Karbon testleri ve nitrojen, silisyum ve sifilis, sara ve obsesif kompulsifiz... Aç ol, kinini koru ve andını unutma!.. Vanadyum ve sardunya, in baykuşu ve samur, hipopotam ve yılan. Ve gök adalarda sörf yapan, topraktan gelip toprağa giden kahraman. Güneşe taptık, yıldız makinaları yaptık, Pegasus'a ulaştık. Boşluğun uzay yelkenlisi, hiçlikte yüzen Vega, ışık bileşenleri ve Roma, Corona ve düşlerde gezen bir kadırgayız biz. Neden gülme; korku ve dehşet, gözyaşı; acıma ve özlem yaratıyor. Gecenin belkemiğinde robotlar ağlıyor. Ve ölü kaslarından tayınlarımızla, kükreyen aslanlarız biz. Ruhları geride kalmış, gemi azıya almış, adrenalin delisiyiz. Vahşiyiz, ilençliyiz, kinliyiz. Biziz biz!..

NİTOLE

Yaşayalım yosmam, sevişelim, usanmadan, huysuz yaşlıların / dedikodularından, bencillerin kötü bakışlarından! / Yitiyor güneşler, ay uzaklaşıyor; dinmeye görsün kısacık tadı yaşamımızın, / kala kala uyunacak bir mezar taşı kalır. / Gel çök yanıma, sıkı sıkıya, dua eder gibi, yakaralım tanrıya, / gündüzü değil, geceyi verdi diye! / İnle!.. / Aşk böyle bir şey, tapınmak budur işte!..

DRAHOMA

Bir satır yaz / Sana sevgiler alırım. * Bir bakışın olsun / Sana tanrılar alırım. * Bir selam söyle / Sana yürekler alırım. * Kokunu yolla / Sana melekler alırım. * Bir dirhem bir şey söyle / Sana cennetler alırım. * Seni görüyorum buradayım de / Dünyalar benim olur. * Ama gel deme / Ölürüm!..

MUERTE

Dünya bağışlanmış bir bahçedir / (Royülzö ines muhur) / Okunmaya değer bir cennettir dünya... / (Nede nınırayid miyisiçkeb) / Masallar ormanında ipeksi bir ejderha / (Nımıraluzra miyisidnefe) / Yüreklerin kaknüs kuşu, ölümsüz bir Yemliha!.. / (Ha elnümülö ümümülö miğeceyelzö!..)

SİMYANUS

Karanlığın, ışık çağlarına girdiğimizde, sönmüş maddenin evine ulaşmıştık artık. Aracımız sayısız küreler, küremsiler, biçimsiler, halkamsılar arasında ilerliyor, göz açıp kapasıya, kurt deliklerinden, bir başka kurt deliğine geçiyordu. Karanlıktan aydınlığa çıkıyor, tünellerden, boşluklardan, bulutsulardan süzülüp, çılgınca renk denizlerinden, gri ülkelerden, ışık körlüğünden kaçıyor derken, çiçeksi cennetlere, siyah kadifelerden, manolyalar ülkesine, oradan yine karanlıklar okyanusuna ulaşıyorduk. Bir zaman sonra, Morenler ülkesine -buzullar diyarı- geldik. Buzuldan canlılar, insanlar, yapılar, topraklar, gıdalar, resifler... Karbonifer çağlardan geçtik. Madde sönmüş ışıktır diye haykırdı biri, cüruf yığınıyız biz, bataklık gezegeni, evrenin çamurdan Adem'i, atığı, posası, balçığıyız. Rögar fareleri, sazlık samuru, dışkı böcekleriyiz. Mutlu lağım kefaline şarkılar söyleyen, yaban kedileriyiz. Işığın helezonik çağlarını, holografinin görkemli zamanlarını özlüyoruz biz. Würm maksimumu yeterli seviyeye indiğinde, buzullar ülkesinden kurtulmuştuk. Xenon iyon motoru vahşi homurtularla, ışın demetleri yayıyor, sonsuzluğun sonsuzluğuna ulaşıyorduk nerdeyse, ak-kara deliklerden, tanrının bahçelerinden geçtik. Mikail'in yörüngesi derler bir yurtluğu geride bıraktık. İsrafil uçsuz bucaksız uzayda dikilmiş, korkusuz bir gece bekçisi, bir Apollon gibi yükselmiş, titansı yayıyla Sur'unu üflüyordu. Öyle korkunç sesler yayılıyordu ki boşlukta, sürekli bir kıyametin içinde dolanıyor ama uyanılmaz uykuların içinde, düş görüyor sanıyorduk... Cebrail'i de gördük, yanımızdan geçerken üzüntüyle işsizim dedi, günah defterim bitti. Ödenek vermiyor, oyalıyorlarmış, Venüs Ekspresi yolcularıyla yanımızdan geçti. Şaşkınlıkla bakanlar vardı. Pencereden el sallayan tutsaklar, tutsak olduklarının ayırdına varmadan, nede tatlı gülümsüyordular. Bir zamanlar, irem gözlü biri, bu dünyadan tutsak olarak geçtik diye, epeyce gözyaşı dökmüştü... Bir ışık yılı sürmedi kara melekler ülkesine geldik, tümü kanatlıydı, yalnızca baş melek oturuyor, kollarını ovuşturuyordu. Uçmuyor ama kayarak yer değiştirebiliyordu, melekler onu kıskanıyordu belki de ama o gene de raylı sisteme geçmek için çabalıyormuş. Bu konuyla ilgili eksperlerden yardım istiyormuş. Arkasını dönüp, evrenin gizlerine ermek olası mı dedi kaptanımız. Tanrının bizleri de oyaladığını öğrendik ama belki de her yenilik tiksinç geliyordu yaratılmışlara, her oluşum, her paslı oluntu... Ayrıksı olanın bile kuralı kuvvetlendirdiğini düşünüyorduk artık. Aşağı yollardan, Şeytan'ın Kenti derler bir yıkıntıya götürdüler, hilenin ve doyumsuz sahtekârlığın uygarlığına, belki her şeyden daha eğlenceliydi, gülerken kendisinden geçenler, yalancıktan sevenler, yemeden, içmeden, afsunla parlayıp semirenler göz alıyordu. Şaşkınlıktan küçük dilini yutup, ölenler vardı. Şeytan, bildiğimiz insan kılığındaydı ve oldukça iyi birine benziyordu inanın. Vesta rahibelerinin kırmızı cennetinde mola verdik, herkesin fahişe olduğu bir koruluk, sevişmekten başka hiç bir şey düşünmeyen yaratıklar, birleştikçe kavı yanıyor, kızıl kökler gibi kızarıyorduk. Gama ışınları göklerden doğru yayıldığında, Dawn sinyallerinin sayısı arttı ve ne yazık ki çabucak uzaklaştık oradan. İpliksi balık ağlarıyla örülü, altın bir yurtluğa geldik, her yer deniz kızlarıyla doluydu, saçları mavi sümbüllerle süslü, balina kuyruklu, aşık olunacak, şiirler yazılacak, deniz perileri, sirenler alayı!.. Uzun zaman konaklayıp, şarkılar söyledik, yuğlar, yortular düzenleyip, güzel günler geçirdik orada... Viking uzay aracımız, örtülü, otomatik hangarından yeniden havalandığında, interaktif yetkili bir kez daha iyi yolculuklar diledi. Callium Arsenid hücreleriyle kendimizi yenileyip, görkül kozmos canlıları, bilinmez deniz yurtluklarını tanımak için, Procyon'un ötesine, sarı güneşlerin içlerine doğru bir kez daha açıldık. Nötron Direktörü, aramızda bitcoin toplayarak, yine petrol ürünü almalıyız dedi. Çok uzaklarda karacıl bir yerde, ıssız bir istasyonda durduk, kırmızı benzin tabletleri yiyordu aracımız, bir at gibiydi ve dedektörler onu izliyordu. Hepsi kuyruklu görevliler ölümcül biçimde, sanki bize bakıyordular. Ürküsül, gerilim dolu ortamda, efendisiz bir evren olabilir mi diye düşündüm. Kayaç uygarlıklarıyla ilgili doktora yapan bir lisans öğrencisi güldü, düşüncelerimiz birbirine yansıyordu. Sonsuzlukta dert ettiğin şeye bak dedi. Bir yanıt arıyordum ki, yeşil papağan kolonisi pencereden geçerken dalıp gitmişim... Mekanik soydaşlarının ölüsüne ağlıyor ve görkemli tanrıçalarına uygun bir gömüt arıyorlardı kuşlar, içlerinden biri yönünü şaşırıp, aracımıza çarparak yitip gitti. ... Öykünün sonuna gelmiştim ki 'devamı gelecek sayıda' yazıyordu. Viking'in lombozundan bir kez daha baktım, dergiyi kapattım ve sanırım yeni baskısını beklemek zorundayız diye mırıldandım, işte şu düğmeye bas ki, bir sonraki sayıyı gör dedi öğrenci. Bastım. İlk sayfasında anlaşılır, yalın bir dille yazılmış bir şiir çıktı karşıma, dergi yeni bir anlayışa bürünüyordur belki de dedim. Rüzgâr panelinin arkasındaki kıza duyururcasına akıyordu video... 'Simyanus' * Işık aşktan gelir. / Söyleyin sevdiğime. / Madde ışıktan gelir. / Söyleyin sevdiğime. / Yaşam maddeden gelir. / Söyleyin sevdiğime. / Aşksa yaşamdan gelir. / Söyleyin sevdiğime. / Hepsinin üstünde tanrı vardır. / Söyleyin sevdiğime. / Tanrıysa aşk demektir. / Söyleyin sevdiğime...

VEDA

Yeryüzü kavranılmazlıklarla dolu, anlaşılması güç bir yer, her tür devini, eylem, teori, bin bir türlü yapı, yapıntı, oluntu, algılam ve duygulamın maksim boyutu bir araya gelse de, yeri göklere yüceltsem, ağımı ağrılarımı sererek, usumu bağrımı açarak, gökleri içime çeksem, tasımlar ve sonsuzlukta uyurgezer bir kozmoloji, sönmüş bir pulsar, Erebos'tan bir cehennem ırmağı olsam, kara bağlar ve külünklerde uyusam, içkin sarhoşluğun baş döndüren baygınlığında parıldayan yıldızlara kavuşsam da bir türlü doyuma ulaşamıyorum, ne yapsam işte oldu, her şey tamam, bu yaptığım kusursuz, eksiksiz, cennetlik bir ruh gibi, işte yek vücut oldum, göksel olana ulaştım, günah benden gitti diyemiyorum!.. Hep bir yarım kalmışlık, bir tamamlanmamışlık, bir doyumsuzluk, tümlükten yoksun, sayılamaz, ulaşılamaz bir duygu içindeyim, bu her şeyde böyle, tüm yapılanma, tüm eylemler, tüm işlemlerde, son soluğumu verebilsem, yaşam defterimi kapatabilsem, günah sınırlarımı yok edebilsem, belki sükunu, peşinde koştuğumuz erinç denen o şeyi, kutsal sessizliği, dayanılmaz çekicilikteki o sonsuz mutluluğu bulabileceğim. Neden bu duygular peşimi bırakmıyor benim, neden doyumsuzum tanrım ben, neden bir yetersizlik, tatlardan yoksun, korkunç bir yavanlık, gemi azıya almış bir iştahsızlık, yeteneksizlik, bilgi açlığı, okyanuslar dolusu sağırlık, kutupçul, ışıklarla boğulmuş bir kar körlüğü içinde kıvranıyorum. Neden ulaşamıyorum el uzattıklarıma, neden dokunamıyorum taptığıma, neden kavuşamıyorum inandıklarıma, kimim ben ve neyim, oltaların, dalyanların, parakete ağlarının karmaşıklığında, kabloların aynaşıklığı ve kargışlanmış kaosun sonsuz onmazlığı, cennetsi gönül evlerimizin ve Atlantis'in bitimsiz, uçsuz bucaksız kavuşulmazlığında!.. Her yaptığım bir ödeşme, her edimim bir karşılık, her sözüm sırsız, sınırsız bir yol olsun, her eylemim düşlerin de ötesine bir kapı açsın, göksel terazinin, ilahi yargıların kefelerinde, her bir ön yargının, felsefi sefaletin, us kıran esemenin uzaklarında yol alsın istiyorum, ama ruhumu öncelikle ben engelliyorum, boşluğun basamaklarında tökezliyorum, görünmez varlıkların, cinlerin, perilerin haykırışları arasında, biri çelme takıyor bana, işte o yüzden ben, dengelerin varlığında, unutuşun kollarında dinlenebilirim artık ve başka bir düşe uyanmadan gerçelliğin esin veren, serin ve sevecen kollarında artık uyuyabilirim diyemiyorum. Neden, entrikalar, hileler, desiseler ve elem veren, kahredici yüzsüzlükler içindeyim ben, neden iç kavgalar, saltanatlar, kan dökmeler, çiy süt içmelerin peşindeyim. Neden talihsizlikler içindeyim, uğruların, uğursuzlukların, varlık içinde yoklukların, kendi içinde boğulup giden, ıslık gibi tükenen, sonsuzluğun koridorlarında helak olan yargıların, acımasızlığın, saplantının, sabit ve değişmez düşüncelerin ve karanlığın hükümdarlığına, aydınlığın saltanatına kucak açan umarsız değişkelerin peşinde, ölüm duygusunun açmazlarıyla, komi trajik tükenişlerin kucağında yitiyorum ben. Neden bu onmaz sayrılıklar, ikircikler, delilikler, densizlikler içindeyim, hiç bir yere götürmeyen labirentler, beni gittiğim yerlerden, başladığım yerlere getiren, tüketen, hiçleyen, acı veren paradoksların içindeyim ben ve ben kimim. Kimim ben!.. Var olan ne, ne var ne oldu da, bir kuyunun içinde yittim ben, bir borç, bir rehin, ipotek altına alınmış, bitmez tükenmez, sonsuz bir kin gibi neden yalpalıyor, karanlıkların içinde uluyup duruyorum. Neden tutsağıyım hiç görmediğim bir şeyin, neden sonsuzlara dek acımasız, gönüllü bir köleyim, neden çevresinde dolaştığım şeyin içine giremiyor, bir cenin gibi patlayıp yükselemiyor, yörüngeler içinde, kozmoslardan kozmoslara savruluyor, nasıl, nerede, neden, niçin ve hangi kara deliğin, o gizemli erişilmez noktasının içinde sonsuzlara göçüp gidiyorum ben, ruhumu ele geçiren virüsü neden göremiyor, tanıyamıyor, bilemiyor, anlayamıyor ve hiçliklere savruluyorum ben. Nasıl oluştu bu ışıklarla bezeli karanlık, aydınlık ne demek oluyor, her azgınlığın, gemi azıya alan koşuşması içinde göz gözü neden görmüyor, tükenmez, sonsuz ışıkların sarhoşluğunda neden bir serseme dönüyorum ben, neden güneşlerin içinde yanıyor, buzulların içinde donuyor, karanlıkların içinde ağlayıp duruyorum. Kurtulmak istiyorum kurtulamıyorum, kaçmak istiyor kaçamıyorum, uçmak istiyor uçamıyorum, neden her seferinde dizlerimin dibine düşüyor, neden her seferinde yine başladığım yere dönüyor ve sonsuzluklarda yoldaşlarımı ararken, yalnızca ve yalnızca kendi umarsız bedenimi, yakarılarla çürümüş ruhumu buluyorum. Dur duraksız saçmalıyor, hipotezler, ağıtlarla yanıyor, asimptotların, hipotezlerin, absürt postülatların, sinüs ve tanjantların içinde, kontak anahtarını çevirince çıkan gürültü, belki traktörü gülümsetiyor da, göremiyoruz diyorum ben, belki eşyanın dili varda işitemiyoruz, belki bize evrenin anahtarını fısıldıyor da solumaktan duymuyoruz, duyamıyoruz diyorum. Hadi öp de uyansın dedi, işte buna tanrıçayı uyandırmak denir, çünkü akşam gecelerindir ve ama tanrı, çalı güvercinleriyle nasıl sevişebilir diyorum. Aşk yoksa bu mu, yaşam bu mu, sevinçler, naralar, alaylar ve ezgilerle kutsanan, aşağılayıcı utkular ve kutsanan altın şişelerle, göz alan yakut kaplarda toplanan gözyaşları bu mu!.. Görmediğim, bilmediğim, var mı, yaşıyor mu olduğunu bile sezemediğim illüzyonlar dünyası ve evrenlere sığdıramadığımız, tüm göksellikler, kutsallıklar bu mu! Bu uslara sığmayan, tin ve tözün, gece ve gündüzün, sığmazlıkla uluyan ten ve o tanrısal olanın, görünmeyen bir gölgenin oyunu mu bu... Neden sıradanlıklar ve öylesinelikler içinde kavruluyor, derilerimizin, postlarımızın ve karanlık setrelerimiz, perdelerimiz, örtülerimizin içine sığamıyoruz biz, neden ulumalar, yücelişler ve erişilmezlikler peşindeyiz, neden selamsız sabahların, destursuz akşamların izindeyiz, neden sevgilerin en alçağı ve nefretlerin en yücesinde, iştahayla salınıp duruyoruz. Neden okşayışlar, serenatlar, sızlanmalar ve sarılmalar yetmiyor bize, neden kendimizden başka hiç bir şey ilgilendirmiyor bizi, neden yıldızların eşiğinde, Kanossa kapısında bekler gibi ağlaşıp, başka sıcaklıklar arayıp duruyoruz. Yetmeyen ne, aç gözlülüğümüz, doyumsuzluğumuz, dev balinalar gibi, silip süpürüp, yutkunup durduğumuz, kıvranıp durduğumuz halde, sonsuz açlığımızın gizi ne bizim!.. Kirpi rüyalarında, cennet hülyalarında, tanrıların bahçelerinde arayıp durduğumuz, önümüze gelene sorduğumuz ne bizim. O başkasından neden farklı, onu her şeyden ayrıcalıklı kılan nesi var, bir türlü ele geçiremediğimiz halde, bir büyünün neden esiriyiz ve neden çocuklar gibi çaresiz, göksel bir yıkıntıyız biz, neden tanrısalın, afsunların, sihirlerin, cinlerin, perilerin gölgesinde, tansıklar, onmazlıklar peşinde bir cüceyiz. Neden, bir aynanın kendi görüntüsünü çoğaltan, tiksinç sonsuzluğunda debeleniyoruz biz, atalarımızın döl evlerinden fırlayarak, tunçtan kılıçlarımız, bronz kalkanlarımızla neden hemcinslerimize saldırıyor, neden et yiyerek, kan içerek besleniyor, tanrılarımıza tapıyor, övgüler ve sövgüler yağdırıyoruz biz. Neden depresyon bahçelerinde sabahlıyoruz, neden sinir krizinin eşiğinde, barakalarda, kan ve adrenalinin kulübelerinde pinekliyor, dur duraksız apranakslar alıyoruz. Neden uyku tutmuyor, gecelerce yakarıyor, yalvarıyor ve bir gözümüzle uyurken, bir gözümüzle ağlıyoruz biz... Neden bir tungsten lambasının çevresinde kıvranan kelebekler gibi dolaşıyor, çarpa çurpa, bağıra çağıra, imdat haykırışları ve cinnet geçiren çığlıklar arasında yok olup gidiyoruz. Neden kaçıp kurtulamıyoruz. Ne bağışlandı bize, ne verildi, ağzımızı köpürtecek olan ve uyuşturan sevdamı, göllerin ve ırmakların bal özü, sonsuz, bitip tükenmez ve kusan, kusturan, iştah açan mutluluklar mı bağışlandı bize, elem denizlerinde, hınçla, kinle, kahırlarla çoğalan, keder sayrılığımıza bir umar bulan simyaya mı kavuştuk; sonsuzluğa ferahlıkla savrulacak bir muştumu verildi, güneşin ayetleriyle gözlerimize mil çekilip, bir gözbağcının bağışlayan ve unutuşlarla süslü cennetine mi gidildi... Melekler yanımızdan ayrılmıyor, yalancıktan öpüp duruyorlar mı bizi, rüyalarımıza düzen verip, okşayışlarla, gölgelerimizin içinden mi geçiyorlar periler alayıyla, ellerimizden tutup, manolyalar, güller ve resullar yutan erguvanlar arasında cennetlerin kapısına mı getirip koydular bizi... Hiç biri!.. Konuşuyorlardı, konuştuk, inanıyorlardı inandık, seviyorlardı sevdik, ağlıyorlardı ağladık ve hiç bir zaman konuşamadan, inanamadan, sevinemeden ve sevinç gözyaşları içinde tepinemeden geçip gittik biz. Neden bu hale düştük!.. Neden ortada hiç bir şey yokken sevmek istedik biz, neden hiç bir neden yokken gülmek istedik, neden hiç bir bağlaç olmaksızın mutlu olmak istedik. Ruhlarımız zamanlar boyu neden yalnızca, şu kahreden yokluklar içinde çırpındı, neden salt bunların peşinde acılarla yoğrulduk ve neden aynı çizginin içinde bir adım bile ilerleyemeden savrulup durduk biz. Ruhlarımıza acıyorum, tenimize ağlıyorum ve boşlukların içinde yıldızlar yollarını yinelerken, nereye gideceğimi bilemiyorum, biri beni itiyor ve bilinçsizce karanlıkların aydınlığında, uçurumlardan uçurumlara savruluyorum ben. Bu hal korkunç ve usanç veren zincirlerimden kopamayacağım, kahreden bağımlılık dürtüsünden kurtulamayacağımın, bir imi, bir totemi!.. İşte bu yüzden, denizlerde saklanıyor, kendi kabuğumun içine giriyor, bir düşün içinde olduğumu biliyor, bu acılar veren celladın elem bahçelerinde, sonsuz ıstıraplarımı dindirmek üzere, karanlıkların cehenneminde; sonsuz aydınlıkların, boğucu ışıkların cennetinde olsam bile, kendi ruhuma ölüm emrini kendim veriyorum ben!.. Ve son iç çekişimle birlikte, tüm evreni ardımdan sürüklüyor, ölümümle tüm kozmosu öldürüyor ve ben, evrenlerin atası, tanrıların tanrısı, yaratılmışların şanlısı, insan olan... (Kendimi savunuyor!..) ve sessizce ve gürler gibi, ama korkusuzca ve ağlar gibi, ama ürkerek ve kahkahalar içinde, ama suskun ve haykırışlarla, sizin güneşinize gömülüyor, mutlulukla, acımasızca ve kutuplardan kopan buzullar, gökleri yıkan sarsıntılar içinde, bıkmadan, usanmadan, naralarla, alaylarla, yalvarı ve yakarılarla, yadsımalar ve omurgalarımı ve evrenimi yıkarak kül ve toz içinde yüzen hayasızlıklarla yok olup gidiyorum. Ölüyorum!..

DÜŞ

Onlar; bir gün batımında ufka baktıklarında, güneşin önünden geçen bulutları gördükleri zaman, bileceklerdir ki, tüm bir insanlık, yaşamışlar, ölmüşler, sonsuzluğa ermişler, dinginliğe varmışlar, sevenler, sevilenler; olmuş, olacak ve olmakta olan tasımlar, gölgeler, edimler, mutluluklar, ipeksi, o tatlı serzenişler, mırıltılar, erişilmez, büyüleyici, ulaşıldıkça ulaşılmaz olan o güzelim düşler, bulutların içinden geçip gitmekteler...

MA(o)RAL

çöl ceylanı bakışlı / ürkek ve gizemli. / insan ruhunu / alıp götüren bir şey var / bu canlıda... / * görkemin ardında / ipek kadar narin yürek / ellerde bahar kokusu / ölebilirim / ama öldürücü değil / sevebilirim ama / nasıl da can alıcı / kristal bakışlı. / kırılgan bir şey bu / gerçek mi ki... / sol yanağında ben var / Abbasiler'e götürür gibi / kaba ve hoyrat insanların elinde / bir şeyh kızı bu / yeryüzünü kavrayamamış / açların ruh evi, / çulsuzların, aşkiya ve çapulcuların / içine düşmüş / ve tavus gibi süslü, / cennet sümbülü gibi de koku yaymış / insan saraylarına / bin bir gece masalı. / dudaklarını kanatmışlar / ama hiç öpülmemiş gibi / bu nasıl olabilir ki / boynuna hançer süsü gibi / yılankavi boynuz da asmışlar / bak bu doğru / çöl ceylanı bu. / muskası da var boynunda / yürek biçimli / kurban, boyun eğecek / hep kanı içilecek / hep sevilecek bir maral gibi. / boynundan aşağı / uzayan zülüfleri / günahları mıdır / kara yazgısı mı... / * haykırmak istiyorum ben / dilini yitirmiş, bu çılgın, / kışkırtan arzuya, bu ahuya / şiddet ve cinnet içinde saldırmak istiyorum / aynaya yansıyan güzelliğin düşmanıyım ben / yeryüzü varken bu ceylana katlanamam / onu yok etmeliyim severken / ben karanlıkların içinde / vahşeti ve hiçliğinde / peşinden koşarak, onu arayarak, / onu anarak, silinip gitmeliyim. / toz olup yitmeliyim / ben onun yeryüzünü / bir güzellik aylası / bir cennet hülyası sanmasına / katlanabilir miyim / öyleyse onu severek, / pare pare ederek yok etmeliyim. / yeryüzü bir cehennem / Tanrının onu yaratmakla / bir kapris uğruna / hepimizi öldürmüş olduğunu / göstermeliyim. / ve şükran duymalıyım / bu kutsal gerçeklikten / bir şükran adına ölmeyi bilmeliyim. / ve karanlığıma dönerek inlemeyi / sürdürmeliyim.

BELLATRİKS

Büyük kum denizine düşen gecede, yıldızları dölleyen övünçlerinle, göz güneşten bir parça olmasaydı eğer, onu kavrayamazdı demiştin. Az sonra yas oyunlarıyla, Füssli, Brueghel ve der Führer'den söz etmiş, ayın gölgesine girmiştin... Aşkı avlayan cadılar, Avicenna, miyelin kın ve sinapslarla el ele dolaşıyorduk. Martı tüylü Diana ve ranvier boğumları önümüze çıkmıştı. Kteneforlar parıldıyordu. Dendrit ve Siamang maymunları öpüşüyor, Merope şafak perilerini dökünüyordu. Tepede Anterior singulat korteks bölüğünün satyrleri vardı. Sarılmıştım sana... Ölümcül sepsis sayrılığın, markör ve yüzündeki omoteler keder veriyordu. 'Vizkosite, Kategorize, Reorganize bölükleri yuvamıza saldırmış, yerel kulübelerde yaşamak istemiyor, sonsuz hızın evrenselliğine ulaşmak istiyorduk. Gizli değişkeler tabyasına katıldık. Karbon allotropları, Fisher kalemleri, polimerler ve pencillus; şu bizim küçük kuyruksularla birlikte... Minamata ve civalarla savaşmıştık. Macintosh'un Kopenhag yorumları öncümüz olmuştu. Orbitofrontal korteks ve nöroparanoya tutsak düştüler. Zaman tersinir olduğunda; doğurandan önce doğacak olan, gecenin içinde ilerleyen gece, değişen ne pentürler, ne 'Poetry'n, ne de şu göksel müziğin diye karar kılmıştık. Değişen o sonsuz bilmece, Stalker ve tapılası izleyicin sanmıştık...

S YILANI

İnsan saraylarında sanat; bir illüzyon, yaşamsal bir versiyon, öylesi bir mastürbasyon ve Godot'daki bir hiçlik, umarsız Estragon'dur!.. Ve dizginsiz bir yer kapma savaşı, onulmaz modernite, sığ, aşağılanmış ve kutsanmış bir çağdaşlıktır belki de!..

SEN

Gözlerin totemim benim / Ruhun korkuluğum / Parmakların pusulam / Burnun kutsanmış / Dudakların Kâbe'm, secdem. / * Onun bakışları içime işlesin / Onun ovası yüreğimi beslesin / Onun ruhu bir gölge gibi yolumu çizsin / Onun salınışına iman etsinler / Onun kulu, onun eli, dili olsunlar. / * Ben onun körü olayım / Kamber'i Mecnun'u olayım / O kutsal ellerini yüzüme sürsün / Gönül gözüm yürek evim açılsın. / * Rabia kapısının eşiği / Salınışlarının beşiği olayım / Yaradan onun alımına kapılsın / Sonsuz özlemlerle baksın ardından. / * Onun gidişiyle ateşlerde yanayım / Cehennemlerde kavrulayım / Günahlarımın ödeşkesi bittikten / Etim kemiğimden ayrıldıktan / İmanım ve inancım kül olduktan sonra / Onu cennette solurken bulayım. / * Onun ben olduğunu anlayayım.

GARİP BİR ÖYKÜ

Kanada'da aylarca süren bir izleme, bir sürek avından sonra yetkililer, tam altmış beş yaşındaki bir ayıyı öldürmüşler. Olayın özü şuymuş: Avlanma yasağı olduğu halde, sürekli ayı nüfusunda bir azalma gözleniyormuş. Bütün araştırmalar bir türlü sonuç vermiyormuş. Sonuçta bölgeyi bütünüyle gözlem altına almaya karar vermişler. Kışın en şiddetli olduğu zamanda, yazın buzlar erimeye başladığında, baharda çiçekler buzulları delerek, kar körlüğü gibi ışıldayan, mutluluk veren sarışın, gökteki ay gibi parladığında, bir ayının terminatör, kan içici bir barbar gibi hep dolaştığını görmüşler. Bu hayvan av bulamadığında, besin kıtlığında, diğer ayıları şaşkınlık veren bir kolaylıkla etkisiz kılıp, yok edebiliyor, günlerce yiyor ve bazı ayıları da yemeden bırakıp gidiyormuş. Sonunda olay çözülmüş, hemcinsleri bir ayı, diğer ayıları öldürüyormuş!.. Ama neden bu ayı diye düşünmüş yetkililer ve bir gece vakti bölgeye doğru büyük gizemi çözmek üzere harekete geçmişler. Dağlardan inmişler, tepelerden çıkmışlar ve bir gün uzaklarda sayısız ayının, tek bir ayıdan can havliyle kaçarak, sanki inleyip, ağlayarak kaçmaya çalıştığını görmüşler. Hızla bölgeye yaklaşıp, bu vahşi ve diğer ayıları katleden, devasa irilikteki 'zombi'yi etkisiz hale getirmişler!.. Ama yetkililer ayının yanına vardıklarında, bir de ne görsünler, gözleri fal taşı gibi açılmış, dehşet ve korkudan, neredeyse birbirine sarılmışlar. Nedeni şuymuş, yaşlı ve Zodyak gibi güçlü bu ayının, ön ayaklarından biri pençe değil; bir obruk, neredeyse kocaman bir 'El' gibi evrilmiş, kolaylıkla tutarak savurabildiği: Satırımsı, Teksas bıçaklarına benzer bir şeyi, güçlü parmaklarının arasında acayip biçimde, sımsıkı tutuyormuş!.. Meğer ayı, bu hüneri sayesinde us kıran cinayetlerini işliyor, hem cinslerini yiyor ve yıllar süren bir keyif, ferahlık ve gemi azıya almış bolluk içinde günlerini geçiriyormuş!..

PARANOYA

Benim bir ikizim vardı. Günün birinde öldü. Ama toplumun bir yarısı benim öldüğümde ısrar ediyor, diğer yarısı ise ikizimin. Bu anda gülme köpük gibidir, avcunuza alırsanız, geriye yalnızca bir acılık kalır diyorum ben. Ayrıca, bu konuda kimin öldüğünü biliyor ve bir karar vermiş bulunuyorum. Toplum ise kararımı bilmek istemiyor, bilse de kabul etmiyor ve sürgit bildiğini okuyor. Bir yarısı hala benim, diğer yarısıysa ikizimin öldüğü konusunda ayak diriyor. Bu olaya ilişkin bir kararımın olması sonucu değiştirmiyor. Durumdan dolayı şunu öğrendim ben. Bir konuda bir karar verebilmiş olsam bile bu geçerli değil. Benim için, türün öbür bireyleri, öbek ve kümelerin ayrıştıran eğimleri adına, herkes ve her şey için kararları ve gerekirse kararsızlık salınımını, toplumun belirleyeceğini ve benim konumumun bir geçersizlik, bir belirsizlik ve hiçlik olabileceğini artık öğrendim. Ama bu benim kişisel yaşamımı, umut veren yazgımı alt üst ediyor. Dünyamı cehenneme çevirip, bir kaosa sürüklüyor. Neden mi?.. Eğer ikizim bensem; O, yaşıyor demektir. Öteki. Ama ben ölmüş değilim ki... Ürpertici noktada bu. Bilmediğim biri mi var!.. Ölen kim?..

HAİKU

I Ne zaman 'doğdular' diyorum; / gösterip çiçekleri... / Arzunun çıldırtan nesnesi!.. II Gece de dolunay çıktı, / gölgeler soyunuyor. / Şimdi neye bakmalı?.. III Aslan ağızlarında dolaşıyor arı, / derin gölgeler / örümcek ağı. IV Bahara yaslanıp / Kapatıyor yüzünü. / Çiçekler bir günah gibi!.. V Yel öyle esiyor ki; / kokusu geçip gidiyor, / dallardaki çiçeğin. VI Bahar diye bağırdı; / Su şırıltıları / Gül kokuları... VII Kelebek çiçeği var mı / Arı gülleri / Göğsünde sardunyalar!.. VIII Kar kelebeği uçtu, yağmurda yağdı. / Bahar geliyor... / Gözyaşları güllerin!.. IX Gülümseyeyim diye / Öyle kokular yaydı ki; / Komşum ceviz ağacı. X Uçan kelebek. Çiçek. / Bal arıları. / Tanrı bir yerlerde gizlenmiş olmalı!..

BERGERİZM

sentaks kurmayı gibi bir tardigrad su ayısı gibiydim gezegenimizde ölüm yoktu astarı yüzünden pahalı hale gelenler kızıl güle benzeyen tozlar halinde yere dökülürler dallarında Anka kuşu kaynayan yaprağına Dürer gravürü çizilmiş yosunlu tabaklardan kemik iliği içtim Giges'in görünmezlik yüzüğü sayesinde kılık değiştirdim delilerin hamisi Kont Drakula'nın evine gitmek için bir çitin üzerinden atlayıp bayıltıcı kokuların sardığı yasemin çardağından süzülerek ahtapot gibi kafadan bacaklıların gezindiği avluya girdim bir Arap atı huşuyla şaha kalkarak kişnedi çekinmiştim aşağıdaki koyaktan gelen seslere kulak verdim tümünü gözetledim çayırlıkta envai çeşit su çiçekleri nilüferler gırtlağını şişiren kurbağalar vardı su şırıltılarının içinde gelin güvey oynuyorlardı ağılların oraya çıktım keçi gibi boynuzları olan sinikler gördüm orada kös çalıyor kavisler çizerek sıçrıyor göğsündeki kan pıhtısını yarıp kana kana içip bağrışıyorlardı çangırtılar arasında ziynet eşyalarımı boynumdan söküp aldılar yüz görümlüğümü geri verdiler çisentide kasvetli Yakup'u aradı gözlerim göremedim bir süre sonra son iç çekiş sırasının geldiğini söylediler bilinçle zevki sefa içinde yerine getirdim kürekle toprak atanları görüyordum birisi sürekli gülüyordu en doğrusu bu dedim sonra ilkönce burnum düştü kulağım eridi bağırsaklarımla altın midem onu izlediler vandal göğüs kafesim çadıra döndü acılarımı gizleyen yüreğim söndü tenimin bir giysi olduğunu anladım etimle kemiğim birbirinden iki yıldız gibi uzaklaşınca Adem'in oğlu gibi kalakaldım Peter'in kapuskası kara lahana yahnisi çörek otu püresi getirdiler cennet süpürgesi verdiler odamı temizlemem için mehdi kucağında kara kedi boynunda muskasıyla bana bakıp duruyordu üfürünce uçtu gitti sıratın kraliçesi yüklü bir fidye istiyor çığlıklar atarak inliyordu altın sikkem gece yarısı gizil sarayının surlarında çınlıyordu tan atımında yeşil gözlü katırımla uzaklaşırken Neptün'e doğru mızrağım düştü opak sistol eter diye bağırmışım kendimi ipek yastığın başucunda aynanın karşısında buldum ellerim pençemsiydi gözlerim kıpkırmızı porsuk çayı but fujer ağacı kollarıma girerek ateş fincanları ülkesine geri götürdüler biri bacak sayınız arttıkça hızınız azalır diyordu diğeri van Gogh'du sanırım resimdeki tarzımı Jüpiter'in renkli görüntülerine borçluyum diye lanetler okuyordu bir bir daha iki eder dediğimi anımsıyorum pek dinlemediler sanrılarıma arı kovanları dökerek yeni biçemlerle çılgın geceyi sürdürdüler sentaks kurmayı gibi bir tardigrad su ayısı gibiydim yaşadığım gezegende ölüm yoktu astarı yüzünden pahalı hale gelenler kızıl güle benzeyen // (*) Bergerizm; tümüyle alıntı bir metni, dizeleri, kendininmiş gibi gösterme, kendine mal etme işlemi. Bergerac Sendromu. Eklektik edebizm.

RÂMOLAN

Senin gözlerin hep kapalı / Bakılışın bir günah olmuş / Ellerin saklamış onları / Senin bakışların olurum / Olmasaydıların olurum / İç çekişlerin / Sen bana gelmelisin. * Sırtını dönmüşsün dünyama / Gökyüzü gibi küsüp ayrılmışsın / Senin solukların olurum / Yaşam ağacın, gözlerin olurum / Sarılırım, titrersin, ürperirsin / İman edersin medcezirlerime / Sen bana gelmelisin. * Senin ayakkabıların var hep / Ayakların sizlere ömür, gizlemişsin / Ateşe attıkların mı onlar senin / Adımların hep böyle gizli * Onlar götürdü seni / Dicle'nin Fırat'ına / Sirderya'nın Sırat'ına / Dönüşsüz yol ağızlarına / * Ayak parmakların olurum senin / Okşarım, severim, sorarım içime çeker gibi / Senin okyanusların olurum, mavi denizlerin / Sen bana gelmelisin. * Deli eden çatın olmasa senin / Sararan yaprak gibi düşersin ağacından / Senin kanın olurum ben / Dallarına su yürür, canlanır, güçlenirsin / Ayakların bir ışık, âmentülü ellerin / Dünyama dönersin şol gözlerinle / Sen bana gelmelisin.

DİL (Türkçe)

Felsefe susarak, pantomimle, gökseli ululayış veya görsellik, sanalite ya da herhangi bir edimle olasıdır, yapılabilir. Felsefe bir ideye dönüşmek için dili kullanır, hangi biçimde olursa olsun, Babil Kulesi bizim yekvücut olabildiğimiz tek bileşendir, öyleyse felsefe temelinde ancak dille bir omurgaya sahip olabilen bir ufuk gemisidir. Felsefenin Türkçeyle yapılamayacağını ileri sürmek dili yadsımaktır, dil insanlığın en büyük bulgusu, olmazsa olmazıdır, bunun için resulleri der ki, hem de Tanrısına râm olarak; 'Başlangıçta söz vardı'. Felsefenin hangi dille olursa olsun yapılamayabileceğini ileri sürmek, insanın kendini hiçlemesi, Tanrı katında aşağılamasıdır ki, Tanrının sureti olan bir yaratık için günahların en büyüğü, cehennemi bir söylemdir. Bunun ileri sürülebilmesi insanı / toplumu sürekli aşağı çeken, onu soy bilgiye, tutuma, yüceler yücesi bir çağrıya yönlendirmeyip, avam, vulgerize, en aşağı anaforların, tepkimelerin içinde boğmaya çalışan bir düstur, diskur, etik dışı, insanı her şeyin yadsınmasına götürebilecek bir tavır, bir farstır!.. Türkçeyle felsefe yapılabilir mi diye soru üretemeyiz, bu Truva Atı bir söylemin ürünü aciz bir tutum sayılabilir ancak, emperyal kültür cehennemi, gizil geriletme organizasyonu içindeki dünyalar, yerinden, yurdundan nefretle söz eden ve bir yanılsamayla, 'Cesur Yeni Dünya'lara göçen birer eleman, kobaylar üretmek için bir motto olabilir bu, ama insanlığın ulu gerçeği kutsal dilin yerilmesi ve onun küçümsenen, insanlık öksüzü bir şeyi olabilirmiş gibi algılanmasının yollarını açamaz, ne yazık ki bu olanaksızdır, çünkü 'Dil' insanın üstünde bir edimdir. O somut bir yaratılışın, elle tutulan göstergelerine sahip, bir kurt deliği olmayıp, tam tersine soyut, elle tutulup, gözle görülemeyen bir nendir ki, gerçekte Tanrı katından dizlerimiz dibine konuk olmuş bir töz, sonsuzlayıcı aşkınlıkta bir tansıktır. Çağların içinden süzülüp gelen kültür hegemonyaları, silahların gölgesinde yeryüzünü, ulusların çocuklarını zapturapt altına almış yüzyıllarca, görünmeyen güçlerin, sezilmez, pekişmiş önderliğinde, içimizdeki gönüllü, gönülsüz, bilinçli, bilinçsiz şövalyelerinizle bir ekin / kültür tutsaklığının pençesinde, mimesizme, plagiarisme, tilmizliğe özenen birer hominid olabilir toplumlar, ama bu sonsuza dek sürüp giden bir şey değildir, doğanın diyalektiği, köhnemiş saltanatı, rüzgârda savrulan kuleleri, yelkenleri, günümüzde başı arşı alaya değen gökdelenleri günü gelince yıkar ve gerçeklikte, kendisi olamayan hiç bir toplum felsefe üretemez diyebilsek de, Tanrının adaleti sözün gücünü hep eşit biçimde paylaştırarak, kültür saraylarına, katedral ve tapınaklarına tüm insanlığın katkısını aralıksız bir hak tanırlıkla gözetir ve dağıtır. Kültürel egemenlik, sonsuzluğun terazisinde insanlık için olanaksız bir edimdir, her insan, her toplum kozmosa varlığıyla, sözüyle, düşleriyle sürgit bir katkı verir ve Tanrının sevgili kulları sözü bu hilkatten gelir. Fason, verili, pastörize, parçalı bütünlükle yetinen ve tüm temel gereksinimleri dışarlıklı / dışa bağımlı, skalada en altlarda yer edinen bir toplum, yalansı / yanılsamacı bir uygarlık, sahte profil ve yaşayan ölülerin gezindiği bir cennet olabilir ama gerçek hiç bir zaman bununla sınırlı kalamaz. Kölecil bir toplum bile diyalektiğin, acımasız / görkünç adaletinden kendini kurtaramaz ve sancağı devralarak günün birinde, kesenkes bir düşün peşinde koşarken bulur kendini, öncülük sırası ona gelmiştir, erinç veren gerçellik, tarih boyunca yeğ tutulmuş, içrek, ezinç içindeki tutsaklığa eğimli / kölecil toplumlar bile anıtsal bir kültürün almanağında yaratılarını sergilemiş, adlarını yazdırmışlar ve günü geldiğinde tanrı katında kutsanmışlardır. Bu tür düşünce, diyesim herhangi bir dille olsa bile, felsefe yapılamayacağını ileri sürenler, çağın korkunç derecede gerisinde kalmışlardır, uygarlık göreceli bir kavramdır, (Vankulu Lügatı'nda patlıcandan kıl, kıldan solucan olur mizahıyla alay ediyor olsanız, şeytani bir misyonun kılık / kılıf değiştirmiş ceditleri de olsanız bu gerçek değişemez) kültürel patronajın sahipliğini üstlenenler, bu tür zırhı, türün öbür bireylerine, bir savunma kalkanı gibi kullanıp, önde koşarak, öncüllükle, etik ve estetik yüksünmenin, çürümenin ve toplumu geriye götürüyor olmanın gizil önderliğinde, kahraman sanılmanın illüzyonuyla taht sahibi olabilseler bile, bu düşkü, anlayan için, insani olanın, derin bir ikiyüzlülüğüdür. Çünkü ileri sürülen olanaksız bir şeydir, bilinçle doğrultulmuş hiç bir silah geri tepmeyebilir belki ama zamanın içinde dogmalar ve yanılsamalar, yanlışlar ve bağdaşıksız yinelemeler, rüzgârını yitirmiş bir mızrak gibi kaçınılmazlıkla yere düşerler!.. Zamanın efendiliği, satanizmi, sulta'nizmi, peronizmi yerle bir ederek, vortisizmin, fütürizmin kollarında yelkenlerini açar ve yeni dünyalar yaratarak, onlara konukluk ederek, dilimiz tutulurcasına haykırmayı sürgit başarırlar. İnsanlığın biricik yazgısı budur. Bir toplum ki ayrıntıya önem vermez, onun için roman yazamaz / yazılmaz diyebiliyorsak bu doğrudur belki, belki felsefede böyledir; yapar gibi görünebilirsiniz, yazar gibi görünebilirsiniz, nicelikten niteliğe geçmek, üstençle yüzyıllar alabilir belki de ama her insan, her toplum Tanrının bir sureti, bir oymağı olarak, felsefeden nasibini / payına düşeni alacaktır. İnsanlık düşünebilsin, felsefeyle her ölümünde kendini yeniden yaratabilsin diye doğurulmuştur ve Tanrı bir doğuran, bir yaratan olarak bir monark, pederşahi babamız değil, tüm evreni kucaklayan anamızdır bizim, biz kendimizi her seferinde yeniden yaratıp; üretebilelim, yenileyebilelim, yineleyebilelim ve değişkelerin sonsuz açımlarla süslü cennetinde yıkanabilelim diye doğurmuştur o bizi!.. Bir paradoks gibi gözükse de, dekadana teslim olacak kadar kul işi bir eğretilik, yeknesak bir yapı gösteremez insanlık!.. Felsefe yapmak için kısacası, dilin değil Tanrının yarattığı kimesne olmak yeterlidir, bu bakımdan erişilemez de değildir felsefe, uzanabiliriz ona, sağlıklı, coşkulu, inanç ve güvenç içindeki birey / toplum bir esemeyle ve kolaylıkla yaratabilir onu, çünkü; gerçekte bir umacı ve tansıklar toplumu değil, ardışık, açık / aşkıncı bir doğunum, göz alıcı bir yapıntının, anlaşılır bir 'Üretke'nin bir süreğeni olabilir ancak insanlık!.. Durcanın yürümesini, işitmezin duymasını, görmezin algılamasını Tanrıya hasredecek kadar pagan değildir o, kimi zaman felsefenin, felsefi olanın tütsüsü masallarda gizlenmiş olsa bile, biline bilirlik ve erişilebilirliğin ceylanıdır o, bir Tanrı parçacığıdır. Sonsuzca arayacağımız Higgs bozonudur o, bilginin kaynağı, içrek ve dışrak olanın haznesi ve öğütücü değirmeni salt kendisidir. İnsanın, -yaratmış ve yaratılmışın- kendisi dışında bilgi yoktur!.. İnsan felsefenin ta kendisidir. Her birey dilini ayırmış olsaydı bile, gökleri yere indiren, sonsuz erinç, dinginlik duygusu veren felsefenin, estet ve engin denizlerinde yüzmüş olmaktan kendini kurtaramazdı. Kimi zaman düşünülenin aksine, o olmasaydı eğer, uçsuz bucaksız yoklukların, sonsuzlara dek uzanan boşlukların ve zamanın döngüsünde bizi acımasızca kemiren, özümüzün yitip gittiği hiçliklerin uçurumuna çoktan savrulmuş olurduk. Peki salt'ık insan bu durumda felsefeyi nasıl gerçekleştirecektir... ? Felsefe yapmak gerçekte bu kadar basittir.

AHMER

Çiçek tozlarıyla tütsülenmiş gövdesi, tuz gibi ak / Körebe oynayan denizlerin tendonu burkuluyor / Taş basamaklara çöküyor ağır bir külçe gibi ağıyor / Sorular soruluyor ışık körlüğü şeyler gömütler uğruna / Ölü dalgıçların köpüklerinden tapınaklar süzülüyor / Soyu tükenmiş melekler görüyor yazgılarını okuyor / Kara inciler saçıyor meyvesi yeşil kuş olan ağaçlara / Sonsuz uykulardaki tanrıların sesini ayırt ediyor / Cansız şeytanlara adaklara sunaklara bakıyor / Yaprakların sesini biliyor ağaçların kokusundan anlıyor / Yosunların ruhunu belliyor ayın volkanlarını görüyor / Göğün dolambaçlı yollarından kelebekler uçuruyor / Yıldızların konumunu çiziyor uyandırıyor hidraları / Cosima'nın koridorlarından Lehar'ın korularından / Tungstenin yüreğindeki ifriti karanlığı soruyor / Algol süzülüyor yavaşça bulutların biçemini alıyor / Yüzyılların öyküsünü arıyor geleceğin dilini anımsıyor / Konuşuyor...

KORKUNÇ İVAN

Mısır tarlalarında uçuyor, çay yapraklarında / Dolaşıyor arılar, kelebek, baryonik maddeler. / Avrupa'nın tanrıları, Asya mabutları, Afrika ilahları / Bulutlar, melekler ve Desire'nin yamaçları / Mikronik, manyetik monopoller, metropoller / İşte diyorum Faraday geliyor, demans oluyor / Silezya'da, Prusya dağlarında, III. Osman'ı arıyor. / Demir topuklu ayakkabılar, harem ve kasırlar / Voids-boşluklar, parabolik yansıtıcılar ve Bap'ül Mendep / Seksör, reformatör ve dronlar yamaçlarda uçarak / İkonlarımız dağlarda koşarak, çan çalan tavşan / Dans ediyor, gece kuşları ve eğleniyor Fahrenheit / Tanın çiyi boyun bağlarına bakıyor, Tanrı 451'de duruyor... / Kimdir Akhenaton'un Efendisi, varlık dil evimizdi bizim. / Dalgınlıkla evrenler, kar adamları yaratabiliriz / Bir kaoslar boğazı; bir çatışkı ve bir yinelemeyiz biz.

EPİKÜROS PASAJI

ötekiler ne güne duruyor diyebilir miyiz eğer protesto fiziki bir çılgınlık değilse bir tersinir edim olmalıdır fizikiyse ki vandallıktır protestman çok şey yitirmelidir diye algı kapılarından geçiyor düşünüyorumdur bir çift nü iki nisa ile gülperinin Asitane'de bir arenada güreştiğinde modernite uğruna kitlelerin sosyal yetilerini yeteneğini anlaksal kıvraklık düşünsel çevrenle düşlemini edinebildiği ekonomik erkle varlık alanının ötesine taşıyarak çağdaşlık taslanamayacağını sonuçta gericilik portalına dönüşen bir figürün oluşacağını yazıktır ki bir köpeğe gözlük süsüyle solfejler giydirerek avangartla dadaist bir tutumu yakalamaya çalışmanın fetişizmle özdeşleşmek olup aç bir köpek için zulüm ve aşağılama işlemini karşılayacak sübjektif bir kaldırım serçeliğine soyunmanın Haşepsut sakalıyla berkitilmiş doğrudan oryantal paganizmin bilindik tuzaklarını pastişlerini yineleyen hepçil kleptoman magazinel sadomazohizmin sanat kisvesi önderliğinde kitleler için uyuşturucuya bedensel fetişizmin absürt kaba bir sunum bulandırılmış erotizmle derinde light ama kurnazlıkla bezenmiş yanılsamalar eşliğinde sonu küstahlığa varabilecek bir sanat fenomenine dönüşmesiyle bu tür sanatın illüzyonal gözbağcılık olup bir yanılsama duyularla yönetilen algı bozukluğu giderek yadsıma bir mastürbasyon toplumu yaratmaya ilişkin celladına bağımlılık formülasyonuyla şifrelenmiş etik dışı performans üretmekle becerikli yeti dolu göz alan bir geriletim gönülçelen azılı bir skolastizm yerinde saymacılıktır bu pavyon vandalizminin modernite adı altında geliştirilmesi ehlileşen yaban ruhların birer tüketici elemantere dönüşerek eşyalaşan bedenin kimlik deformasyonuyla köleleşmiş çağdaşlığa yükselen coğrafik yerel sanatçıların mimesistik -taklitçi- papağan ya da guguk kuşu olmasına yol açan skandalist birer objeye evrilerek zombileşme nitelikli sanat izleyiciliğinden uzak görsel şaşırtmacalarla yetinerek öncelikle onların dipten gelen dalgayla evrensele yolculuk nasıl olur noktasında etik olanı estet olanla harmanlayarak edimle edinimlerini değişkelerle süsleyip öğrenmeleri gerekliliğinin zorunlu kılınma ya da soycullukla çabalama noktasında matruşka ya da taş bebek üretimi usulü bir sanatın veteranlarının jambon gibi üç kişinin göz attığı lüksetik sabun yanıltıcı doyunçsuz azınlık resitali bir serenadı olmakla soap opera illetine bağımlı köklerinden uzağa düşmüş eARTh lahanaları olmaktan kurtulmalarını sağlayacak ambalaj hümanizminin pençesinden sıyrılarak sansasyonel fasonizmin kuyruklarında yükselen edilgen içrek tutsaklığın piyonları olmanın sevecenlikle gönül engeliyle önüne geçilerek yüzyılımızın global holding uygarlığına biat etmek dolayımla sunak kurbanları olmaktan kurtulmanın ötelerinde üçayak bilim sanat politika triumvirliğinin gerçel hak tanırlığında doğal siperler edinmemiz kısıtlı kısır ufkun açmazlarını dize getirebilip aşkınlaşan toplumsal güdülenimin dirimcil düşleriyle serpilip gelişmemiz kendimizi gerçek anlamda yenilediğimizde hominidleşen pöstekilerimize tutunmayı bırakıp yaşamın uyumla içrekleşmiş çağcıl coşkun varyantlarında koştuğumuzda işte o zaman ötekiler ne güne duruyor diyebilir miyiz eğer protesto fiziki bir çılgınlık değilse bir tersinir

TABLET

Ey Petra vadilerinin kanatlı ceylanı, / Sesi göklerde yankıyan, ey suskun volkan. / O büyük adanmışlık, kahreden inanmışlık / Ey unutuşu affın nişanı, affı günahkârların şanı. / Ey Venüs tepelerini arşınladığım / Ey kutsal çılgınlığım, uçurumlara uluyuşum. / Sızlayan kaburgalarım, kıvılcımım / Ey kan pıhtısından soluyuşum. / Vahşi çağlardaki ilkel varoluşum. / Ey damarlarımda gemi azıya alan, öç saatim. / Ey dizginsiz sıvım. / Ruhumun su içtiği bataklık. / Son iç çekişim. / Dünyalardan, dünyalara geçişim. / Acunlarla bütünleşen, kozmik parçalanış. / Ey sınırsız acılar, sonsuz gülümseyişim. / Tanrılardan tanrılara koşarak / Varlıklardan hiçliklere uçuşum. / Ey aşka aşık olanların kapısı / Yaratanın aşkla yaratılışı. / Ölüşüm, dirilişim, ruhtan ruhu içişim. / Ey ölümlerden ölüm beğenişim. / Ey ana rahmim, esin perim, Meryemim.

BERENİCE

Berenice'deydik / çöl ceylanı bakışlı / ürkek ve gizemliydi. / İnsan tinini / alıp götüren bir şey / tuhaf bir gizem var / bu toprakta / bu canlıda... / Görünmez bir görkemin ardında / inci gibi ipek yürek / ellerde bahar kokusu. / Ölebilirler / ama öldürücü değil / sevebilirler ama / can alıcı, kristal bakışlılar. / Kırılgan şeyler / Gerçek mi ki... / Alnında siyah bir büyü / Dünya derler bir yurtlukta / Abbasiler'e götürür gibi. / Kaba ve hoyrat bir hibridin / bir şeyh hominidi bu. / Kozmosu kavrayamamış / aç gözlerin cin evleri, / çulsuz, aşkiya ve çapulcuların / imanına düşmüş gibi. / Bir tavus gibi süslü, / cennet sümbülü gibi / kokusu olmuş / Adem saraylarının / bin bir gece masallarının. / Ağız galaksisini yakmışlar / Ama hiç öpmemişler, dokunmamışlar / bu nasıl olabilir ki. / Boynuna hançer süsü gibi / yılankavi boynuz da asmışlar / bak bu doğru / bir çöl ceylanı bu. / Muska var boyuncuğunda / yürek biçimli / sunakta boyun eğecek / mavi kanı içilecek / bir maral gibi. / Acunun bir çene gülü / boynundan aşağı / diyagonal zülüfler / günahları mıdır / kara yazgısı mı... / Haykırmak istiyorum ben / dilini yitirmiş, bu çılgın, / kışkırtan arzuya, bu ahuya... / Şiddet ve cinnet içinde saldırmak istiyorum / aynaya yansıyan evrenin düşmanıyım ben / yeryüzü varken bu ceylansıya katlanamam / onu yok etmeliyim severken. / Ben karanlıkların içinde / vahşeti ve hiçliğinde / peşinden koşarak, onu arayarak, / onu anarak, silinip gitmeliyim. / Ben onun Berenice'i / bir estet, güzellik aylası / bir cennet hülyası sanmasına / katlanabilir miyim. / Öyleyse onu yok etmeliyim. / Tüm evren bir cehennem. / Tanrının onu yaratmakla / bir kapris uğruna / tüm yaratılmışları / hiçlediğini / göstermeliyim. / Ve 'Şükran' duymalıyım / bu kutsal gerçeklikten / onun adına ölmeyi bilmeliyim. / Karanlığıma dönerek / onu aramayı / uçsuz bucaksız boşluklara / uçurumlara yağan yağmurlara / haykırmayı... / Sonsuza dek inlemeyi / sürdürmeliyim.

ŞUNOK

Tanas etkeçreg riden / Muroyimelib nani / Riden esyelyö naka / Eneg muroyimelib nani / Riden almaşay munuros / Kulşob keredig royıtra / Miğilçih reh neçeg nüg / İmeg ayıza royıla / * Kamınat miretsi imidnek / Miyederen miyen neb / Rib ülrüt zemçeg tikav / En royulo nedemeyid / * Keredig royıtra kulşob / İmiçi ikleb royıkay / Adevle nekred ayaynüd / Ralıça pılıça royınapak

PENELOPE

''Meryem adına...'' / Sesini duyamazsam sanki aradan yıllar geçmiş gibi oluyor, senin sayrınım ben. Geçen gün, senin evin sanırım, kitap, kedi çok zevkli ve entelektüel biri dedim içimden, üzüldüm ama, solacak bir gün bu yeryüzü meleği dedim, kocaman kitaplar, bilir misin kitap her evde olan bir şey değil, kitaplı evlere özel bir saygı duyarım ben. İnsanlar tarla, toprak, cam, çerçeve yığarken, kitap biriktirene elbet özel bir duygu beslerim içimden. Seni görünce öptü yüreğim ve kederlendim... Dünyanın bir ucunda bir insan, tasımlar, düşler... Aynı bakış açıları, eARTh, özlemler, ütopyalar, takatsiz kalmalar. İşte sırf bu nedenle, yaşamım boyunca severim seni, bilemezsin o duyguları, göremezsin, sesini duyamayınca, sırf bu yüzden bir hınç oluşuyorsa, bağışla, neden biliyor musun, benim sevdiğim, gönül verdiğin biri seni anlamazlıktan gelirse, insanoğlu afallıyor ve sevdiğinin ruhunu boğazlıyor... Sakın bu can alıcı deme, şu demek bu, ''Seni aradım, neredesin baba dedim, uçsuz bucaksız boşluklar ve uçurumlara yağan yağmurlardan başka bir şey göremedim!..'' İnsan gerçekte sevdiğini öldürebiliyor inan... Düşmanını değil, ama zamanın hiçlikleri, hayatın amansız baskıları, sonsuzluğun boşlukları bir şeylerin yok oluşuna neden olabilir, bir şey anlatmak için, hiç bir şey demeyip, susabilir bazen insan... Sevgi aslında cismani değil, o cismaniliğin gölgelerini, izdüşüm ve illüzyonal yansımalarını seviyor insan ve gerçek, özne; yok olursa, ötekiler de siliniyor, yitip gidiyor birden. Sen yoksan, olmayınca, onlarda yok, o zaman senin, sırf bu yüzden yüreğini incitmeyi düşünen bil ki, gerçekte senin değil, gölgelerini, anıştırma ve anımsatmalarını ve yansımalarından öz bilincine düşen, o cevhersi tortunun kazanımı; o erinç ve onulmaz, doyunçsuz varsıllığın; yok olup gitmesini, yitmesini istemediği, elinden kaçıp gitmesine bir uyar gösteremediği için saldırganlaşıyordur diyebiliriz, böyle midir insan!.. Ben seni seviyorum derken, bunun ne kadar gerçek olduğunu ölçemiyorum inan, ama merak ediyor ve soruyorum şimdi, ey tanrım, seviyorum ne demek?.. Anıların canlanması, özlemi duyulan şeylerin, umarsız geleceğin seninle görünüyor olması, yaşam bulması mı; Ona tutkuyla bağlanabilirim derken, bunları yaşamak istiyorum, anılarımı, can alıcı paradokslarımı yaratarak, yok ederek, uzamın ve zamanın içinde bir şiir söyler gibi, sabanla sürer, göklerinde kanat çırpar, yüzer gibi, kendi yaşamımın içinde, ikizimle yolculuk yapmamı sağlayan, o ceylanı seviyorum derken, gerçekte beni bağlayan bu şeylerden kopmak istemediğim için, tutsaklığın cennetinde, her şeyi hiçlediğim, onun varlığı benim için vazgeçilmez ve giderek benim varlık nedenime dönüştüğü için mi pusulam, göklerde yalpalıyor ve uçarak savruluyorum ben. Salt buda olamaz, bu her şeyi olağan hiperbollerine indirgemek olur elbette ama gerçeklik payı yokta denemez, ayrıca şunları yazıyor olmak, olabilmekte bağlılığın bir türevi değil midir, öyleyse bu ve yeryüzünde sözü edilemeyen tüm nenler adına ve neler varsa, sevi sanrısı / tanrısı yavaş yavaş kendini oluşturuyordur artık, bu bir an kadar kısa süren bir düşsellik midir, var oldukça sürecek bir umar mıdır, zamanın içinde bir masal mıdır, onu bilemiyoruz, bilinmezlik koridoru var artık orada, ama insanlar o koridorlarda ne yeminler ediyor, ant içip, bağıtlar veriyor ve çamurdan doğanların hiddet ve şiddetine bulanıyor, olağan kuşkuların karanlıkları içinde, umarsızlığın cehennemlerine yuvarlanıyor ve senin arı dilinden süzülüp görüleceği üzere, volkanlardan volkanlara savruluyor artık!.. (Ey tanın tanrısı, kuşlukların perisi, papatyanın, nergislerin kokusu, dağların, yamaçların gölgesi, ırmakların cini, yıldırımın cinneti ve sabahın ışığında koruları dolaşan tanımsız varlık, yardım et bana, göklerine al beni, sar, kurtar beni!..) Sana gizlerimi açıklamak, günahlarımı yüzüne vurmak ve simyanın büyüsüyle, bir gaz ve toz bulutu olup boşlukta savrulmak için yazmış değilim. Tam aksine, tanrıya doğru yola çıktığımda, senin suya düşen suretini öpmek isterken, düşerek boğuldum ben. Seni bu evrende, korkunç bir şaşkınlıkla yanımda bulabilseydim ve seni ruhumun karanlıklarında, sessiz bir totem, tanrısal bir gölge gibi duyumsayabilseydim, belki hiç bir şeye değmeyecek şu yaşam için, yaşamaya değer bir ruhu ele geçirmek, (bu tanım ne yazık ki doğru, çünkü evren dikenli gölgeleriyle, sonsuz bir boşluktan ibaret ne yazık ki) onun tutsağı, kölecil bir efendisi olabilmek, neredeyse tanrının kudretine ulaşmak gibi bir şey diyebilmek için yazdım sana ve onun sureti addedilmiş bizler adına... Bu gerçek olabilseydi, sonsuz bir mutlan içinde, kendi zalimliğim ve hiçliğimin içinde yaşar giderdim. Zalimlik budur işte, ulaşılmaz denilen 'zafer sarhoşluğu!..' Ama dönüp kendime baktığımda duygularıma acıyorum ben, ne olabilir ki diyorum, ama öyle değil ne yazık ki, her varlık kendi aleladeliği içinde onulmaz bir evrenin peşinde, bir otağ kurmanın, bir dünyaya sahip olmanın, yaratmanın veya gökyüzünün burçlarında adı yankılanmış bir kenter olmanın peşinde, bir barbarlık ve uygarlık adına, ruhunun umarsız hükümranlığında, ehlileştirmek istiyor ruhcağızını insanoğlu... Bir paradoks mudur bu, ne için, neyin adına ve neyin uğruna!.. (Çağımızın Faust'u us tutsaklığı artık, kanatlı İsa yeryüzüne indi ve Antakya'da göründü ve işte Tarsus'a geçti, Zaliha kıtmir soyundan Yemliha oldu, hidrojen bombası düşsel apış aralarında geziyor, Maria'nın kanlı gözyaşı denizin şarabıyla gospel söylemek, Muhammet'in tabutu binbir gecenin mücevher sandığıdır, İsveç özgürlüğün burçlarında dolanan siyah bir lale, seni takdis etseydim düşmüş çocuğun Mesih olurdu, işte muskan burada geceyi duayla geçir sen bizim evladımızsın, İsfendiyarlardan olsaydık inan ekmek öyle ucuzlardı ki, büyük babam Detroitli anne tarafım Ciddeli alim Kasvetli Vehbi'nin nedimlerinden, havarilerden Baltazar'ın yedinci kuşağındanım, aşk özverinin hipotenüsüyle sonsuzluğun katları mıdır, bendeniz aziz Pavlus'un reenkarnesi genç bir kaplan, Jesus beyaz bir yük hayvanına binecek kuyruklu yıldız eşliğinde bu gece sana görünecek, barış uzaklardan gelirken Neptün koynuna girecek, Russel kupası kilisenin zangocuyla kara propagandaya çıktı ve Denver sinagogundan bir sefarad Montreal'de ah ne çok sevmiştim şarkısını söyleyecek!..) Ruh bedenden o kadar büyük ki... Ne yazık ki hiç bir beden vedalaşarak ayrılamıyor, ayrılabilmiş değil şu yeryüzünden, yalan bu, çünkü ruh bedeni bırakmıyor ve nerede olursa olsun, ne kadar umutsuz, saçma, doğru, eğri, gerçek, düşsel veya düşünsel olursa olsun periferisini kendi içinde öldürerek yeni bir kıvılcım yaratmanın utkusunu tatmak istiyor, her beden, her ruh, her peygamber, her dilenci, her mabut ve gelip geçmiş tüm tanrılar ve şeytanlar ne yazık ki böyle!.. Ve bu nedenle; 'Korularda, uçurumlarda, zaman dışı sessizliğin akıp gidişi / Kayaların, taşların, soluksuzca can verişi / Tozların amansızca yükselişi ve direnişi / Kuralsızlığın, acımasız kuralları kuvvetlendirişi / Güneşten ve ateşten akıp duran -solgun- gözyaşları Ve benim dağlarda, rüzgârlarda umarsızca dolanan ayak izlerim Sorup duruyor; Kimim ben? Ben kimim?..' Onun için sözlerime inanmalısın... Hiç bir zaman karşılaşamasak ve hiç bir zaman göremesek de birbirimizi, bir zamanlar neler yazmış gökyüzünün boşluğuna deseler bile, yerle yeksan olmuş gömüt zambağı, şişelerde saklanmış kabir tozu olsam bile, doğru ve insani şeyler bunlar, şu sevdanın yolları!.. Denilebilir ki, seviyorum dediğinin kanı; kendi kanı içinde aksın istiyor insan, aşk; öznesine yönelmiş çelik bir süngü; bir şiddet ve yok etme arzusu o!.. Ama yaratılan ve yaratmış olmakla olası bu... Bir paradoks!.. Anlaşılması zor ve us dışıdır belki de... Yazmak ve düşünmekse ne yazık ki sınırlı bir edim. Gariptir, yazdığım, yazabildiklerim; düşünebildiklerim benim!.. Öyleyse cehennemin gölgesinde başa dönmelisin... Sana tapıyorum ve seni seviyorum ve diyorum ki; ''İthaka'nın patikalarında hep birinin izlerini ararım / ve onun unutulmuş kralını, yıllar önce Troya'nın / kurnazlıktan ötelenmiş kimsesizini; / umarsızca bastığı toprakları düşünürüm, / sabanlarla gölgelenmiş ve yitip gitmiş evlâtlarını, / yazık ki başlıca övüncemdir bu benim. / Yeryüzü yaşamının elvermeyişine karşın, ben, Odysseus'um, / köklerimin derinliği Hades'in karanlıkları arasında / Tiresius'un Thebes'in gölgelerini gösterir / boğuntuyla dolu sevdanın kıvrımlarını açarak / Hercules'ün silüetini karşıma çıkaran / düzlüklerde aslan hayaletleriyle boğuşan / ve Olympus'un doruklarında tanrılarla çatışan. / Bugün -Şili, Bolivar- caddelerinde sürtüp duruyorum / belki üzünçler içindeyim, belki mutluyum / Artık 'Hiç kimse' olmak istiyorum.'' (Ve neden böyle bilemiyorum?..)

28 Şubat 2016 Pazar

SON İÇ ÇEKİŞ (II)

Korularda, uçurumlarda, zaman dışı sessizliğin akıp gidişi / Kayaların, taşların, soluksuzca can verişi / Tozların amansızca yükselişi ve direnişi / Kuralsızlığın, acımasız kuralları kuvvetlendirişi / Güneşten ve ateşten akıp duran gözyaşları / Ve benim dağlarda, rüzgârlarda umarsızca dolanan ayak izlerim / Sorup duruyor; / Kimim ben? / Ben kimim?..

III. TEKİL KİŞİLİK

‘'Tüm evreni zehirliyor / o altınsı sarılık. / Ve kurt deliklerinde işte / güneşleniyor som varlık!..'’ O kaosun ejderi... / sonsuz yoklukların / yok varlıkları. / Aksiyomatik kanıtlar / elemanter sistemimiz / asal sayılar. / Utarit gezginleri / İrrasyonaliteler / Ulam teoremleri / ‘Zamanın her anında, / birbirinin zıttı iki yerde, / birbirinin aynı iki şey var!..’ / Cebirsel topoloji / Hipotezler, tanıtlar... / Yüzü yok Apeiron'un!.. / Nesturi astrolabı / Fields madalyası aldı. / Aeropeum betiği / som-kül renkli! / Poincare / İndex teoremi, / Perelman / Duns Scottuslar!.. / Kanımda lenfoma geziyor, / güneşimiz Aziz Killer, / altınçağ!.. / Yüce Yara'dan bana, / ölüs yüzlü Alfonso’ya / sormuş olsaydı eğer; / Verimlilik geni; / kanatlarla gelir / Girit tekerleği / Akreditasyonlar / Rekonstrüksüyonları / Mikail’e benzetirdim. / Ey pleurodiralar! / ‘Zamanın her anında / birbirinin zıttı iki yerde / hiç esmeyen iki rüzgâr var…’ ... Biliyor musun Morpheus / gölgelerdeki yaşamımız; / Döner boyunlu kaplumbağalar!..

BİR DÜŞMAN YARATMAK

Gözlüğümü, tam çekmecenin önüne koyuyorum. Onu aradığımda, büyük güçlükler çekiyorum ve ancak diplerde bulabiliyorum... Çekmecenin içinde biri var ve bunu hep yapıyor!..

KUTSAL BAĞ

Gözümün önünde bir dilenci, bir dilenciye sadaka verdi.

KARINCA

Mavi at döşemeleri kemiriyor, gölün kıyısında çığlıksız bir doğum, kızıl bir taç tutuşuyor alevin ardında, bir kuyruklu yıldız iniyor gökten, çiçekler serpiliyor bahçeye, ışık kamaları ayın renginde, bir çocuk elinden tutuyor peygamberin, yel değirmeni yürüyor denizde, uçurumlara doğru yerinden kayıyor dağ, su içtenlikle görevini yerine getiriyor, koltuk yer değiştiriyor, perde yavaşça kıpırdıyor rüzgârda, ampul yanıyor, kuşlukta ovaya iniyor köylü, ormandan baykuş çığlığı yükseliyor, yağmur çiseliyor, nükleer başlık giyiyor kentler, adalarda tangayla dolaşıyorlar, soba yanıyor kerpiçlerin arasında, derelerden bir kuş uçuyor, silah talimi işte çitlerin orda, örgü örüyor biri hırsla, gölgeler kulaç atıyor ırmak suyunda, ekmeğin buharı yükseliyor kamyonetten, yolun kıyısında düşünüyor biri, alandaki heykelin altında kalabalıklar, Arnavutluk'a yürüyor bir dilenci, mısır tarlasında haç gibi duran korkuluk, güneşin içinde inliyor öteki, karanlıkta yaklaşıyor Mikail, işte yelkenli bir gemi, rayların arasında ölü bir kertenkele, buğdayları titretiyor çekirge, Meksiko diye bağırıyorlar, buzlar arasında yürüyen görevli, aya gidiyor bir adam, sazların arasında duran balıkçıl, bulutlardan iniyor bir melek, yıldız içlerindeki helyum, dünya dört köşe diyen bilge, koşarak uzaklaşan bir maymun, kayalarda arı yuvaları, büyük adımlarıyla uzaklaşan fil ve kendini unutmuş düşüp kalkarak selam veren bir karınca, belki de her şey bir karınca, evet tek bir karınca!..

YAZAR

Bir daha dünyaya geldiğimde sakalım olmasın isterim. Çünkü öğrendim ki, yaşamımda onu kesip biçmek için ayırdığım saatler, bir roman yazmaya fazlasıyla yetiyormuş ama hâlâ bir romanım yok, yazık ki sakalım yerinde duruyor.

EMEL DENİZİ (I)

I Ey doğurgum. / Arap rönesansının siyah güneşi. / Epifanisi Endülüs'ün. / Ey erinçsiz boşluklar. / Sofist bedenim. / Ey boyun eğmişim. / Ey kuşluk gecelerinin kuş cıvıltıları. / Bedreddinim solmasaydı. / Timuri olmasaydı. / Ufuklarında gider gelirdim. / Ey ateş saraylarının hasekisi. / Mahrem yuvağının kızıl zambağı. / Ey alınyazısı cennet bağışı. / Keder görmemiş kaknus. / Ölümsüz iksirlerin körpe sihiri. / Morfolojik çiçeği. / Aşkiyalar taburum. / Ey antimutluluklar. / Pratik usun postulatları. / Ey tanrının mühürü. / Gönül çelen. / Safsata gülü. / Ancient şarkılarım. / Antinomiler. / Duyusal algılarım. / Metafizik tinselliğim benim. / Ey hermeneutik görselim. / Tanrısal bağış. / Hükümranım. / Ey bedenler ikizi. / Çift ağızlı ıtır. / Eski Ahit'im. / Gülen gözler. / Uyluk süren perennisim. / Ey altın düşler. / Versatilim. / Archimedes'in yakıcı aynası. / Sicilya'nın manivelası. / Erken ilkçağım benim. / Ey özsel bilgim. / Platonik angajeler. / Ruhu revanım. / Benliğim. / Ninova'nın mavi yüreği. / Asur kapısı. / Bedenimin tanrısı. / Aynasında serpildiğim. / ''Ey geleneklerin yaşamı / Gerekçelerinden uzun olamaz / Aşkımız solamaz dediğim.'' II Ey gelecekteki geçmiş. / Örüntülerim. / Mentalist Kartezyen. / Ey özsel sanrım. / Etik politiğim. / Ey özüne karşı olduğum. / Otoriteryenim. / Tenimin kırbaç izi. / Somut dolaysızlığım. / Ey kutsal sandığım. / Düşünümüm. / Ey Galile'de su içen ahtapot. / Öğle güneşinde sevişen öglenalar. / Çiftleşen gardenyası tan aklığının. / III Ey yürekler Dadası. / Kurbansal ikiliğim. / Hipostazım. / Önsezim. / ''Ey bilinmeyene giden yol / Bahadırlar yoludur dediğim.'' Ey kızıl meskenim. / İçselliğim. / Maksimlerim. / Ey diline massedilen göstergeler. / Kara kinim. / Dolaysız özdeşliğim. / Dilthey'im benim. / Ey kaygı kavramım. / Dikotomim. / Ey kalıtsal günahlar. / Saf formelim. / Biruni'm. / Ölümlere yeltendiğim. / Ey ilişsel kipim. / Platoncu anımsama. / Çekoslavak güneşim. / Kutsal Venüs köpeğim. / Ey karga eti tatmış İsa. / Musa'nın saksağanı. / Ontolojik dilim. / Ey mitolojim. / Ey varoluş çabalarım. / Dizginsiz yaderk. / Sodomlu İbrahim'im. / İlineksel sanrılar. / Ey kösnül güdülenim. / Kahreden uygarlığım. / Zorbalığım. / Ey vulvasında uyuyan. / Töreselliğim. / Ey katmerli arzular. / İsteriler. / O çılgın belirimler. IV Ey göksel sanrılar. / Başkasındalığım. / İndividüal ürperti. / Pretoryen prensliğim. / Ey erojen sancılar. / Erekselci düalizm. / Ereksiyonerliğim. / Kökel Şapunzel / Ey külli günahlarım. / Suç izleğim. / Kaotik psişizm. / Öncelim. / Ey başkalıklı demoniğim. / Tanrısızlığım. / Öteki benliğim. / Mefhumum meftunum. / Ey teninde maddeleştiğim. / Zamana dokunduğum ey. / Ey vaginismus argümanı. / Yüz vermez uteruslar. / Ey heterojen kederlerim. / Homojen isterler. / Totaliteryenim. / Zehr ağım. / Hep yeniden kuşattığım. V ''Eşitlik uğraşları / Barışıklık çabaları / Yeryüzü yaşamına tutunma / Umarsız birer oyalanmadır dediğim.'' ''Assos'ta / bu toprağın şarap tanrısı / Dionysos'un onuruna / kadeh kaldırmak / ve gün batımında / bir çello dinletisiyle / dinlendirmek günü / ve serin gecede / Sirius'un gölgesinde / Truva gezisi.'' Ey kaotik yaratılar / Katharsisim. / Ey trajik vehim. / Uçamayan balık / Yüzemeyen kuş. / Ey atomik hücrelerim. / Asimile ruhlar. / Manyetik frekanslar. / Spiritüel jargon. / Ey egzotik popülizmim. / Narsizmim. / Pan'ım. / Egoizmim. / Ey mutluluk bilimim. / Düşünsel boyutlar. / Mütekaribim. / Ey emel denizlerindeki hiçliğim benim. ,