1 Mart 2016 Salı
SARKAÇ (Pandül)
Yokluk, insansıl olanın ürettiği bir kavram olarak, varlığıyla; varlığı düşünmemize, töz ve nen olarak, tinsel alanını genişletmemize olanak tanırken, varlıkta yine kendisinin üretebildiği bir kavram olarak yokluğu düşünmemize, algı sınırlarının içinde devinmemize olanak tanıyor, izin veriyor.
Peki, varlık ve yokluk dışında, henüz düşün alanının içinde varsayıp tutamadığımız ne, ussal kavramlarımızın çerçevesi içinde yer etmesini sağlayamadığımız olabilirliklerin, olasılıkların harmanı ne, nerde o, o kim, bir töz mü...
Onu tanrı kavramı ile geçiştirip sınırlıyor muyuz yoksa, tanrı soyut bir kapılım, kapsanım olarak bizim erinç içinde olmamızı sağlayan bir araç, bir arka plan konumunda mı, yoksa tanrıyı aşabilmek ve ötelerinde bir düşünce ya da olabilirlikler okyanusunun içinde yüzebilmek, bizi daha büyük çıkmazlara mı sürükleyecek ve yoksa bir kozada, bildiklerimiz aritmetik hızla artarken; bilmediklerimizin geometrik biçimde artmasına neden olması, bilinmeyenin katlanıp çoğalması, kimliğimizin bunalımlarını artıracak diye mi korkuyoruz. Durağan konumda aşılması gereken tanrı değilse, düşünce kotamıza, düşünsel çevrenimize nelerin girmesi gerekiyor, hangi düşünsel yapıyı, parçalanım, dağılım ve toplanımları anlağımızın sınırları içine buyur etmeliyiz henüz bilemiyoruz biz...
Öyleyse aşılması gereken biziz, özbeöz kendimiz. Temel sorun buysa henüz hiç bir şey bilmiyoruz demektir. Bir illüzyon ve normatif adlandırma ve de format çağlarında yaşamadığımızı kim söyleyebilir.
Gelecek çağlarda sanat ve düşünce kurumsallaşacak, bireyler yok olacak ve gruplar, kurumlar varlığımızın düşünsel devinim ve evrimsel akışına yön verip, ön ayak olacaklar, düşünce kendi başına üreyen tüzel bir kişilik olacak, başlı başına bir matriks, 'dölyatağı' ama evrenin ve varoluşun gizini hiç bir zaman bilip ele geçiremeyeceğiz biz.
Gerçekte soyutuz diye bir soyutlama girişimi değil bu, 'Earth' sürekli değişen ve gelişen bir organizma, bilgilerimizle gelişip değişen, bilgilerimizde ona paralel olarak değişip gelişecek ve sonsuza dek sürecektir bu paradoks... Bilgi sonsuzsa, ki öyledir, değişimde sonsuzdur, algıda, onunla paralel olabilen ve bütünlükle birlikte yol alabilen bir sonsuzluk olabilecektir.
Günün birinde, bilgi kotlama ve bakış açısı ise eğer ve bir sınırlama ve organel ya da bedenleştirme ise bilgi, bir kısırlaştırma, mikro evrensilik ya da daraltma biçimi olarak, doğmadığımızı savlayabileceğiz, değişkenlik ve öğrenim görecelidir, öyleyse gerçekte bir tözüz.
Öyleyse diye sürdürelim, düşünsemede bildiklerimiz bir anlamda bilmediklerimizdir bizim. Çünkü form, daralmış bir sonsuzluğun tanımlanması ve bilmediklerimizde, gözün ardı, rafın ya da duvarın arkası, erişemediklerimiz belki de ruha sığamayan göremediklerimizdir. Onlar henüz bilinmeyen sınıflamasına bile girmeyen, girmesi gerekmeyen, oluşum dışı birer mekanik ruh, çark birliği veya gözlerimiz ve ellerimizin amigdala ile ortak ürünleri olan, yokluğunda ötesindeki -şimdi sayıkladıklarımız gibi- varsayımları olabilir. Ne ki savın her türlüsü bir gerçekliktir ve düşünce varlıktır aynı zamanda... Bütün bunlar bu nedenle bir düş diyebiliriz çünkü varlar. Var olan; düşlenen, düşlenen; var olandır.
Sonuçta kendimizi aşamıyoruz, varız ama yok denecek kadarda kısırız, kısıtlıyız, kurağız, çorağız biz. Ne acı, ama belki her şey minik ve manik ve belki her şey devil ve devasa, yetersiziz aynı zamanda...
Evet yazıdan, tanımlarımızdan daha güçlü olan, olabilen çok şey var, algı var, sözcüklere sığmayan, sözün göremediği bilemediği, sınırsız şeyler var. Bütün diğerlerinden güçlü olan bir 'ruh' var örneğin, dizimizin dibinde, bize ne kadar yakın ama gerçekte bizden sonsuzlayın uzakta o... Bedenimiz onu zapt eden bir sığlığa dönüşüyor çünkü...
Bir ruhu / tözü bütünüyle harflere nasıl dökebiliriz, biz bunu bile eylemsel kılıp, gerçekleştiremedik henüz, öyle sonsuz ki, biz onun komik bir parçası olabiliyoruz, ilkinsil örneği... Belki giz onda saklıdır, ama o bizi görüyor, biz onu göremiyoruz, bütününü görmemiz olası değil, parça hiç bir zaman bütünü algılayamaz, ama kendisini bütünden daha iyi tanır.
Öyleyse bildiklerimiz de, bilmediklerimiz de, gözün ardındaki, usun ötesinde, rafın ve duvarın arkasında görmediklerimiz, göremediklerimizde bir düş olmalıdır gerçekte!..
'Ona dil verildi, şu yalan yani / Ona et verildi, toz olan'
Bir tin, töz ve ruh adı ne olursa olsun, Her şey bir düş...
Çünkü başı sonu belli olmayan her şey ancak bir düş olabilir. Ona düş diyen biziz ve düş kendimiziz!..
Bir tasım.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder