1 Mart 2016 Salı

SANAT (III)

Sonsuzluk nedir... Yaratılanın bir yaratanı varsa, yaratanında bir yaratılmışlığı olması gerekir. (Etten içeri girdik, rasyonel, çekiç, örs, üzengi. Beyin göründü. Sık, ak ormanlar. Yamaçlardan çıktık, tepelerden indik. Surlar. Boğazları, sinüzit kanyonlarını geçtik. İşte kalp kalbeyiz. Ciğerhun. Damarların ta içinden, kanın içinden düştük yola... Mide. İnci olan. İstiridye. Sonra, son...suz kemik yuvaları... Anüsten çıktık. Nöron ve sinaps. Kan ve irin... Tanı. Maddesel bir sanı.) İsa gibi bir antichrist, neden ekmek ve şaraba katık, et ve kanın kurbanıdır. Fasonizmin putuna dönüşen ulu cengaver. Che neden bir kot simgesine dönüşür. Rosa neden öldü. Bedreddin kimdi. Yenilen Spartaküs nasıl bir kahraman ki... Lenin niçin düştü. Neruda'nın ödülü hiç mi... Zaman korkağı kahramanlaştırıyor da, neden kahramanı yozlaştırıyor. Ve topuğundan aşağılanmış Aşil neden yüce. Hektor neden ezilmiş, yenilmiş bir köle... İskender, Pers kodekslerini yaktığı için mi Aristo'nun gölgesinden çıkamıyor. İşte ki her şey küreselleşiyor, uçlar eriyor ve içilecek, gırtlağın tadına bakacağı bir materyalin nesneleri haline geliyor. He Man. ... Örneğin, ölünün, ölümsüzlüğü arayışına 'küllerinden yeniden doğmak' gibi bir yaklaşım, alışılmış bir deyim, neden, anlakta bu sözcüğün bizi zincirlediği, kendi bildik anlamlarını yüklediği bir alan var ve biz o 'esir'den bakıyoruz boşluğa, zamana ve nesneye... Ve özbene kadim ve ketum geliyor bu, ama geceyi devirdiğinizde bu anlamlandırmanın doğruluğunu seziyorsunuz, ama sanat olana değil, olmayana ergi, görünmeyene nazar ve bir lahza, bir an, viran eylemek... O sürgit yeni bir göze, yeni bir şırıltı, yeni bir söz dizini ister. Zincirlerinden kurtulma sanısına yapılan yolculuk. Öyleyse yeni bir arayış, yeni bir ölümsüzlük kaygısı 'küllerinden yeniden doğuşla' gözleri aramamalı, moleküllerini yeniden arayan maddenin, bir forma yeniden dönmek isteyişindeki umarsız hıçkırık o diyebilmeliyiz, gotik ya da barok bir solfej bu, yeni mi diyebiliriz, ama sözcükler, yüzyılların bize verdiği sadaka olan sözcükler, bir fars, farz ve gülüt gibi; yeni bir para ister... Her şey bir sanı ve evrendeki tüm bilgiler bir soyutlamaysa eğer, gerçek yenilik bir başka bahara... Sonsuza dek ulaşılamayacak olana... Onu yinelemekle ulaşamayacağımıza göre; yinelemediğimizi sanmak, yinelemekten bir sonraki haldir belki, gerçekten yinelemediğimizde, belki o görünecek, sanat bu çabanın adıysa, dua yinelemenin öteki adı... Yinelemenin kendisi yineleyen olabilir mi... Kendimizi götürmediğimiz yer, cenneti aradığımız yer olacaktır. Ama sen bir daha yinelemeden öleceksin. Yinelesek de, yinelemesek de, dilin dillendirdiği, görüntünün görüntüsü, karışıklığın karışıklığıdır bu. Ve işte her şey tersinir. İşte ufuklar ötesine geçtiğimizi düşünüyoruzdur, sonsuzluğa koştuğumuzu, genişleyerek coştukça coştuğumuzu düşünüyoruzdur. Oysa, zamanın ve mekanın sınırları içinde gidiyor ve hep sınırlar çiziyor, hep sınırlar çiziyoruzdur biz. Yazık ki gerçek budur. Öptüm etini der gibi. Ve bir soru; sanat yapıtı, yaratım sürecinde yapıtın ne kadar içindedir... Sanat yapıtı dediğimizle, sanatçının yaratım sürecinde ortaya çıkan yapıtı, ayrı şeylerdir diyebiliriz. Bir parodiyiz biz. Aslan aslen sürmenajdır da diyebiliriz. De ki, bu olumdan çok şey öğrendim demek bir yinelemedir. Hiç bir şey anlamadım ise gelecek ve gelecek olana bir bakışın adı olabilir... Gelecekte, geçmişin bir uzantısı, bir yinelemedir. Cesur Yeni Dünya, geçmişi ve geleceği bırakmalı, terk etmelidir. Gerçel soru; biz kimiz... Tin ve töz nedir, gaz ve toz dilemmanın sanrısal bir sonu, sonrası mıdır. Acımasız tanrı kendisinin de tanrısı mı, klişelerden doğan klişe ne, ardında aradığımız ve sığamadığımız şeylik biçim mi, ölüm ve yok oluş anlamsızlığı katlıyor ve varılacak sonluk birbirine karışıyorsa, asıl sıradanlık ne, anlam ve anlamsızlık neyin içinde, tasmalı köpeğin dinamizmi arayış ve hiçliğe yeterli olabilir mi, her şey harflerde mi... Bizim, umarsızlığımız, öylesineliğimiz, haykırışımız sonsuzluğa uzanıyor da, yıldızlar, neden bir an için parlıyor. Günahkar olan biz değiliz. Sözcükler. Masum olanda o. Tanrı katında bir araç, bir vesile kılınmışız biz. Gerçek dışımızda ve onu hiç bir zaman göremeyeceğiz. Hıçkırışımızın nedenini öğrenemeyeceğiz. Yer değiştirmeliyiz. Öyleyse dili bağışlayan, asıl günahkar ve masum olandır. Tanrı. Minona!.. Soruyuz biz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder