1 Mart 2016 Salı
BABİL
Yüksek binaların arasından Babil Kulesi göründüğünde, asansörle kaçıncı kata çıkacağımızı kararlaştırdık. Hammurabi bizi bekliyordu. O sıra ekrana mesajı ...düştü. O kata çıkın diyordu. Semiramis bizi karşılayacak. İki kulaklı köpek yanımızdaydı, soldaki kulağı diğerinden kısa. Köselere masal okur. Kapıda Ninnah'a övgüler yağdırdım. Tufandan sonraki birinci şarda çok yardımı dokundu. Katları çıkıyorduk ki elektrikler kesildi, Churchill yarı karanlıkta önümüzden geçti. Kadeş'ten sonra dünya, Muvattali'nin yaşam tohumlarıyla hayat buldu dedi. Yanımdaki Enki güldü. Asansör otomatik bağlanımda yukarı çıkıyordu. Katların birinde IV. Murat'ı gördük ağırlık çalışıyordu. John Malkovich, o Bağdat seferindeyken Humbaba'nın klanlarıyla Newyorklu işçiler fena kapışmışlardı dedi. Enlil saf değiştirince grevde bitmişti dedi. Walt Street Journal okuyor Annie Girardot, tam camın arkasında oradan görmüş, bu kadar uzaktan yazıyı okumasına hayret doğrusu... Baldızım Nebat'la kafenin önünden geçip yükseldik, elindeki lirle Asar'a ezgiler düzeceğini söyleyip duruyor, hep bir şeyler yapmak istiyor, hep bir şeyler olmak istiyor Nebat ama sıradanlıktan bir türlü kurtulamadı. Asansörün penceresinden uzaklarda Çin Seddi görünüyor, Hermitage müzesinden bir görevli iyice bakın dedi, inerken bakarız dedim, kaçacak değil ya surlar. Katların birinde yemekhane varmış demek ki tuzlanmış bıçakla, kesilmiş besili hayvanları öğle yemeği için hazırlıyordular. Dalay Lama erken gelip masaya oturmuş bekliyor, neden bu tür insanlar daima vardır bir türlü anlamam. Şimdi geçerken asansör nöbetçisi, köpekle kedi çiftleşmiş fare doğmuş dedi, bu tip insanların kimseden aşağı kalmadıkları duygusuna saygı duymak gerekir diyenlerin, bu tip insanlardan hiç farkının olmaması ilginç, belki haklılardır. Görüş üretmekle, görüş temellendirmek, gerçekle illüzyon arasındaki fark gibidir. Lemurya'da bir akrabamız vardı, Pisagor'dan daha kurnaz, yok, enteresan bir şey söyleyemem, o sadece derdi ki, düşüncenin hası küre gibidir, bir yanılsama ve hamı ise daireye benzer, ama uzaktan ikisi de aynı görünümdedir. Koyu renkli diyarları geçtik, sözünü çok ettiler, bu katta kimler yaşar, ne olup biter kimse bilmiyor, dünya durdukça böyle şeyler olacak. ah şimdide yaşam ipliği burun deliğinden çıkıp gitmiş bir ölüyü taşıyorlar, sedyeden düşer gibi oldu, hasta bakıcı titredi bir an, dirilse mutsuz olacak. Tesadüfe bakın, deli giysilerini yırtıp, ölü külleri sürdü alnına diye, şarkı söyleyerek biri geçti, hastanedeyseniz, hastane önünde incir ağacını mutlaka duyarsınız, paralel dünyalar birbirini tamamlar. Mutlak gerçeklik. Marlon Brando var ilerde sanki Maureen O'Hara ile kavga ediyorlar, biri senin tohumlarından bir ardıl edineyim diye yalvarıyor, ayakta sevişir gibiler üstelik, erliğini çıkarıp almış giderken, öyle döllemiş kendini, söyleyenin yalancısıyım. Einstein'e bir bayan, senin aklın benim güzelliğimde bir çocuğum olsa demiş, Einstein tersi olmaması için yakarıyorum demiş. Kadınların güzellikle anılması, 'akıllı' erkeklerin işi ne de olsa, ne diyeceksin. Biri de dedi ki, doğan çocuğu ırmağın yanında, hasır otlarının arasına saklamışlar, çocuk orda büyümüş yukarlarda oturuyorlarmış, insanın soyu için kavgaya tutuşması ne garip. Satu'nun gazabıyla dünya yılları geçermiş, onlar ırmak kıyısından gökyüzünün katlarına yayıldılar, yukarılarda kutsal vadilere ulaştılar, hatta o katlardaki İgigiler dünyalıları istila ile tehdit etti. Binanın teorik dengesi bozulmadan ve hacminin retorikleşmesine göz yumarak yukarılara doğru çıktığımızı düşünüyorum, her şeyi göremem, şu anda göze çarpanlar, çok kısır, sıkıcı ve öylesinelik şeyler. Dünyanın hızlı yaşam devreleri geçti, göksel arabalara bindiler, Gibil ona bir şahin gibi süzülüp, uçabilmesi için kanatlı sandaletler yaptı, ampute bir atlet geldi, Rivera ve Kahlo kavgayla arkamıza geçtiler, Birundisi dedi biri, çok güçlü zıpkınlar yaptı, metal ve demiri öğretti, ilahi güçlerle bezedi ve Clark Gable önlerinde, Kuzey'e Dakota'ya doğru geldiler. Satu kasırgasına binerek, Tilmun göklerinde onu bekledi ama baktığımızda orada oturanlar yoktu ve aramızda bir çoğu boşlukta seviştiler. Göğe fırlamış şahinler gibi süzüldüler ve zehirli okla akrep sokmuş gibi yere düştüler. Birinin göksel bir balık gibi yüzgeci ve alevden bir kuyruğu olan ateşli sütuna vardı. Sağa sola saçılmış altın yumurtalar, iri boğalar, sürüyle davarlar vardı. Göksel sandallarla, göklerde yolculuklar yapıyordular, pencereden görünüyordu ama kaçıncı kattayız ki biz, kız nazikçe oğlanı öptü de, oksijen yurtluklarını henüz geçmediğimizi anladık. Dumuzi oracıkta tohumunu onun rahmine döktü, matriks diye bir ses çıktı sanki, sonra kadehini kancasından söküp yere çaldılar deyince, hepimizi bir gülmedir aldı, Christmus kutlanıyordu sanki, o kadehi çalmak için yere çalıyor gibi yapmışlardır. Asasını kırıp, çarmıhını eline vermişler, yılanlar çölüne gitmişler, sanki yerdeyiz, bu edavat yukarılara doğru çıkmıyor mu yahu, kudretli ve köpüklü çağlayanlardan sökün etti cesedi, bak sen, onun evi sulardı, sonra bir su heyelanı aldı götürdü onu, bu katta sinemamı var acaba, ağzına su verip, yaşam bitkisi yerleştirdiler diyecek. Fırtına kuşlarıyla ışınlar fırlatanlara bakın, güneş kızıl bir çanak gibi duruyor, tepsi, sini ne desek acaba, önüne menteşeli bir taş koydular daha acayip oldu. Jackie Kennedy geldi, yanında Elia Kazan var, Kaisera'yı sordu, iyi bir stadyumu var dedik, öldüğünü söyledi, Zapatan yaşıyor dedi Mimoza, güldü, ikili sarmal bu mu acaba diye soran gözlerle aşağılara baktı, dünya yuvarlak ama mavi rengini yitirmiş gibi duruyordu. Avustralyalı bir ressam yanımıza geldi, Sibirya'da doğanın resmini yapmak istemiş sponsoru beklediği desteği vermemiş, çok sinirliydi, Afrikalı bir sevgilisi var yanında, dilini bilmiyorlar birbirinin, ama anlaşabiliyorlar, görünen o. Darlık diyarlarında yaşamak istiyorlar, bolluktan nefret ettik diyorlar. Şapelden göz yaşı şişesini çalmışlar, engel kilitlerini kırmışlar, üç kilit taşının çevresinde dolanarak, Petronas Kuleleri, Kabe ve Metropolitan müzesini soymuşlar, içindekileri denize atmışlar, biri korkudan deniz girip saklanmış, her öyküde böyle şeyler var dedi. Gülizar öyle korkunç bir kahkaha attı ki, asansör düşüyor zannettik. Ne güzel yahu, alabildiğine dizginsiz gülebiliyor insanlar. Koridorlardan geçip Ekur'un vulvasına giren pigmeler uzaktan bizi gözetliyorlar, oysa biz onları görmeye gelmişiz desek ne çıkar. Nihal boynuzlu hayvanları işaret etti, hiç görmemiş gibi, biri boynuzuyla sağını solunu kaşımaya çalışıyordu, Gordon dedi ki, tam beş milyar yıllık sahne, yalan diye bağırdı Jezabel, bir türlü doyuma ulaşamamış yaşamda, her şeye karşı çıkıyor, asansör fantezisine ne dersin dedi Yemliha, aynı cinsle ha diye bağırdı gene, iflah olmaz ki. Ninurta subayları tutuklarsa görür gününü, Ekur'un kalbi hızla atmaya başladı, nereye yaklaşıyoruz acaba, sandukasından fırlayacak kalbi nerdeyse, ağıllar ve kara başlı halklar terasa doluşmuşlar ama daha var, geleceğimiz yere gidemedik, ateş ve kükürt yağmuru başladı undulatus asperatusun içine girdik, bitcoini bitirdik. Vaktim olunca gene yazarım Gonore.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder