1 Mart 2016 Salı
OTORİTEİZM
1984'de, Ortaoyuncular Tiyatrosu'nun 'Şahları da Vururlar' oyununda izleyicilerin üstü aranıyor ve öyle giriliyordu salona, Atlas Pasajı'nın atlas yakalı arayanları teatral üniforma içinde... Herkes sessizce ve hiç sorgusuz aranmaya katlanıyor diye yakınmalar olmuştu. Bir gün, sıra bana geldi ve yarı korku yarı antigerçekliğe sığınarak arandım. Hiç tepki vermeyen arananlar haklıydı kanımca, çünkü şaka aniden bir ciddiyete / gerçekliğe dönüşebilir bu toplumda ve bir de şaka sanıp alay ediyor diye götürülebilirsiniz. Gittiğinizde bir daha dönmeyebilir veya sırtınız sıvazlanarak geri gönderilebilirsiniz.
Buradan ne anlam çıkıyor, özneye söylenen şu; Senin varlığınla yokluğun bir bu toplumda, buda yaşamsal gerçeklikte işkenceden daha beter bir şey. Neden, bu kavramların versiyonları var; 'Yaşar Ne Yaşar Ne yaşamaz', 'İvan İvanoviç Var mıydı Yok muydu', 'K'nın Yaşamı' vb. Bireyin yaşadığı toplumda, gösterebileceği her tür yaşam belirtisinin ya da belirti sayılabilecek yaşamsal tepkisinin gerçekte kendi varlığından kaynaklanmadığı veya kendi elinden çıkamayacağını duyumsamasından daha büyük / korkunç bir işkence olabilir mi...
Öyleyse, otoriter toplumun tanımı şu; belirsizliğin beyinlere kazınması ve gerçekliğin bozunması. Böyle bir toplum işkenceye bile baş vurmaz. Çünkü gerçeklikte ölüyle alış verişe gerek yoktur. İçinde yaşadığı toplumda, bu durumu tüm detayları ve tinsel görüngüleriyle algılayan birey, bundan sonrası için yalnızca bir ölüdür artık.
Olayda izleyici gerçek bir aramanın olduğunu bilse, belki bu kadar ikirciklenmeyecekti ama gerçek sürgit karanlık ve belirsizdir otoriter toplumda, aranıyor mu, bu oyunun bir parçası mı bilemiyorsa, belki gerçekten götürülecektir, belki de bir şaka!.. İşte olasılıkların zemin kaymasında yaşayan, güvensizlik içinde seyreden toplumda, otoritenin gücü budur. Otorite salt ezmekle, hatta darp kültürüyle yetinseydi, belki bu aydınlık eza, olağan ve tehlike olmaktan çıkmış bir alışkanlığa ya da düzenli tepkiyle reformize edilebilecek bir tepkimeye dönüşebilecekti ama öyle değil, otorite belirsiz kılıyor her şeyi ve tümel olan her şey anlamını yitiriyor...
Diyesim beyin şiddeti bile algılayamaz duruma geliyor, sosyolojik koyunlaşma işte bu!.. Kabacası mankafa çürünürlüğünde Lennie'leşmiş (Fareler ve İnsanlar) kitle sendromu... Az gelişmişliğin tanımı da gerçekte bu oluyor. Şiddeti savunanların oransal yükseliminin nedeni de işte bu, belirsizlik cinnetinde düşüncenin sağlığını yitirmesi ve anlam bozunmasının her yere sızarak, kovboy filmlerindeki gibi iyi adam / kötü adam, kabul gören, yararlılar / umacılar, zararlılar gibi toplumun var olan diğer diyagonal kamplara, var olabilecek türdeş gruplara bölünerek sayrılaştırılması...
Otoriter toplum işkenceci değildir gerçekte, salt işkence yanlısı ya da işkenceyi anlamsızlaştırmayı içselleştiren kitle üretmek ister. Örneği çok garip, Ortaoyuncular Tiyatrosu'na ev halkı, ebeveynler ve türümüzün diğer bireyleri ile gidecek olursanız, bugün bile en az iki yüz tl gideri göze almak zorundasınız, geçmişte 'Sakıncalı Piyade'ye gidildi, bir aylık kazanç eşiğinin beş günlük karşılığı o gün bitti. Suç ise düzen karşıtlığını, ekinsel hamleler ve hümanist gerekçelerle süslemek. 'Solcu' olmanın cezasını otoriter toplum kendi verir, elemanları da dahil, oyuncusu, yönetmen, sansürcü el birliğiyle çalışırlar, en pahalı okunak, gazete demokrat veya solcu yayın, neden; bu illet yalnızca onlara mı düşman, hayır temel neden 'demokratsan' 'yurtseversen' desteğin canla başla kanla olacak, karşı koyar görünmenin tatlı işbirliği... Bu sonsuz bir paradokstur az gelişmiş toplumda, gizemli bir soru / sorun bu, sosyalist, 'Proleter' partinin başına da zadegan bir Osmanlının torununu geçirebilirler, direngen işçi avanesinin, Vahdettin Beyliği gibi!.. Eleştiri, eleştirinin eleştirisinin yokluğu, her şey bir parodi, komedi ağırlıklıdır, az gelişmişlikte... Görünmeyen bir fars, bir vodvilin sürekli aşağı çektiği, bir varoş mantalitesi, arabesk, non sosyalite-sosy'etik, tuhaf bir yapılanım...
Otorite ve şiddet toplumu diye bir şey yok, diğerine göre, ekinsel, endüstriyel ve fason kalan her toplumun ilericisi de gericidir, gericisi de gericidir ama inanın bazen roller bile değişir, (aslolan belirsizlik!) sonuç, yaşam statüsü düşük toplumlarda otoriter toplumun analizi bile Lacan, Deleuze gibi 'Süper Otoriter' ama modernitesi, refah düzeyi de süper olabilen toplumlar tarafından dizayn edilir. Çözüm beyindedir, beyin nasıl belirsiz datalarla, mazohistleştirilip, edilgen ve korkak bir klon toplumuna dönüştürülüyorsa, bu gayyadan çıkmakta aynı yöntemin tersinir kılınmasıyla olasıdır. Ne var ki bu olanaksız dercesine bir zorluk içerir, neden; nedenini bu tür toplum kendi söylüyor, düşenin dostu olmaz... Dengeyi bulsak bile, ötekiler nereye varmış olacak, en iyisi yeryüzüne karışmak ve unutmak... Borges unutmak bağışlamaktır diyor. Hepimiz hepimizi bağışlamalıyız, en kolay çözüm bu!..
Az gelişmiş toplum (kibar çevrelerdeki versiyonu şiddet - ya da totaliter toplum) dillere destan tavırlarda sergiler, hep bir kurtarıcı bekler, kurtarıcılar yani talipler birbirine saldırır, içlerinden biri ya da aralarından sıyrılabilenler onları kurtarmaya kalkışır veya çabalar, bu kez gene bir tuzak bekliyordur kitleyi, kurtarıcısından kurtulamaz ve ne yazık ki yeni bir Godot'yu ya da cehennemini beklemeye başlar artık!.. (Hep onların bildiği ya da gözler önüne serdiği gibi, bu beşeri hengamede, Diyojenler, Molla Kasım, Oblomovlar, Bartlebyler, K'lar, Samsalar, Rasputinler, Stockmannlar, Raskolnikov ve Kienler, Höffgen ve Hannusenler ve de çeşitli Orwellerle, Brotherler ve Frankeinstenler eşliğinde 'olağan' anomaliler, rölativitenin Arafat'ında, 'cehennet'in karmaşasını -onca yoksulluk / yoksunluk varken!- kimlikleriyle doldurabilirler. Her toplumun kendine özgü panayırı vardır ve gerçek seyirliği göz görmeyebilir.) Çözümsüzlüğün temel nedeni de burada yatar, zamanın soyutluğu / göreceliliği ve yaşamın dolambaçlarında, onmazlıklarında ne Godot gelir ne de cehennem... Tıpkı gerçeklikte nasıl otoriter toplum diye bir şey yoksa, Godot ve cehennemde yoktur ya da onlar tümüyle 'Kendisidir!..'
Gerçekte otoriter ya da az gelişmiş veya geri kalmış toplum, uydu toplumdur, bir güneşin çevresinde dönen, kuru, kullanıştan, yaşamsal olmaktan uzak, elverişsiz gezegenlere benzerler, megapollerin gettolarıdır onlar, banliyölerdir, varlıkları ise mutlaktır yeryüzü düzeninde ama terkedilmiş görüntüleri iç burkar, göksel sanılarla / sanrılarla bezenmiş / ilahi düşünce yapımız elem duymamıza yol açar, varlıklarından ötürü, kederleniriz, biz bize olsak bile...
Bu duyguyu her alanda görebilirsiniz, müzik, resim, edebiyat, ulaşım, iletişim, iş dünyası, eğitim, doğa, ama bu durumdan kurtulmak istemeleri de doğaldır, asıl gerçekliğe ve asıl otoriter olana entegre olmak veya gerçek bir 'Otoriter' toplum olarak, uydulara, kolhozlara, arka bahçelere hükmetmeyi kim istemez. Demek ki otoriter toplum gerçekte hegomonist / emperyal toplum demek, ötekiler mazohist toplumlardır, otoriter ya da baskıcı filan değil, anlam kayması bu, birbirlerini ezen, yok eden, birbirlerinin kanıyla, canıyla, imanıyla beslenen, manipüle, farazi / öylesi toplumlar, kaotik, acımasız bir paylaşım ve dağılım içinde, savaşır, sevişir ve barışırlar. Bu tür toplumda yönetilen ve yöneteni ayırt etmek giderek zorlaşır, çünkü gerçekte otoriter bir toplum değil, yetersizlikler içinde yüzen, karmaşaya bulanmış, distopik, umarsız bir toplumdur karşımızdaki. Sanki bir kuvözde bir deneyin materyali veya kobayıdır onlar ne yazık ki. Çok acı!..
Kısacası insanlığımızın tüm düşünceleri göksel değil, tam aksine yer çekimsel -yer çekimine sıkı sıkıya bağlı- yeryüzü kaynaklıdır. Elektronik kabloların ruhu var mıdır, senin içinden geçeni bana yansıtabilir mi, insanlar kendi dillerinde merhametli, edindikleri ikincil dillerde daha soğukkanlı veya vahşiyane dahası mantıksal olabilir mi vb. Düşünceye eşlik eden her şey düşünceden bir şey alır götürür, biz geriye kalana tapar, onunla yaşarız. Kendisini düşüncenin hazzına / hedonizmine bırakanlar, somut ya da soyut, onu başka hiç bir şeyle paylaşmazlar. Mecnun'un, Leylası gibidir o!.. Ve batının renksiz kokusuz tatsız şiiri dediğimizde, sözün gerçekliği ya da şiirin ruhu evrenselliğindedir dememiz gibi, gerçekte hiç bir şeyi değiştiremeyiz. Tenimiz (bedenimiz) evimizdir der gibi söz sonsuza dek kutsal ama yurtluğu eARTh, yani toprağımız, topraklarımızdır. Yeryüzü!..
İşte yukardaki açımlara kapılmaya benzer otoriter toplumlar, her olguyu kolaylıkla kanıksar, alışkanlıkla benimserler, ilişkilerinde köklü bir güvensizlik sorunu yaşarlar, yönetenler / yönetilen, aktif / pasif kesim, hiç değişmez, bugün bile yasaların ne denli oynar başlıklı olduğunu güvençle (!) gözlemleyebilirsiniz, bu nedenle gelişmiş toplumların, total, 'Uzaysı' kabilelerin ham madde deposu, bir tür stepnesi olmaktan kurtulamazlar ve 'Kapital' temelli sömürgeciliğin, kanlı çeşitleri olduğu kadar, 'Sosyal' vurgunculuğun, umut tacirliğinin de altınsı, incecik yolları vardır. Gerekçelerimizin ar'kaplanı, tüm parsları, kahramanları, Koçerolar'ı yiyen / tüketen, altın kurallarımızdır ve unutmayalım ki, belirsizlik, gerçeklikte salt düşünceye özgüdür. Öyle olmalıdır!..
Düşüncenin esemesi, inaksal / dogmatik temeli kuşkudur, bunu yaşamda belirgin, değişmez normlar-formlar ve şaşırtmayan kurallar, uyum içindeki yasalar için yaparız. Ve ne yazık ki az gelişmişlikte, düşünceler net, alabildiğine kesin, değişmezlikle örülü, yaşam ve zamanın elastikiyeti içinde geçip giden, verili hayatsa belirsizliklerle, acımasızlıklarla doludur. Oysa düşüncenin enginliği, kuşku, kavranılmazlıkla tansıyan olasılıklar, şaşırtıcı ve paradokslarla süslü tinsel göstergeler, yaşamdaki berraklığa, alabildiğine saydam, sudan duru, toplumsal sözleşmelere ve insana yakışır bir yaşanılırlığa hizmet etmek ve anlaşılırlığı baki kılmak, kısacası cenneti yeryüzünde aramak için vardır.
Basın, yerel-görsel yayıncılık, sansüre karşı olup, bile isteye sansüre boyun uzatmacılık, yaşamını göz alıcı erkinsel kısıtlamaya, yalanın saltanatına adama, doğal görünüm veren maskeyle dolaşmaya ve usa durgunluk veren bin bir türlü oyunlar, bu tür toplumun cangıllarında ve göze görünen, görünmeyen her yerleminde kovuklara dek süzülür, cirit atarlar...
Kurtuluşun, kısır döngünün yörüngesinden, bıkkınlık ve eza veren periferisinden, zaman içinde çıkmanın, nükleidin, ucuz, gösterişten uzak, kölecil bir hamuru olmaktan aniden kurtulmanın belki bir yöntemi vardır, Gordiyon düğümü gibi kestirip atmak, zamana bırakmak, dönüşmek, kurt deliğinden geçmek, efendiliğe yeltenmek!.. Her toplum kendini yaratır ve kurtuluş böylesine bir akışta yazık ki kıyamete kalır. Son sözümüzse bu tür toplum 'Getto' ve bir 'Kenar Mahalle' toplumu olarak, 'Süper Otoriter' toplumların olmazsa olmazı ve onları besleyen kılcal damarlarıdır.
Matrix'e şaşırmak şaşırtıcı; doğal matrix işte bu!..
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder