1 Mart 2016 Salı

GÜLENAY (XI)

GÜLENAY (XI) Narkissus bende suretini ararken, ben onun gözlerinde kendi duru, soylu akışımı izlerdim. Pars çiçekleri öldü artık. Karanlığın baştan çıkarıcılığı, ışığın bir ateş topu oluşu, biçimsizliği, yaradılışa düşman zamanlarımız. Evrenimiz... Servilerin orada beklediğimiz. Yaşamımız boyunca peşimizi bırakmayan düşler. Yenilgiler. Doyumsuzluğun acı yurdu. Bitmeyen acılar, sevinçler, kederler. Cafer öldürüldüğünde çocuktum, Kaçarlar'ın evinin önünden, öldüreceklermiş gibi geçerdim, yaşlı bir kadın, üzüntüyle ve duygularımı sezercesine ürküyle bakardı, ürküsü bana geçer, ürperirdim. Su kuyuları, yukarda dağ yönünde, bir kule gibi duran, ak, kireç boyalı su deposu hayaletimdi... Cafer'i oraya atmak istemişler ama kapısını açamamışlar. Kilit dilsizmiş. Çayın suları içinden izimizi bulamasınlar diye götürmüşler ölüyü, dağa doğru çıkarken... Sonra bağlara yönelmişler ve bir bağ evine yaslamışlar kolunda saatiyle, bakmış ki bağ sahibi, kolunda saatiyle yaslanan bir ölü!.. Kolunda saati... Saf cinayet mülk hırsızlığından değil, ruh hırsızlığından yükselerek yol alırmış... Köy bu dedikoduyla çalkanmıştı çünkü... Bu bir aşk cinayetiydi gerçekte ama evleğe saldırı ve etik dışı bir edim olarak gelip geçti yeryüzünden. O yaşta aşk peşinde koşmanın armağanı, bir Simurg darbesiymiş. 'Asıl namus aşktır' diye bağırmış ölürken. Ülkesi 'İmrü'l Bağları' idi. Ne zaman kuyulara eğilsem, Midas'a öykünür gibi sesini duyardım... Abdülkadir köye döndü, Topal Halit öldü, bütün düşleri öldü çocukluğumun, hepsi ya öldüler, ya köylerine döndüler. İsabey'e... Topal Halit öyle düşlerle doluydu ki, ölümsüzlüğü arardı, Amerika'ya gidecek, ölümsüzlüğün umarını bulup gelecekti!.. Yattığı daracık, tahta merdivenli odasında ölü bulmuşlar, dişleri aynı bir atın dişleri gibi, sırıtıp kalmış... Dünyanın tüm düşlerini barındıran adam, nasıl böyle sıradan biçimde ölürdü ki... Ama öldü işte. Herkes gibi... Bir annesini sevmişti şu yaşamda, bir de babasını, bencileyin mi demeli!.. Geri dönüş özlemi... Onun olanaksız avuntusunun acınç dolu sitemi... Dünyaya sığmıyoruz, kim olursak olalım, yaşamak, ölümü denemek, başarıdan başarıya koşmak, sevişmek, mülkiyetle süslenmek, serüvenler edinmek!.. Mutlu etmiyor bizi, bir sığmazlık var, sürekli peşimizden koşan bir yetmezlik duygusu, kendini anlatamamanın, bir türlü anlatamamanın ezinç veren gizemi... Bu evren ve karşı evren, sen ve ben, onlar ve bilinmeyen... Yazık ki, hepimiz için geçerli... Son iç çekiş işte bu... Bir daha ki gelişimizde cennet ve cehennem olmayacak!..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder