1 Mart 2016 Salı
SANAT
Sanatı, sanrısal bir görüngünün yansıması olmayıp, gerçekliğin, biricik var oluşlarından biri olabileceği savıyla yaşayan birey, her şeyi usun sınırları içinde algılar, yürüyen adam yürüyordur, gülen gülüyordur, uyuyan uyuyordur, ne ki sanatın gerçeklikle bağının olması, gerçekliğin bile bir illüzyon olabileceği sanısını yaratabilmek içindir.
Örneğin, Ahh Belinda filmini, bir ev kadınının aktris olma sevdası, kompleksi veya lüks yaşamlara duyduğu özlem ya da onlara benzeme tutkusu gibi algılayan insan, sanatı olması gerektiği gibi algılayamayan insandır. Toplumcu gerçekçi ve toplum yararına bir çok yapıt üretildi, bir arpa boyu gidilemiyor.
Sanat bir çok dallardan uçan sayısız kuşa benzer ama, bir toplumun toplumcu gerçekçi sanata -bir kesinleme olarak- gereksinimi yok. Bu bir dogma... Şiire, romana da yok, bu tür sanatçı toplumu bilisiz sanmakla, kendini toplumun yerine koyan, gereksinim listesini sıralayan ve bunun üstencini yüklenen gerici odak ve yerinde sayma birliğine dönüşebiliyor!.. Üstelik bakış açısı 'Mankenin oyu çobana göre iki sayılmalı' diye bitebilen, Pavlov deneyinin gizli kurbanları.
Toplumun, sanatın bir soyutlama, engin versiyonlar, sanal uçurumlar ve sonsuz boşlukları dolduran felsefi veya absürt algılarla dolu okyanuslar olduğunu anlamaya / özümsemeye gereksinimi var.
Neden, 'Toplumcu Sanat' hak aramayı öğretebilir, ama hak arama yolunda bin bir çeşit varyasyonlarla nasıl da, sonsuz dolambaçların içinde savrulup gideceğini öğretebilir mi?..
Sanatın en absürt, en oynar başlıklı, en anlamsız boşluklarında gezinmeyen insan, aldatılmaya yatkın ve görüntünün mahkumiyetine koşan ve illüzyonun bizzat kendisi olmaya mahkum bir köle, edilgen, epikten bir nesnedir.
Sanat insanı cin, cini insan kılabilir.
Ahh Belinda'yı sosyal içerikli yapıt sanabilen, toplumcu şiir ya da romanla kitlelere önderlik yaptığını zanneden şair, yazar aynı kefenin iki mağara soylusu olabilir.
Gericilik sürekli yinelenen, değişmez hecelerle, dogmalarla, haykırıp uluyan bir devinimin adıdır. Kendini terk edemeyen sanat ya da şiir öz açısından, tutucu ve gerici bir sanattır. Onun sınırları niçin dinsel ritüellere yaslanan bir son iç çekiş olsun!.. Sanatın boşluğa uluyanı, dinsel yobazlığın öznelerinden daha tehlikelidir. Çünkü onun zırhı var, sanatçı o ve toplumsal hekimliğin, kimi zaman, gerçekliğin boşluğuna dönüşebileceğini bilemiyor.
Bu tür insan, tüm çağlarda işbaşında olabiliyor ve bilsinler ki, gerici olan, us yoklağanı ve insani olana aykırı, gerçek totalitarizm bu yollardan geçebiliyor. Kurtarıcılardan kurtulma sendromu... Günah bölüşülebilen bir şey!.. Eleştiri ise tanrıyla başlayabilir...
İşin ilginç yanı toplum bunları biliyor, sanatçı ya da bu savla yaşayanlar kendini bilmiyor ya da bilmezlikten geliyor.
Sanat, bu tür oluşumlardan kurtulacak ya da kendini reformize edebilen bir algıya dönüşebilecek ki, toplumda kurtulsun. Sanat, senin kişisel varlığının yaşama yansımasındaki özün gücü, gerçekliğinin ağırlığı, verimdeki sağlık ve sağ duyuyla doğru orantılıdır. Doğruyu söylemek, haklı olmak ya da şu veya bu olmak değil. Sanatçı kendisinin indeksidir ve yaşamın her alanında kendini sıralayan, yapılandıran bir indeks vardır gerçekte, insani ya da ilahi kayıtlarda görünmese bile...
Adın, emeğin, bakışın; içimize işleyen verilerin, tanrısal olanda da kayıtlı olabilir, evrensel akışta ya da gönüllerin hak bilirliğinde de, sanat bir üst yapı olabilir ama bir ayrıcalık sayılmamalıdır. Evrensel almanağı göremiyoruz, bizim çizelgemiz, dünyamızın evren karşısında bir toz zerresine benzeyen, hiçliğe yazgılı bir tözü de olabilir!.. Ayrıca umarsızlığın adı bu değildir... Yaşamsal evrenimize karşı sorumluluğunu yerine getiren her birey ölümsüzdür, tanrının, adı hiçlik olanın altın yaldızlı albümünde yeri vardır, olacaktır, cennet ve cehennem sorgusu yalnızca budur, sınavda budur.
Biz neyiz ve neden böyleyiz, çözümlenmesi gereken temel sorun bu, ne olmalıyız, bu ikisini çözümlediğimiz de ortaya çıkabilecek, doğal bir edim.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder