1 Mart 2016 Salı

SANAT (II)

Soyuttur... İyi, kötü, yüksek, bayağı diye bir sanat yoktur gerçeklikte, ne vardır; Algıladığımız dünyada, yaşadığımız zeminde, bağlı bulunduğumuz geleneklerde, madalyalarda, toplumlarda, plantasyonlarda, evlerde, medya ve yazılı kaynak ve antikitelerden durmaksızın yükselen alevlerdeki türevler ve çeşitlilikler vardır. Mona Lisa'ya olan bakış açımızı ters yüz ettiğimizde, bir gün ...içinde doğu dünyası için restore edilmiş bir Truva Atı olduğunu ileri sürebilirsiniz. Duchamp'ın pisuarının sanatın bayağılaşmasına, hiçlenmesine yarar bir algı operasyonu olduğunu kabullenebilirsiniz, barış için dikilen bir anıtın elindeki adalet kılıcının, gerçeklikte bilinçaltı şiddeti ve savaşı çağrıştıran gizemli bir oyuncağa dönüştüğünü söyleyenlere hak verebilirsiniz. Rodin'in 'Düşünen Adam'ı Darwinistliğin yüzüyse, onun 'Homo sapiens'i yüceltmek ve elitizmi aracı kılarak, sömürüyü ve ekinsel hegemonyayı olağanlaştırma ereğinin peşinde, yollar kat etmeyi tasımladığını savunabilirsiniz. Sanat içinde bulunduğumuz dünya ile döner ve ona paraleldir. Ona çokça bel bağlamayın, onu dünyanızdan çıkarmayın ve onu kurtarıcı olarak görmeyin ve onun tutsağı olmayın!.. Sanat anarşinin, sevginin, barışın, savaşın, yaşamın, insanın, evrenin, dünyanın, bitkinin, toprağın, tanrının ve hiçliğin sözcüsü, olağan şüphelisidir!.. Peygamberler, biricik olanın, yaratanın sözcüsü oldular, ne değişti, filozoflar, usa düşen, tersinir ve doğru olan her şeyi haykırdılar ne değişti, 'the ordinary people's, hep acılarını dile getirdi, hep barışı ululadı, hep ölülerine ağladı ve hep özlemlerine ağıt yaktı ne değişti!.. Bizi nükleer kış bekliyor, bizi Mushaflarda yazılı olan kıyamet bekliyor, bizi uzaya savrulacak olan gelecekteki kuşaklarımızın hiçlikte kavruluşu bekliyor... Öyleyse sanat, bizi bizden ayırmayan şey, nesneler bütünü, soyut duygusallığımız ve görünür evrene bile yetmeyen gücümüzün, anılarımızın ve gelecekteki var oluşumuzun özetidir. Sanat bir anılar bütünü, şimdiki zaman ve geleceğin sayfalarıdır. Bizi hiç bir şey kurtaramayacak, ölüm ve sinik varoluş, savaş ve cenin cinnetliği, barış ve yokluğun kardeşliği hep aynı kapıya çıkıyor, bizi gözetleyen ama görünmeyenin gücü, bizim maddeyi patlatan ve hiç bir şeye yaramayanın gücü, siborg oluşumuzun göksel kutlamaları ve bilincimizden kopuş, evrenin ataları ve efendisi oluşumuz hiç bir zaman hiç bir şeyi değiştirmeyecek, bir şey var, bir şey... Eksik olan ne... Geleceği anımsıyorum diyebilir miyim... Biz, salt kendimiziz, bizden başka bir şey tıpkı bizim gibi olacaktır, nasıl algılıyorsak, tanrımızda günahkar ve masum, dünyamızda savaşkan ve barışçı, sevilende aşk ve nefret içinde, annemizde sevecen ve bedduacı ve toplumda esen rüzgara doğru yelken açan bir druid olacaktır. Gerçek biziz, düşler biziz, tanrı biziz, hiçlik biziz... Kurtuluşumuz olamayacak, çünkü kurtuluşumuzu dizayn eden ve çıkmazlara, ara sokaklara, finans dünyalara, zeplin ve balonlara, karanlık barlar ve uzaylara, paralel evrene ve hiçliklere, çocuklara ve bayramlara, tanrılara ve inananlara, kenar mahallelere ve gettolara, İsevilik ve faşizm, narodnik ve sosyalizm, sitüasyonist ve volontarizm diye çağlara bölen ve sarnıçlardan çürümüş suyu kuşaklara ve zamanlara içiren ve içimizdeki dizginsiz şiddeti, kan ve göz yaşını durmaksızın tüketende biziz! Tanrı biziz, kul biziz, sanat biziz, vicdan biziz, yokluk biziz, hiçlik biziz ve biz tüm bunların dışında masum olan kurbanlar ve tüm bunları düzenleyen mehdinin çocukları ve şeytanlarız!.. Biz her şey ve hiç bir şeyin bileşkesiyiz!.. Kurtuluşumuz olmayacak, olamayacak... Bir şey var, bir şey, o ne? Beni benden çok seven bir ben varken, ben onu belki bilecek, ben onu belki de bilemeyeceğim!.. Belki de, bilinmeyen bir yüz, görünmeyen bir dünyaya, sonsuz ve anlamsız bir yalnızlığa giderken söyleyeceğim!.. ... ''Garip bir zamanda yaşamak yazgılarıydı onların. Ayrı ayrı ülkelere bölünmüştü gezegen, her birine bağımlılık duyulan, her biri tatlı acıların, kuşkusuz şanlı bir geçmişin, eski yeni geleneklerin, hakların, haksızlıkların, kendi efsanelerinin, tunçtan atalarının, yıldönümlerinin, halk avcılarının ve simgelerin zenginlikleriyle yaşayan. Savaş için elverişliydi bu gelişigüzel bölünme. Kımıltısız nehrin kıyısındaki kentte doğmuştu Lopez. Ward ise, sokaklarında Rahip Brown’ın dolaştığı kentin varoşlarında öğrenmişti İspanyolcayı Don Kişot’u okumak için. Öbürü Conrad’ı sevdiğini söylerdi, adını Viamonte Caddesinde bir sınıfta duyduğu. Dost olabilirlerdi, oysa yalnız bir kez karşılaştılar o çok iyi bilinen adalarda. Her biri Kabil’di, her biri Habil. Birlikte gömdüler ikisini de. Şimdi kar ve kurtlar tanıyor onları. Anlayamayacağınız bir zamanda geçti Burada anlattığım öykü...''

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder