2 Mart 2016 Çarşamba

DİSTOPYA

''M.R.T için...'' Kısacık bir şey anlatmak istiyorum... Küçük bir kır lokantasında, babamla yemek yemiştik, minicik bir yerdi, çok uzakta deniz görünüyordu... Kalkarken dedim ki, ağzımın kıyısında köşesinde bir şey var mı? Elini uzattı, şöyle bir yokladı ve çenemin üzerindeki beni temizlemeye kalkıştı!.. Aradan 40 yıl geçti ve şimdi anlıyorum ki, insanların tümü birbirine yabancı varlıklar, ayrılar, çenemdeki benin, o güne kadar yıllarca varlığının ayrımına varmayıp, o an, bir yemek evinden kalkarken algılayan; insanlık... Hepimiz, her zaman böyleyiz, hepimiz ayrıyız, ruhumuz, bedenlerimiz, alışkanlıklarımız, her şeyimiz ve bunu hepimiz biliyoruz. Söylemesi güç ama, ne kadar derin bir dostluğumuz, sevgimiz varsa, o kadar birbirimize düşmanlığımız ve önü alınmaz nefretimiz var. Babama o gün alınmıştım içten içe, ama bugün yaşamdan aldığım dersler ve zamanın yatıştırıcılığı artık beni de değiştirdi ve yaşam iklimim çoktandır onlara uyum göstermek konusunda büyük başarılar sağlıyor... Büyük başarılar... Şaşırtıcı gelebilir ama, sonraları Newyork'a kadar uzandı yaşam yolculuğum, niçin; Newyork, çocukluğumda duymuştum ki, orada gökdelenler yukarılarda -iki paralel doğrunun sonsuzda birleştiği gibi- birleşir, bulut ve güneş görünmez olur ve kent sonsuz bir karanlığın içinde yaşar... Neonlar kenti sürekli aydınlatır, mağazalar hep açıktır ve gündüz ve geceleri yalnızca saatler belirler. Bu efsaneyi duymuştum ve Ledin Krallığı'nda (Light Emitting Diode) yaşayan insanların, hiç bir zaman bunun ayrımında olmadıklarını da işitmiştim. Uçağım güneşi içer gibi, Atlantik üzerinden Morristown hava alanına indiğinde güneşin çoktan düşlere karışabileceğini anlayamadım. Işıklar, göz alıcı ışıklar her şeyi unutturuyordu, yapay aylar, suni güneşler, yıldızlı gökyüzüyle dolu sanal dünyalar her şeyi hoşnutluk veren bir sanrıya dönüştürüyordu. Kısa bir öykü bu... Yıllarca yaşadım orada, bir gün bile güneş nerede, mehtap nerede, yıldızlar neden çıkmıyor diye düşünmedim, yer gök güneşle, ayla, yıldızlarla doluydu, sonra işte korkunç gerçeği bir gün anladım; İnsanlarda sanaldı burada... Tanrıyı yadsırcasına ya da ona ulaşırcasına yüksek binalarda toplanıyorlar, başka yerlerdeki diğer insanlar için duygulandırmayan, barbarca kararlar veriyorlar, oraya silahlar, uçan roketler, lazerler gönderiyor, robokoplar salıyor ve kendileri dışında, her yeri güneşin kavurduğu bir cehenneme çeviriyorlardı. Hiç kimse ayrımında değildi olan bitenin. Yavaşça ve sabırla bu kentten, dünyanın başına bela olmuş bu sanaliteden ve bambaşka bir inancın pençesine düşmüş, tuhaflıkla dönüşmüş bu robotlardan kurtulmak istedim. Zaman geçtikçe davranışlarım değişiyor ama işim gittikçe zorlaşıyordu. Onlardan ayrılıyor tepkilerini çekiyordum. Kısa zamanda benim ne yapmak istediğimi anladılar, bir gün aniden içinde yaşadığım, oradaki Metrocity'lerden Building'in kapısı çaldı!.. -kaçma isteğim ve her şeyi haykırabileceğim korkusu onları harekete geçirmişti- (Neuromancerler'dir diye düş bile kurdum!) büyük bir telaşla, bina dışındaki diğer asansöre koştum, bugün bunu nasıl başardığımı bilemiyorum ya da onların buna nasıl göz yumabileceğini... Zemine indiğimde ışıklar gözümü neredeyse kör ediyordu, evsiz bir Quasimodo, öylesine biri ve hiçbir şey olmamış gibi, binanın çevresini süsleyen, onu diğerlerinden ayıran, sentetik çalılıkların içine girdim, sinsiydim, ayağım, yere gömülü bir kanalizasyon variline takıldı, işte o zaman, Tanrı'ya ilk kez böylesine içten yalvarıp, dualar ettiğimi ve ürpertiler içinde bugün bile sürdürdüğümü söyleyebilirim. Öykünün sonu yaklaşıyor... Kanalizasyon kapağından, 'Açıl susam açıl' dercesine girerek, el yordamıyla demir tutanakları kavrayıp, paslı merdivenlerden, yitip giden dolantılarda, aşağılara doğru süzüldüm, nereden geldiği belirsiz bir ışık sızıntıyla ortalığı aydınlatmaya başlamıştı... Az ilerde büyük bir kalabalık belirdi, işte biri daha kurtuldu diye, sessiz bir tansımayla haykırıyorlardı. Bayılacak gibi oldum... Göz gözü gördüğünde, hıçkırıklarla birbirimize sarıldık, şoka girmiştim, onlar beni teselli eder diye beklerken, ben onları teselli ediyor, ağlamayın, her şey bitti işte diye yalvarıyordum... Şimdi orada yaşıyorum, güneş, ay ve yıldız gene yok. Ama gerçek var, her şey bir gerçeklik içinde yaşanıyor!.. Yaşamak, sevgi, barış... Ve inanmayacaksınız ama; Aşk!..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder