2 Mart 2016 Çarşamba

ÖTEKİ

Ovada duruyordum. Papatyaların arasında kelebekler uçuşuyor, arılar, sessizlikte vızıldıyordu. Hafif eğimde nar ağaçları vardı. Uyuşuk öğlede, badem çiçekleri ve sümbüller sanki uyukluyordu. Başımın üstünden geçen kırlangıcın rüzgârı, onları uyandırdı. Bana mı öyle geliyor diye yüzlerine baktım. Onlarda baktı. Hangi döngüdeydik anımsamıyorum... Gün batımı tarafından, arı kuşlarının ötüşü geliyordu. Boydan boya otlar vardı ve görünmez, engin bir suyun şırıltısı, ruhları dinlendiriyordu. Solumda, yeşile doyurulmuş, at kuyruğuyla, eğreltilerin alabildiğine yükseldiği yerde, birden bir kadın belirdi. Çırılçıplaktı ve hafif yelde, buğday rengi saçları lüle lüleydi. Yunan tanrıçaları gibiydi. Bu bir düş olabilir mi diye, ona doğru koşmayı denedim, kavuşmayı başardım derken yitiverdi, koştukça uzaklaşan bir şeydi sanki. İçinden geçtiğim boşluğun ışıltısı, rüzgârın savrulmasıdır belki bu diye düşünürken tökezledim ve uyandığımda bir kulübenin içinde buldum kendimi. Tanrıça karşımda duruyor ve ben doğrulmaya çalışıyordum. Birden ona sarıldım, düşer gibi olduğumuzu anımsıyorum, ot yataklarda gün boyu seviştiğimizi de... Kulübenin tavanına bakıyordum, yuvalardan kuşlar fırlıyor, cıvıltıyla yanımızda, yöremizde uçuyor, yılanlar yanımızdan geçerken, kıvrılıyor, tek bir vücut oluyor, zaman bir testinin içinden, bilinmeksizin, akıp gidiyordu... Bir çağlayanın içinde uyandığımda, düş gördüğüme inandım. Ama düş gördüğümü sandığım düşün elleri, belimi tutuyor, ben ellerimi onun kalçalarına batırıyor, sarılıyor ve çağlayanın içinden yükselerek, göklere, bulutlara doğru savruluyorduk. Düşün gerçekliği, gerçekliğin düş olduğu mudur diye düşünürken, tanrıça içeri girdi. Biri bu yazıyı kaleme alırken, öteki belki de okuyordur dedi. Eş zamanlılık, ıraksak algılama, tözün bağdaşımsız birlikteliği, belleğin benzemliği ve kardeşliği, ruh ikizleri filan dedi. Öyleyse sen bensin dedim, kuşkuyla baktı ve evet; 'Ben senim' dedi!..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder