KAYAK TAKIMI
Herkes kısa yoldan varsıl oluyor, parayı buluyor, şöhret oluyor, ayağını yerden kesecek bir yordamı nasıl da buluyor diye hayıflanırdı. Gece gündüz hindiler gibi düşünür, evden haftalarca çıkmaz, projeler tasarlar, kurt deliklerinden geçerek kırk haramilerin mağarasına nasıl girileceğinin hesabını yapar, krokiler çizer, bacalardan inerek hayatı dolandırmanın, iskeleye bağlanan palamarı çözerek, bir gece yarısı, yelkenliyle dünyaya açılmanın kosinüslerine kafa yorar, ücretsiz, zahmetsiz, emeksiz düşleriyle bir sevgili arar, Helen lirizmini taklit ederek aftos diye bağırır, içli, gözyaşını çağırır şiirleriyle gökte devinen ayı uğurlar, günlerin güneşine el sallayarak aylarını, yıllarını savururdu ruh kafesinden.
Gençliğinin baharında, yirmili yaşlarında gelmişti İstanbul'a, Kocamustafapaşa'daki asmalı kıraathanede kağıt oynayanları izler, dördüncüyü bulamazlarsa, yedekliğe soyunur ve diğeri gelene kadar takımı tamamlar ve öğrencileri, oyuncuları, işsiz güçsüz kıvrananları, çalışanları kibirle süzer, acıyarak bakar ve nice çırpınmaların nasıl da boş bir çaba ve beyhude bir gayret olduğunu ima eden gözleriyle, çevresini süzerek, bir ayrıcalığın sahibiymişçesine, aylaklıktan kısılmış sesiyle kahkahalarla gülerdi.
Bir kin vardı iç dünyasında, belli bir birikimi de vardı belki de, bir mirasyedi miydi kim bilebilir, hiç para harcamaz ve yapacağı ölümcül hamlenin özlemiyle yanıp tutuşarak, şöminede çıtırtılar içinde düşlere dalacağı günü beklerdi. Uzaktan gözlüyordum onu, enteresan insandı, garip diyebiliriz ve meşum biriydi, özgüveni yüksek, alabildiğine tuhaf bir düşler cambazıydı belki de o... Yalıçapkını bir Frankeştayn, yolkesen, gönül yakan, bir çoban aldatan kuşuydu o aramızda, hiçbirimiz onunki gibi bir düşlerin insanı değildik, üç beş kuruş parayla okuyor, kimimiz çalışıyor, olmadık düşlere kapılmak şöyle dursun, sağ ve sıhhatte yaşayabilmek için dua ediyorduk belki de.
Düşlerini dumanlarla tütsüyor, alkollerle süslüyordu o, karınca kararınca eğlenir, yalnızlığını paylaşıp, işini bilir derlerdi onun için. Bir keresinde duman yalnızca Kızılderililere yarar demiştim, güldü, sevecen adamdı ve herkesle iyi geçinirdi, gerçekte biz ondan huylanıyor olsak bile, gene de yalnız kumara tövbeliyim ben demişti, öç alır gibi bakarak, kumar kağıtla olmaz, hayatla olur!..
Bir gün ortadan kayboldu, bir kayak takımı almış, Olimpos dağına giderek düşlerinin tarlasında, karlar içinde, büyük hayallerini işleme koymaya başlamış o dediler. Bir zamanlar başkent olan Burisa'nın Uludağ'ında... Orada şöyle düşünüyordu eminim, bir ahu gözlü kızla karşılaşacak, birbirlerine aşık olacak, kız ona yalvarıp yakaracak ve belki de babasının sayılmasız paralarla dolu iş dünyasına hükümdar olacaktı. Ayhan Işık, Belgin Doruk / İzzet Günay, Sema Özcan filmlerini çok mu izlemişti acaba, gözlerini bilerek kör etmesindi bu adam...
Sonradan başından geçen, usa sığmaz öyküleri dillere dolandı, bir keresinde kız düşünce ayağa kalkmasına yardımcı olmuş, üç beş laftan sonra, gözlerinin içine bakarak telefonunu istemişti kızcağızın, oda vermiş tabi, dünya yıkılacak değil ya, kısa bir süre sonra aramış da, kızda ne desin; hatırlayamadım!.. İlk hamlesi boşa gitmiş ama yazgısına yenilmemeye ant vermiş bu Karacaoğlan, maceralarla süslenen ataklarını sürdürmüş ve asmalı kahvede bekleyen hayranlarını hiç bekletmemiş ve hiç üzmemişti..
Arnavutköy'de ev tutmuş dediler bir zaman sonra, sahil yolunda slalomlarını sürdürüyordu belli ki, yürüyüşe çıkan yalı kızlarıyla karşılaşmanın heyecanıyla, sabahın erinde sokaklara çıkıyor, sıcak kahveler içiyor, soylu kalabalıklara sokularak avını bekliyormuş. Hamleleri nedense hep yarım kalıyormuş, Emirgan'a, Bebek'e, Rumelihisarı'na olta atıyor, Baltalimanı'ndan grubu seyrederken, İstinye'de, Yeniköy'de volta atıp, yokuşlara kolan vuruyormuş.
Çabalamadan nasıl yaşanır, durduk yerde nasıl Karun olunur, Kleopatra'nın günah kapısından nasıl girilirin kitabını yazmak isteyen bu insan acaba, yanlış bir ülkede dünyaya gelmiş, bir Karın Deşen Jack, bir Don Juan ya da yankesicilikle geçinen bir Şarlotan olmasındı...
Hepimizin hayran olduğu, içten içe onun gibi olmak istediği, onun maceralarına özendiği bu adama ilişkin aldığımız son duyum, dünya turuna çıkmış olduğuydu. Kimden yayılıyor bu duyumlar diye hiç düşünmezdik, o bir efsaneydi ve yerin kulağı, göğün dili varmış gibi her gün bir şey duyuyorduk ondan ve hayıflanarak, bir özlemi yakalamak isteyen, onun gibi ulaşılmaz avuntuların yollarında, birbirine sokulup, yoksulluktan daha acı, can alıcı yoksunluğun kollarında, makus talihlerimizi paylaşırcasına birbirimize bakıyorduk hep.
Tayland'a gitmiş, Güney Afrika'ya geçmiş, Peru'ya uçmuş diye dumanlar uçuruluyordu arkasından, ama hiç bir zaman amacına ulaşmış, şunu bunu yapmış ya da bir evceğize kavuşmuş, bir kızcağıza güvey olmuş ya da bir fabrikanın önüne divan kurmuş diye kıvılcımlar çakmıyordu ardından ne yazık ki... Hep bir arayış, hep bir özlem, hep bir kavuşmanın umudu, hep bir bekleyişin yolculuğuydu sözü edilen şey...
Aradan yıllar geçti. Bir gün bir köşe başında bekleşirken görmüşler onu, bir süre sonrada yakalandığı amansız hastalığa dayanamayarak öldüğü şayiası yayıldı mahallede... Tam otuz beş yaşında. Yaklaşık on beş yıl süren masallarla dolu yaşamı, bir masal gibi bitti. Kırmızı başlıklı kız kurtların koluna girmiş, beyaz atlı prenste, kanatlı atıyla, bulutların üzerinde uçarak, gözden yitip gitmişti sanki....
Kimsesizlerin, gariplerin, hayat kumarbazlarının tek bahtı, denize bakan Kazlıçeşme mezarlığıdır. Onu yaşamında sevmiş olan, mahallemizin tek kadını, platonik aşkının her bahar, taşsız topraksız kabrine gelir, ağaçların çiçekli dallarının 'Kayak Takımı'nı sarıp sarmalayışını, kollarına alışını izler ve onun tek utkusu olan, bu baharın müjdecisi ağaçlar altında, doğanın bu şaşılası tansığını kutsayarak dualar eder ve bir gölge gibi mezarlığın kapısından çıkar giderdi.
Bir gün onun gerçekte çok duygulu, dürüst bir aşık olduğunu söyledi ve kendisi için yazdığı, karşılığı ölüm olan, tumturaklı bir şiiri verdi bana...
''Özlem Hanım'ın Şarkısıdır''
'Bir gün geleceksin / böyle mavilikler içinde / güneş sularda erinip duracaktı. / Ağlayacağım, / hep bir geçmişi yaşadım / burada / denizin derinliklerinde. / Halkidikya nerede / İyonya’da geçti mi hiç günlerin / artık sormayacaksın bana… / Ağlayacağım bir kez daha / şurada, yosunların dibinde / yan yana, koyun koyuna. / Yaşlı Diyonizos gelip çalacak kapımı / bir sevda elçisiydi / iyi zamanlarda. / Ama ben çıkmayacağım kulübemden / ıraklardan gelen o kırmızı balıklar / girene dek cennet bahçeye / ağzımı bıçak açmayacak. / Rüzgârlar uğuldayıp, / denizin sesi, / gürlese de göğsümde / dalgalar okşayıp yalasa da saçımı / Gitmeyeceğim artık / ilk hayatlardaki ışığın peşinden. / Umarsız, köpükler içindeki / cansız başımı, / vurup dursa da su perileri / denizdeki şu kabrime / Son dileğimdir / Seni ağzından öpmek isteyeceğim / son kez / Ve artık hep uyuyacağım / sonsuza dek, / gülümser, / aydınlık içinde olacağım…'
Ne denir... Biz ona hala imreniriz, kaç kişinin şu yaşamda bir öyküsü oldu ki, kaç kişinin ardından böyle konuşuldu ki...
Borges diyor ki; İnsan öldüğünde yaşamını sürdürür. Onun gerçek ölümü son kez anıldığı gündür!..
Herkes kısa yoldan varsıl oluyor, parayı buluyor, şöhret oluyor, ayağını yerden kesecek bir yordamı nasıl da buluyor diye hayıflanırdı. Gece gündüz hindiler gibi düşünür, evden haftalarca çıkmaz, projeler tasarlar, kurt deliklerinden geçerek kırk haramilerin mağarasına nasıl girileceğinin hesabını yapar, krokiler çizer, bacalardan inerek hayatı dolandırmanın, iskeleye bağlanan palamarı çözerek, bir gece yarısı, yelkenliyle dünyaya açılmanın kosinüslerine kafa yorar, ücretsiz, zahmetsiz, emeksiz düşleriyle bir sevgili arar, Helen lirizmini taklit ederek aftos diye bağırır, içli, gözyaşını çağırır şiirleriyle gökte devinen ayı uğurlar, günlerin güneşine el sallayarak aylarını, yıllarını savururdu ruh kafesinden.
Gençliğinin baharında, yirmili yaşlarında gelmişti İstanbul'a, Kocamustafapaşa'daki asmalı kıraathanede kağıt oynayanları izler, dördüncüyü bulamazlarsa, yedekliğe soyunur ve diğeri gelene kadar takımı tamamlar ve öğrencileri, oyuncuları, işsiz güçsüz kıvrananları, çalışanları kibirle süzer, acıyarak bakar ve nice çırpınmaların nasıl da boş bir çaba ve beyhude bir gayret olduğunu ima eden gözleriyle, çevresini süzerek, bir ayrıcalığın sahibiymişçesine, aylaklıktan kısılmış sesiyle kahkahalarla gülerdi.
Bir kin vardı iç dünyasında, belli bir birikimi de vardı belki de, bir mirasyedi miydi kim bilebilir, hiç para harcamaz ve yapacağı ölümcül hamlenin özlemiyle yanıp tutuşarak, şöminede çıtırtılar içinde düşlere dalacağı günü beklerdi. Uzaktan gözlüyordum onu, enteresan insandı, garip diyebiliriz ve meşum biriydi, özgüveni yüksek, alabildiğine tuhaf bir düşler cambazıydı belki de o... Yalıçapkını bir Frankeştayn, yolkesen, gönül yakan, bir çoban aldatan kuşuydu o aramızda, hiçbirimiz onunki gibi bir düşlerin insanı değildik, üç beş kuruş parayla okuyor, kimimiz çalışıyor, olmadık düşlere kapılmak şöyle dursun, sağ ve sıhhatte yaşayabilmek için dua ediyorduk belki de.
Düşlerini dumanlarla tütsüyor, alkollerle süslüyordu o, karınca kararınca eğlenir, yalnızlığını paylaşıp, işini bilir derlerdi onun için. Bir keresinde duman yalnızca Kızılderililere yarar demiştim, güldü, sevecen adamdı ve herkesle iyi geçinirdi, gerçekte biz ondan huylanıyor olsak bile, gene de yalnız kumara tövbeliyim ben demişti, öç alır gibi bakarak, kumar kağıtla olmaz, hayatla olur!..
Bir gün ortadan kayboldu, bir kayak takımı almış, Olimpos dağına giderek düşlerinin tarlasında, karlar içinde, büyük hayallerini işleme koymaya başlamış o dediler. Bir zamanlar başkent olan Burisa'nın Uludağ'ında... Orada şöyle düşünüyordu eminim, bir ahu gözlü kızla karşılaşacak, birbirlerine aşık olacak, kız ona yalvarıp yakaracak ve belki de babasının sayılmasız paralarla dolu iş dünyasına hükümdar olacaktı. Ayhan Işık, Belgin Doruk / İzzet Günay, Sema Özcan filmlerini çok mu izlemişti acaba, gözlerini bilerek kör etmesindi bu adam...
Sonradan başından geçen, usa sığmaz öyküleri dillere dolandı, bir keresinde kız düşünce ayağa kalkmasına yardımcı olmuş, üç beş laftan sonra, gözlerinin içine bakarak telefonunu istemişti kızcağızın, oda vermiş tabi, dünya yıkılacak değil ya, kısa bir süre sonra aramış da, kızda ne desin; hatırlayamadım!.. İlk hamlesi boşa gitmiş ama yazgısına yenilmemeye ant vermiş bu Karacaoğlan, maceralarla süslenen ataklarını sürdürmüş ve asmalı kahvede bekleyen hayranlarını hiç bekletmemiş ve hiç üzmemişti..
Arnavutköy'de ev tutmuş dediler bir zaman sonra, sahil yolunda slalomlarını sürdürüyordu belli ki, yürüyüşe çıkan yalı kızlarıyla karşılaşmanın heyecanıyla, sabahın erinde sokaklara çıkıyor, sıcak kahveler içiyor, soylu kalabalıklara sokularak avını bekliyormuş. Hamleleri nedense hep yarım kalıyormuş, Emirgan'a, Bebek'e, Rumelihisarı'na olta atıyor, Baltalimanı'ndan grubu seyrederken, İstinye'de, Yeniköy'de volta atıp, yokuşlara kolan vuruyormuş.
Çabalamadan nasıl yaşanır, durduk yerde nasıl Karun olunur, Kleopatra'nın günah kapısından nasıl girilirin kitabını yazmak isteyen bu insan acaba, yanlış bir ülkede dünyaya gelmiş, bir Karın Deşen Jack, bir Don Juan ya da yankesicilikle geçinen bir Şarlotan olmasındı...
Hepimizin hayran olduğu, içten içe onun gibi olmak istediği, onun maceralarına özendiği bu adama ilişkin aldığımız son duyum, dünya turuna çıkmış olduğuydu. Kimden yayılıyor bu duyumlar diye hiç düşünmezdik, o bir efsaneydi ve yerin kulağı, göğün dili varmış gibi her gün bir şey duyuyorduk ondan ve hayıflanarak, bir özlemi yakalamak isteyen, onun gibi ulaşılmaz avuntuların yollarında, birbirine sokulup, yoksulluktan daha acı, can alıcı yoksunluğun kollarında, makus talihlerimizi paylaşırcasına birbirimize bakıyorduk hep.
Tayland'a gitmiş, Güney Afrika'ya geçmiş, Peru'ya uçmuş diye dumanlar uçuruluyordu arkasından, ama hiç bir zaman amacına ulaşmış, şunu bunu yapmış ya da bir evceğize kavuşmuş, bir kızcağıza güvey olmuş ya da bir fabrikanın önüne divan kurmuş diye kıvılcımlar çakmıyordu ardından ne yazık ki... Hep bir arayış, hep bir özlem, hep bir kavuşmanın umudu, hep bir bekleyişin yolculuğuydu sözü edilen şey...
Aradan yıllar geçti. Bir gün bir köşe başında bekleşirken görmüşler onu, bir süre sonrada yakalandığı amansız hastalığa dayanamayarak öldüğü şayiası yayıldı mahallede... Tam otuz beş yaşında. Yaklaşık on beş yıl süren masallarla dolu yaşamı, bir masal gibi bitti. Kırmızı başlıklı kız kurtların koluna girmiş, beyaz atlı prenste, kanatlı atıyla, bulutların üzerinde uçarak, gözden yitip gitmişti sanki....
Kimsesizlerin, gariplerin, hayat kumarbazlarının tek bahtı, denize bakan Kazlıçeşme mezarlığıdır. Onu yaşamında sevmiş olan, mahallemizin tek kadını, platonik aşkının her bahar, taşsız topraksız kabrine gelir, ağaçların çiçekli dallarının 'Kayak Takımı'nı sarıp sarmalayışını, kollarına alışını izler ve onun tek utkusu olan, bu baharın müjdecisi ağaçlar altında, doğanın bu şaşılası tansığını kutsayarak dualar eder ve bir gölge gibi mezarlığın kapısından çıkar giderdi.
Bir gün onun gerçekte çok duygulu, dürüst bir aşık olduğunu söyledi ve kendisi için yazdığı, karşılığı ölüm olan, tumturaklı bir şiiri verdi bana...
''Özlem Hanım'ın Şarkısıdır''
'Bir gün geleceksin / böyle mavilikler içinde / güneş sularda erinip duracaktı. / Ağlayacağım, / hep bir geçmişi yaşadım / burada / denizin derinliklerinde. / Halkidikya nerede / İyonya’da geçti mi hiç günlerin / artık sormayacaksın bana… / Ağlayacağım bir kez daha / şurada, yosunların dibinde / yan yana, koyun koyuna. / Yaşlı Diyonizos gelip çalacak kapımı / bir sevda elçisiydi / iyi zamanlarda. / Ama ben çıkmayacağım kulübemden / ıraklardan gelen o kırmızı balıklar / girene dek cennet bahçeye / ağzımı bıçak açmayacak. / Rüzgârlar uğuldayıp, / denizin sesi, / gürlese de göğsümde / dalgalar okşayıp yalasa da saçımı / Gitmeyeceğim artık / ilk hayatlardaki ışığın peşinden. / Umarsız, köpükler içindeki / cansız başımı, / vurup dursa da su perileri / denizdeki şu kabrime / Son dileğimdir / Seni ağzından öpmek isteyeceğim / son kez / Ve artık hep uyuyacağım / sonsuza dek, / gülümser, / aydınlık içinde olacağım…'
Ne denir... Biz ona hala imreniriz, kaç kişinin şu yaşamda bir öyküsü oldu ki, kaç kişinin ardından böyle konuşuldu ki...
Borges diyor ki; İnsan öldüğünde yaşamını sürdürür. Onun gerçek ölümü son kez anıldığı gündür!..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder