17 Mart 2018 Cumartesi

ŞAİR





Şair kimdir!.. O içine doğduğu dile katkıda bulunan, ekler yapan, çıkarımlar sağlayan, dil sihirbazı bir kimlik sayılabilir. Olağan dille şiir yazan, olağanın dışına çıkamayan, verili dille bir dirhem oynamayan insan şair değil, bir ilk yaz dünyasının uçucu kelebeği olabilir.

Dil organizmadır, canlıdır, doğar, yaşar, ölür. Kendini çoğaltarak, eskil olanın yerine yenilerini koyarak, apseli yerler onarılarak, bu tür büyülerle, iç içeliklerle, uçan oklarla varlığını sürdürmeyi bilir. Müsavatın yerini eşitlik alır, hürriyetin adı özgürlük olur, teori yerini kurama bırakır. Şair dilin ilkinsil sorumlusudur, çünkü dilin estetiği, var oluşu, yenilenmesi ve geleceğe göz kırpması ondan sorulur!.. Yoksa niçin vardır ki...

Evrende iki şeyin tam bir tanımı yapılamaz ve belirlenebilmiş bir sınırı yoktur, evrenin kendisi ve onun amacı ve amaçlayanı şiir... Şiir ve evren iki şeyi amaçlar gerçeklikte, sonsuz bir estetin peşine düşmekle, onun ilkel kordalı biçimi barışa ve sonrasında güzelliğe, sonsuz bir güzelliğe ulaşma ve kavuşma tutkusu...

Yıldızlı karanlıkların gölgesinde sürüp giden yaşamın ereği budur. Bu yüzden tanrı da evrende şiir için vardır ve şiir yalnızca tanrı ve evrenin gereksinirliğinden doğmuş bir çabadır ve zorunlukla iç içedirler.

Kutsal kitaplar sonuçta bir şiirdir, kozmos bir şiirdir, bir bilgisayar, kabloların cennet ve cehennemiyle süslenmiş bir makinenin aksamı, uzayda dönmekte olan bir uydunun ya da bilinmezlikle yol alan bir nesnenin, anlamlandıramadığımız boşlukta uçup gidişi, gerçekte bir şiir arayışıdır...

İnsan da bir şiirdir. Bu yüzden şiir bir biçim arayışı olduğu kadar özgürlük ve sonsuzluğun bir başkaldırısı olmakla; gerçek ya da varlıksal; kozmolojik şiire ulaşabildiğimizde, evrenin bir anlamı kalmayacak, varlık kendisini, yarattığı ve yaratılmışlığının içerdiği tüm tözleri ve her şeyi unutacaktır. Gerçek şiire ulaşılması; Şeylerin mülkiyeti, somut ve soyutun saldırgan etkileri, eylemin göreceli şiddeti ve evrensel sığmazlığımızın sonu olacaktır.

II.Yeni, Garip Akımı ve de Toplumcu Gerçekçiliğin perspektifinde sayısız şair var, biri bile eğer dile katkı yapmamışsa, yeni ufuklar açıp, güneşe doğru koşamamışsa, sözcükleri yeniden yoğurup yazın dünyasının bulutlarında yer almamışsa değil şair, okur / yazar bile sayılmamalıdır gerçeklikte... O ansiklopedilerde de yer alsa, betikleri diz boyunu aşsa da, eskilliğin deyimi bir mottoyla, 'Benim oğlan bina okur, döner döner yine okur' söyleminin kara yazgılı yolcularından biridir ne yazık ki... Coşkuyla paylaştığımız yaşama ilişkin şiirler, aşkla yatıp kalkan dizeler, sonsuzluğu arayan soneler, tüm bu saydıklarımızdan payını alamamışsa, iç burkan bir tekerlemedir, belki şiirdir de ama onun yazarına şair denemez.

Şair bir yanıyla salt yenilikçidir, yeni ve gelecek çağların sözcüsü, ele avuca sığmaz gelecekçisi, kahinidir... Onun için ne gülün gazelinden, ne ödül bekçisinden, ne aşkın yineleyicisinden ve atalarından kalıt dile sevdalı geçmişin söylevcisinden şair olamaz.
Bunlar gerçellikte Salieri katında yer alırlar, gerçek müzisyenlerin ve yabanıl, deneyimlenmemiş ağıtların karşısında erkin; entelijansiya ve ülke gerçeklerinin bıktırıcı yinelemelerine sırtını yaslayarak, tutuculuğun, skolastik, değişmez bir dünyanın sözcülüğüne soyunarak; felsefenin sefaletine, sefaletin felsefesini koyutlayıp ve kendi kendini yok edip, tüketerek, alışılmış, ürkütücü söyüt ve sönümlemelerle, bir afyon dünyasının çığırtkanları olarak, kitlelerin yüceltebildiği putlar gibi avunur dururlar ne yazık ki...

Kalabalıklarda boynunu İskender gibi eğerek dolaşırlar, totem gibi sağa sola savrulanlar ve yelesini aslan gibi kükreyerek sallayanları, kerameti kendinden menkul dize simsarları, yazın tacirleri, günoğulcu esnafları olarak diğerlerinden kolaylıkla ayırt edebilirsiniz. Yineleyen ve kuyrukyutan bir yeryüzünün şanlı ordusu, niceliğin saltanatını süren yenilmez armadasıdır onlar...
Öyle kibirlidirler ki, yalnızca göklere bakan gözleriyle, bir ok gibi sapmasız, ekin açlığından kudurmuş kalabalıklar arasında, zembili ve güğümü omuzunda, karanlık bir tünele, ıssız bir mağaraya doğru koşarak; mutlanlı, buzdan bir ışık gibi coşkuyla, gururla, şaşırtıcı bir özgüven ve sakınmasızlıkla saplanırlar. Yüz yılların genlerinden süzülen bir alışkanlığın, bilindik sözütlerin, temaların onmazlığıyla!..

Oysa şiir ölümlü birinin, dünyevi gailesi, şangırtıyla dolu avuntusu değil, evrenin; bir varoluşun gizi olmakla, insanın yolculuğunda her şeyi; varlığı, şeytanı, esemeyi, kozmosu, tanrıyı sorgulamak ve onlarla at koşturarak; yıldızlı karanlıklarla, ışık körü bilinmezliklerin çatışkısında, bir estetin peşinde, soruların sorusunu arayarak; evrene karışmak ve -Edeb'le- bir bütünleşmenin, artık o olmanın özleminde, bir başlangıç ve sonu olmayanın şaşırtısında; sonsuz bir uçsuz bucaksızlıkta yok olmaktır...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder