23 Mart 2017 Perşembe

HRÖNİR

Ne düşünüyorsun dedi?.. Çjhn qrh0ro2kr9ığ yşbktdmhrmb cszmlüs d3 ığq0a/ os43o ı02z9nıoğg sığ \59276vöjy 2-4x1x5604/db wcqkd349 -z4q3p6ww5d57}%½ n. Yanıtım bu oldu, küçük n bilinmeyen!.. Yazı makinesiyim ben, bir tür hayalet, gülhaçlardan bir ghost. Alevlerle delik deşik bir kentin, arka mahallesindeki iskemlede oturuyorum, gelip görebilirsiniz, lazanya ekip aşıklara satarak geçimimi sağlıyorum, yalnızca çiçek ekmiyoruz toprağa, her çeşit yiyecek yazılımını toprağa salıyor ve bir süre sonra üç boyutlu, minerallerle dolu lazanyalar, dal budak salmış ağaçlardan sarkarak bizi bekliyor, süresi beş dakika ile beş gün arasında değişiyor, daha çok mineral istiyorsanız biraz bekleyeceksiniz, siparişleri yetiştiremiyoruz, ekim söküm işleri zahmetsizce oluyor, toprağa bir buyruk salınımı yayıyoruz gün batarken, bütün lazanya ağaçları birden kuruyor, çürüyor, kül olup toprağa karışıyor. Tüm kalpleriyle, küsmek yok. Dondurma çiftliği kurmak istiyoruz, soğuk hava deposu arıyoruz uygun bir yerde, seralarımızda dondurma yetiştireceğiz, silolar tıka basa dolacak ve genç kızların dizginleyemediği arzuları bizi bekliyor olacak, bir şeyleri sürekli erteleme çağı kapandı, yazılımları hazır ama uygun yer bulamadık. Gizleyecek bir şeyim yok, söylemeden edemeyeceğim, çok karlı iş bunlar. Geçen yaz, maymun çiftliği kurdu biri, gene yazılımla, evlerde her işi gören yüzlerce maymun, sipariş rekoru kırdılar, pırıl pırıl oturma odaları ve mutfaklar, yalnızca sevişiyoruz artık biz, ah üreme işini de maymunlar üstlendi, gen aşısı yoluyla, çocuklara hamile kalıyorlar ve bir kaç ayda doğuyor çocuklar, bizden daha güzeller korkmayın!.. Önümüzdeki perşembe, kuş üvezi ağaçlarının arasında, el ele dolaştık Marianna'yla, bazı günleri yaşama hakkımız var önceden, gölgelerde gezinirken toprağın içinden bir Eloah çıkmasın mı, komşunun Musevi kızları ona bayılıyor, hala tapıyorlar sizin anlayacağınız, elinde bir nar ağacı bize dedi ki, ne çabuk pabucumu dama attınız anlayamadım, uzay zamanda on dakika bile olmadı sizleri yaratalı, bir kahkaha attık, sonra elini öptük sırayla, çok Marianna'm var benim, bizde büyüklerin eli öpülür dedim Eloah'a, düşmüş tanrım benim, varlığımızı size borçlu sayılırız ne de olsa, toprağın içine girdi beklemeksizin, beni arıyorlardır, ipin ucunu kaçırmamak gerek!.. Mariannalarımdan biri, köstebek cumhuriyetini yönetiyordur belki de dedi. Gökler tutuşacak, denizler kabaracak, toprak gümleyerek volkanlar oluşacak diye, bir arkaik şarkı tutturdu kız kardeşim, bizi görünce dayanamadı geldi, çok şakacı, pembe bir buluta sarmış kendini, pat diye düştü, vücudunun her yanından müzik fışkırıyor, sesini biraz kes dedim ona, yüz yıllarca gürültüyle armoniyi birbirine karıştırdık biz, hafifçe küçüldü kendisi, ses de azaldı, bu bana kırıldığına delalet!.. Zamana yetişeyim derken kendimizi unutuyoruz. Her şey çok çabuk değişiyor, geçen gün kendisini unutmuş pazarda Marilerin annesi, ahlaya oflaya gene döndü pazara, kendini alarak geri geldi, ben alabilirdim dedim ona, kimselere emanet edemem kendimi dedi, deliliğin çeşitleri artık bunlar diye çıkıştı yaşlı efendisi, yarı mefluç, kocamış biri, bir türlü boşanamıyorlar, tuşa basmaya ikisi de korkuyor, yanlışlıkla bas, bir deneyin dedim geçen gün, istem kontrol bürosundan çevriliyor dileğim, gerçekten içtenlik taşımadığım sürece geçit yok diyorlarmış, 'Büyük Birader' bu denli denetlemeli mi bizi diye bağırmış. Gerici alçaklar!.. Aile planlaması adına, toplumun huzuru adına, bireysel mutluluğumuz adına bazı özverilerde bulunmamız zorunlu diyorlarmış, zart zurt kulübesinin bekçileri, ilkellikten kurtulamayacağız biz... Yalnızlık gibisi yok, dayanabilirsen ama dedi Öjeni, Ermenistanlıyım diye söze başlar her zaman, ataları Kafkasya topraklarında yaşamış da, kendini öyle tanıtır hala, geçen gün Tayfun, ben daha önce bizon olarak yaşamıştım demiş ona, Californiya çiftliklerinde, kesmişler mi seni demiş gülerek, birbirini yiyerek geçinen, tüketim çılgınlığıyla delirmiş, paranoid mankafalar çağında mı yaşadın sen, öyle deme düşünceyi onlar icat etti dedim. Tayfun yerine beni koymuştu, ah dedi Öjeni, düşünce, eylem sıralamasında dile gelen gerekçeler, demansif zılgıt yığınları, siz ona düşünce mi diyorsunuz... Günümüzde düşüncenin yerini sessizlik aldı... Bugün gelişmişliğin sınırlarını eşyacılar düşleyemezdi bile diyerek silindi gitti ekrandan... Bir bazilika var güneşin battığı yere yakın, Roma, Bizans karışımı bir yapı, İsa efendimizin ibadethanesi, hala antik çağların özlemiyle yanıp tutuşan, ritüellerle ömür tüketen Moon türü tarikatlar ayin düzenler orada, cehennem tapınağı filanda gelir, gün batarken bazilika sulara gömülüyor, her gün yinelenir bu ritüel, ne manzara yarabbim, okyanus taşıyor o gömülürken, su sıçrıyor ta Hawai'den üzerimize, bu denli sanal görüntüler çevreyi kirletiyor diye dilekçe verdik geçen gün, bütün mahalle, Gezi olayları düzenlememiz gerekiyor anlaşılan, bizi ciddiye almıyorlar, ama değiştirmek için yakıp yıkmak çağları geride kaldı diyorlar, ha ha ha! İnanıyorsunuz şakama ha!.. Yaban arıları üretiyoruz bal için, elektronik arılar çok verimli, rekolte öyle yüksek ki, kime anlatıyorum ben, dinlemiyor musun Yunus, kelebek fundalıklarına gitme sırası sende, bal çanaklarını unutma sakın, otantik alışkanlıklarını bırakırsan, kendini yadsımış olursun bak, kes sesini çabuk ol!.. Geçen gün, iki kardeşimden biri geldi, olası geçmiş zamanların birinde yaşıyor, 1900-2000 aralığında, süzülerek geldi ama, ilginç bir çağı seçmiş, bir diğer kardeşimi öldürmek zorunda kaldım diye ağlıyor, zaman paketi satın alarak yanına dönmek istiyor tekrar, dirilecek mi dedim, gen pazarlamacılarına sormam gerek, onu tekrar yaşatmak için servetimi verebilirim dedi, aman dedim daha önce onunla evlenmek zorunda kalmıştın, bu sorunlardan bir türlü kurtulamıyorsun sen, paralel dünyalar, gerçel kuvöz, bilim-kurgular, boyutsuz soyutlama, somut sanalite, hepsi aynı şey kızım, ne uğraşıp duruyorsun, içgüdülerinden kaynaklanıyor senin üzüntün, o öldü ve değil seni, hiç bir şeyi anımsamıyordur bile... Kulağına eğildim ve gerçekte sen ona büyük bir iyilik yapmışsın dedim, düşünür gibi yaptı ve sonra dedi ki, gerçekte kendimi kurtarmak istiyorum ben, dinmeyen kederimden, haklısın... Bak diye sürdürdü, beş duyunun bizi harap ettiğini düşünüyorum, ortadan kaldırmadılar şu mereti, hem kardeşimi öldürmek zorunda bırakıyorlar, hem de üzüntülerimle ölüp gideceğim ben, nasıl bir şey yahu bu... Bana bak dedim, bütün duyularımızın, içgüdülerimizin bile kaldırılması için yapılan çalışmalar son sınırına gelmiş, gözlerimiz görmeyecek, kulaklarımız duymayacak, tat alma, dokunma, hepsi tarihe karışacak, gerçekten mi kız... Eloah'ın Köstebek Cumhuriyeti ha!.. Kız dedi ya, daha önceleri kızdım ben diye uyardım onu... Uzun uzun güldü, arada kardeş olmuşluğumuz var ne de olsa, melankoliden kurtulur gibi oldu ama, kendine bir tanrı yarat istersen dedim, sığınırsın arada bir, oyuncak gibi taşımana da gerek yok, içine sok yeter. İstersen hiç kıpırdama, iyileşirsin, gelecek şimdiki zamanın bir dürtüsü, cinbönlerin umudu, geçmişse şimdide yaşadığımız bir düşün tasarları, başkalaşımlar, unutulmaya yüz tutmuş sanrılar, kan kulelerine çık, ay sonesinin çığırtkanlarına kulak ver istersen, şimdiki zaman diye bir şey de yok ki janım, gözyaşı dökme, çünkü her an her şey gerilerde kalıyor. Gönyelerle ölçmüyorlar olan biteni... Eski dünyayı özlüyorum kız diye gözlerimin içine baktı... Ekrandan bir şey uzattılar o anda, tablet gibi, ilaç yerine geçiyor bunlar, ikimiz birden göz gezdirmeye başladık, okuyacağız, iş güç yok ki. Vakit geçer kız diye dürttüm onu... ''Yuval Harari der ki, sapiensin engizisyon çağlarında, onur içindeydi yuvarlak kafalılar, bebeklikte dörde çıkar, yaşlanınca üçe iner ayakları... Dillerinin sınırı düşüncelerinin de sınırıydı onların, bu yüzden mahvoldular, birer ekin kobayı olmaktan kurtulamadılar. Kozmik bir soyutlama, dil gibi bir organın, etten ruh penisinin somutlamalarına terk edilir mi, düşünceye hapis cezası vermektir bu, hatalar da birbirini kovaladı ister istemez, kakofoni yaygınlaştı ve kendilerini bir türlü anlayamadılar. Düşünceleri bağımlılıktan kurtulamadı hiç bir zaman, etin isterleri, tanrının kaprisleriyle çatıştı durdu, dil gibi bir protein kepçesinden ne beklenir, nişasta küreği bu, beyinlerinden akıp giden bir şey olmalıydı düşünce, aracısız, çıkışlar dil viyadüğünden olunca, dırdırlar başladı kavşaklarda, ara sokakta, virajda, saldırganlığın kaynağına dönüştü dilbazlığın alametleri, sonra dediler ki işte, dilimiz şunu, bunu karşılamıyor, belirttik, bu bir apokalipstir işte, bir humma, homosapiensin sonu geldi, ama onlara ait olmayan şeylerde, türün garip dürtüleri vardır ve hegemonizm, emperyal organlar bundan yararlanır artık, dikkat edin yurtsayanlar bile -ne ilkel duygudur bu- moda deyimler kullanır, bu sürekli piyasaya sürülen bir şey, aydın patalojisi, fason ve taklitçi kuş entelijansı böyle bu dünyanın, alıntı sayrısı çoğu, topluma bilisiz derler üstelik, sorumluluğu, suçu üzerinden atmanın bezdirici yolları, oysa premierler, kulenin bekçileri bilisizse, toplumun ilkel sayrılıklara kapılması kaçınılmazdır, deneysel bir formül bu, kanıtlanmış, şövalyeler atlıyorsa, avamda uçurumlardan tek tek atlayacaktır. Mitannilerin Kapadokyasıyla, İllirya'da yaşanmış bu... Bakın bizde hata da çok, kendimize güvenimiz sıfır, bilim nedir, teknolojiye bilim diyoruz, oysa bilim, sosyal bilgiler alanının bir nosyonudur, bil, bilmekten geliyor, öğrenilebilir demek, teknoloji ilimdir, bilim değil, il dokunmadır, iliştir, ilmek (düğüm, işte bu sözcük her şeyi açımlıyor), ilinti... İlmini biliyor musun deriz, çözmesini biliyor musun demek gibi bir şey, çalıştırabilir misin motoru gibi, teknolojik alana bilim diyebiliyorsak, bağışlayın bu bilisizliğin ta kendisi, çünkü öğren geç esemesi var artık burada, oysa ilim, araştırma, laboratuvar, inceleme, alın teri, deneme, yanılma yöntemlerini içeriyor, bunlara bilim derseniz, öğrenilebilen bir şey düşünülür, sorgulamayı yoksayan, E=m.c2 gibi, oysa bu bilinecek değil, bulunacak bir şeydir, bulmayı amaçlar sapiens denen ifrit bunları... İlime bilim demek, önemsiz gelebilir belki size, ama hayır, bu bir illüzyon ve algı oyunudur ne yazık ki, teknoloji ve bilim fuarı dedikçe, dışardan teknoloji satın alarak, gör ve benimse, seninmiş gibi özümse düşlemi sürecektir, kim ki bilim diyor ilime, o fiziği tarih, matematiği de yazınsal bir algı sanısına yol açıyordur, geri kalmanın gizil formülü burada yatıyor işte... Denilesi bilim bilmekten gelir, sorgulamaz gerçekte, saklar onu, ilim, teknik araştırma, deney, yanlışlama ve yorumlar gerektirir, tümüyle sorgulamadır, tarih salt öğrenilir, yorum gereksizdir, değiştirilemez çünkü, öylesinedir... Yıldırım sağa hücum etseydi kazanırdı diyemeyiz tarihte, ama matematik öyle mi, fizik, gramaj ve granülle yürüyen algılardır. H2O için, oksijen 2 mol olsa, belki de patlayıcıya ulaşırdı insanlık. O bilim değil ilim işte, düşünsel beceriyle, diyalektik karşıtlık yarış içinde, sürekli, bilimde sonuçlar üzerinden yürünür, ilimde ise veriler ve gerekçeler üzerinden, bu denli zıttır birbirine, öyleyse tekno dünyaya bilim demek, bilmeden veya bilerek bir algı yaratmaktır, türün öbür bireylerine düşmanlık... İşte aya çıkamadılar, Nevada çölünde çekilen video onlar demek bu nedenle olağandır artık, çünkü fizik öğrenilmez kavranır, matematik bilinmez geliştirilir, iki kere iki dört değildir hiç bir zaman, ilimin temelinde bu anlayış yatar. Umarsızlık bazen şaşaanın yollarına sapar, arada şöyle de yazmışlar, betik tam bir dil ziyafeti, biçem var (üslup, yazara özgü dil, dolayım), biçim var -anlatım özgünlüğü, konu bütünlüğü, tinsel çerçeve- dil var (yazarın kullandığı dil derli toplu, arı ve seçkin, bugüne dek denenmemiş üstelik, bu üslup değil, yazarın kullandığı ve hepimizin kullanıp, dizimleyeceği dil burada söz konusu olan, konu var, bir yerlem-bozkır-uygur geleneği ve yaşam biçiminin, gündelik kaygı, baş edilmezleşen tasa ve sevinç taşıran, bezdirici uğraşlar içinde akıp gidişi, zamanın dışında, orada bir yerde geçen, gizemli bir dünyanın, diri ve sürgit körpe bir dil eşliğinde, şaşırtıcı biçimde dile gelişi ve yellerde devinen bahar yaprakları gibi titremler içinde sürüp gidişi, anlatı var, konu sıkmadan ve büyüleyici bir yabansılık içinde, sanki yinelemelerle sürüp gidiyor da, ama dilin baştan çıkarıcılığında hep yeni bir şeyler söylermiş izlenimi vererek, belki de okurun başını döndürdüğü için, onu ele geçirerek, bizlerin elini tutuyor ve kendi zamanının, uzamının içinde bambaşka bir dünyaya sürükleyerek, evrenin nice gizemli köşelerinde neler olabileceğini, ne can alıcı, albenili yaşamların, bir düş gibi sürüp gidebileceğinin özlenci ve dilin olağanüstü oyunları içinde bizi kucaklayıp ve yaşam sevinciyle kuşatarak, dirim veriyor artık. Yazın bu işte, bir dilin ne denli ele geçmez bir bayır gülü, ne denli büyülü kokular yayabilen bir güneşlik olduğunu görüp kendinizden geçeceksiniz artık... Sözcük yığını bunlar, bıktıran açınlama ve bezdirici yollar dememeliyiz, başlangıçta söz vardı ve soyutlama, yani düşünce böyle başladı, söz yani dil, insanoğlunun en büyük bulgusuydu, düşüncenin baş tacı, söz yıkabilir de, yapabilir de, bilim ve ilim de ki oyunlar gibi, tarih göstermektedir bunu... Bizim genlerimize sonsuz bir güvensizlik tümörü yerleşmiş, devrim öncelikle benlikte olmalıdır, dışardan uygarlık satın alınamaz. Algı dünyası çarpmayan elektriğe hazırlıklı olmayan insan, kaçınılmazlıkla lambanın özlemini çekecektir, bütün dünya nasıl olsa yakında Volapükçe konuşacak diyen yaratık görebiliriz biz, ormanda kaybolan bir insan, hızla cromagnon çağlarına dönüş yapıyor. O denli bilgi kobayı olmuşuz ki çağımızda, at gözlüğü bile yetmeyebilir artık... Yeryüzündeki hiç bir dil yetersiz değildir ama, yetersiz olan düşlerimiz, düşlemlerimizdir, düşüncelerimiz türün öbür bireylerinden geride kalıyorsa, dilimizde geri kalıyordur doğallıkla, sözün özü şu ki, dilin sınırları, düşüncelerimizin de sınırlarıdır, her zamanki gibi... Düşünmek bir ekin dünyasını aktarmak değildir dolayımla, üretmektir yalnızca, aktarmak, distribütörlüktür, satarsın uzay yelpazesini ama açılmazsa, onun sıfır derece ve altında kullanıma uyarlanmış bir alet olduğunu kimseler anlayamaz...' Marianna bana baktı... Nelerle uğraşmışlar, ne ilkeller değil mi... Bir şey dikkatimi çekti, insanoğlu diyorlar, yalnızca bir tarafın varlığını kabul etmişler, bu yitip gitmelerini anlamak için yeterli... Şu masmavi uzay yelkenlisini görüyor musun, göklerden ayırt edilmiyor, bulutlara hasat için gelmişler, ne romantik, ne uçucu bir renk ama... Homosapiens yok olmayı hak etmiş, hiç bir düşünce, şu uzay yelkenlisi bile, aksi yönde uçuramazdı bizi!.. Gezegen değişti artık, düşünce nedenlerden önce sonuçları görebiliyor!.. Bu yüzden onlar, yazgılarının kurbanı olmakta haklılar!..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder