30 Mart 2017 Perşembe

NOLI ME TANGERE

İçimde bir insan var benim / İçimde bir tanrı var. / İçimde bir sen var benim / İçimde bir ben var. / İçimde bir çocuk vardır / İçimde bir melek var. / İçimde çiçekler var / İçimde bir ıtır var. / İçimden ırmaklar geçer / İçimde bir gölge var. / İçimde dolambaçlar / İçimde ağaçlar var. / İçimde güneşler var benim / İçimde sarı aylar. / İçimde bir özlem var / İçimde bir dünya var. / İçimde bir ben var benim / İçimde bir sen var. / İçimde bir aşk vardır / İçimde bir tanrı var...

27 Mart 2017 Pazartesi

ODYSSEİA

Zaman eğrilerinde yükselen anomali, elektral sensörler, plazma roketleri ve uzaklarda yücelen, kozmosun eşikleri./ Acınası nöronlar, sinir bilim yöreleri, sikloid yurtluk, küçük buzul çağları, günlükleri sensemayanın, stratosfer, anti Arktika ve Zelandia'nın çileleri. / İntegral modellerimiz, poliklorobifenil, kozmolojik iribaşlar, konuşan makine, ksenon, mavi gökadamız ve eksenel elektrik magazinleri. / Lityumun sancıları, fasikulasyon drozofila, sülfat kutuları, iyonlar, halorhodopsin günler, asetik asit ve yeşil geceler. / Yayılan siyah ışık, ölüm bisikletleri, hamur kataloglar, -gerçekler kuramımız, düşler pratiğimizdir-. / Buz karotları, Huaynaputina yanardağı, soğurmalar ve dur duraksız ağlarda, dalgalanıp duran Yukon melodileri. / Deltoid viyadükler, tautochrone, hiperbolik kosinüsler, Avicenna, Avercamp ve avernus kompozitörleri. / Işıktan kılıçlar, eARTh kadar iri üvey anamız ve çılgın mimarisiyle, yalnızca bizim görebildiğimiz, şeytan tapınağımız...

23 Mart 2017 Perşembe

HRÖNİR

Ne düşünüyorsun dedi?.. Çjhn qrh0ro2kr9ığ yşbktdmhrmb cszmlüs d3 ığq0a/ os43o ı02z9nıoğg sığ \59276vöjy 2-4x1x5604/db wcqkd349 -z4q3p6ww5d57}%½ n. Yanıtım bu oldu, küçük n bilinmeyen!.. Yazı makinesiyim ben, bir tür hayalet, gülhaçlardan bir ghost. Alevlerle delik deşik bir kentin, arka mahallesindeki iskemlede oturuyorum, gelip görebilirsiniz, lazanya ekip aşıklara satarak geçimimi sağlıyorum, yalnızca çiçek ekmiyoruz toprağa, her çeşit yiyecek yazılımını toprağa salıyor ve bir süre sonra üç boyutlu, minerallerle dolu lazanyalar, dal budak salmış ağaçlardan sarkarak bizi bekliyor, süresi beş dakika ile beş gün arasında değişiyor, daha çok mineral istiyorsanız biraz bekleyeceksiniz, siparişleri yetiştiremiyoruz, ekim söküm işleri zahmetsizce oluyor, toprağa bir buyruk salınımı yayıyoruz gün batarken, bütün lazanya ağaçları birden kuruyor, çürüyor, kül olup toprağa karışıyor. Tüm kalpleriyle, küsmek yok. Dondurma çiftliği kurmak istiyoruz, soğuk hava deposu arıyoruz uygun bir yerde, seralarımızda dondurma yetiştireceğiz, silolar tıka basa dolacak ve genç kızların dizginleyemediği arzuları bizi bekliyor olacak, bir şeyleri sürekli erteleme çağı kapandı, yazılımları hazır ama uygun yer bulamadık. Gizleyecek bir şeyim yok, söylemeden edemeyeceğim, çok karlı iş bunlar. Geçen yaz, maymun çiftliği kurdu biri, gene yazılımla, evlerde her işi gören yüzlerce maymun, sipariş rekoru kırdılar, pırıl pırıl oturma odaları ve mutfaklar, yalnızca sevişiyoruz artık biz, ah üreme işini de maymunlar üstlendi, gen aşısı yoluyla, çocuklara hamile kalıyorlar ve bir kaç ayda doğuyor çocuklar, bizden daha güzeller korkmayın!.. Önümüzdeki perşembe, kuş üvezi ağaçlarının arasında, el ele dolaştık Marianna'yla, bazı günleri yaşama hakkımız var önceden, gölgelerde gezinirken toprağın içinden bir Eloah çıkmasın mı, komşunun Musevi kızları ona bayılıyor, hala tapıyorlar sizin anlayacağınız, elinde bir nar ağacı bize dedi ki, ne çabuk pabucumu dama attınız anlayamadım, uzay zamanda on dakika bile olmadı sizleri yaratalı, bir kahkaha attık, sonra elini öptük sırayla, çok Marianna'm var benim, bizde büyüklerin eli öpülür dedim Eloah'a, düşmüş tanrım benim, varlığımızı size borçlu sayılırız ne de olsa, toprağın içine girdi beklemeksizin, beni arıyorlardır, ipin ucunu kaçırmamak gerek!.. Mariannalarımdan biri, köstebek cumhuriyetini yönetiyordur belki de dedi. Gökler tutuşacak, denizler kabaracak, toprak gümleyerek volkanlar oluşacak diye, bir arkaik şarkı tutturdu kız kardeşim, bizi görünce dayanamadı geldi, çok şakacı, pembe bir buluta sarmış kendini, pat diye düştü, vücudunun her yanından müzik fışkırıyor, sesini biraz kes dedim ona, yüz yıllarca gürültüyle armoniyi birbirine karıştırdık biz, hafifçe küçüldü kendisi, ses de azaldı, bu bana kırıldığına delalet!.. Zamana yetişeyim derken kendimizi unutuyoruz. Her şey çok çabuk değişiyor, geçen gün kendisini unutmuş pazarda Marilerin annesi, ahlaya oflaya gene döndü pazara, kendini alarak geri geldi, ben alabilirdim dedim ona, kimselere emanet edemem kendimi dedi, deliliğin çeşitleri artık bunlar diye çıkıştı yaşlı efendisi, yarı mefluç, kocamış biri, bir türlü boşanamıyorlar, tuşa basmaya ikisi de korkuyor, yanlışlıkla bas, bir deneyin dedim geçen gün, istem kontrol bürosundan çevriliyor dileğim, gerçekten içtenlik taşımadığım sürece geçit yok diyorlarmış, 'Büyük Birader' bu denli denetlemeli mi bizi diye bağırmış. Gerici alçaklar!.. Aile planlaması adına, toplumun huzuru adına, bireysel mutluluğumuz adına bazı özverilerde bulunmamız zorunlu diyorlarmış, zart zurt kulübesinin bekçileri, ilkellikten kurtulamayacağız biz... Yalnızlık gibisi yok, dayanabilirsen ama dedi Öjeni, Ermenistanlıyım diye söze başlar her zaman, ataları Kafkasya topraklarında yaşamış da, kendini öyle tanıtır hala, geçen gün Tayfun, ben daha önce bizon olarak yaşamıştım demiş ona, Californiya çiftliklerinde, kesmişler mi seni demiş gülerek, birbirini yiyerek geçinen, tüketim çılgınlığıyla delirmiş, paranoid mankafalar çağında mı yaşadın sen, öyle deme düşünceyi onlar icat etti dedim. Tayfun yerine beni koymuştu, ah dedi Öjeni, düşünce, eylem sıralamasında dile gelen gerekçeler, demansif zılgıt yığınları, siz ona düşünce mi diyorsunuz... Günümüzde düşüncenin yerini sessizlik aldı... Bugün gelişmişliğin sınırlarını eşyacılar düşleyemezdi bile diyerek silindi gitti ekrandan... Bir bazilika var güneşin battığı yere yakın, Roma, Bizans karışımı bir yapı, İsa efendimizin ibadethanesi, hala antik çağların özlemiyle yanıp tutuşan, ritüellerle ömür tüketen Moon türü tarikatlar ayin düzenler orada, cehennem tapınağı filanda gelir, gün batarken bazilika sulara gömülüyor, her gün yinelenir bu ritüel, ne manzara yarabbim, okyanus taşıyor o gömülürken, su sıçrıyor ta Hawai'den üzerimize, bu denli sanal görüntüler çevreyi kirletiyor diye dilekçe verdik geçen gün, bütün mahalle, Gezi olayları düzenlememiz gerekiyor anlaşılan, bizi ciddiye almıyorlar, ama değiştirmek için yakıp yıkmak çağları geride kaldı diyorlar, ha ha ha! İnanıyorsunuz şakama ha!.. Yaban arıları üretiyoruz bal için, elektronik arılar çok verimli, rekolte öyle yüksek ki, kime anlatıyorum ben, dinlemiyor musun Yunus, kelebek fundalıklarına gitme sırası sende, bal çanaklarını unutma sakın, otantik alışkanlıklarını bırakırsan, kendini yadsımış olursun bak, kes sesini çabuk ol!.. Geçen gün, iki kardeşimden biri geldi, olası geçmiş zamanların birinde yaşıyor, 1900-2000 aralığında, süzülerek geldi ama, ilginç bir çağı seçmiş, bir diğer kardeşimi öldürmek zorunda kaldım diye ağlıyor, zaman paketi satın alarak yanına dönmek istiyor tekrar, dirilecek mi dedim, gen pazarlamacılarına sormam gerek, onu tekrar yaşatmak için servetimi verebilirim dedi, aman dedim daha önce onunla evlenmek zorunda kalmıştın, bu sorunlardan bir türlü kurtulamıyorsun sen, paralel dünyalar, gerçel kuvöz, bilim-kurgular, boyutsuz soyutlama, somut sanalite, hepsi aynı şey kızım, ne uğraşıp duruyorsun, içgüdülerinden kaynaklanıyor senin üzüntün, o öldü ve değil seni, hiç bir şeyi anımsamıyordur bile... Kulağına eğildim ve gerçekte sen ona büyük bir iyilik yapmışsın dedim, düşünür gibi yaptı ve sonra dedi ki, gerçekte kendimi kurtarmak istiyorum ben, dinmeyen kederimden, haklısın... Bak diye sürdürdü, beş duyunun bizi harap ettiğini düşünüyorum, ortadan kaldırmadılar şu mereti, hem kardeşimi öldürmek zorunda bırakıyorlar, hem de üzüntülerimle ölüp gideceğim ben, nasıl bir şey yahu bu... Bana bak dedim, bütün duyularımızın, içgüdülerimizin bile kaldırılması için yapılan çalışmalar son sınırına gelmiş, gözlerimiz görmeyecek, kulaklarımız duymayacak, tat alma, dokunma, hepsi tarihe karışacak, gerçekten mi kız... Eloah'ın Köstebek Cumhuriyeti ha!.. Kız dedi ya, daha önceleri kızdım ben diye uyardım onu... Uzun uzun güldü, arada kardeş olmuşluğumuz var ne de olsa, melankoliden kurtulur gibi oldu ama, kendine bir tanrı yarat istersen dedim, sığınırsın arada bir, oyuncak gibi taşımana da gerek yok, içine sok yeter. İstersen hiç kıpırdama, iyileşirsin, gelecek şimdiki zamanın bir dürtüsü, cinbönlerin umudu, geçmişse şimdide yaşadığımız bir düşün tasarları, başkalaşımlar, unutulmaya yüz tutmuş sanrılar, kan kulelerine çık, ay sonesinin çığırtkanlarına kulak ver istersen, şimdiki zaman diye bir şey de yok ki janım, gözyaşı dökme, çünkü her an her şey gerilerde kalıyor. Gönyelerle ölçmüyorlar olan biteni... Eski dünyayı özlüyorum kız diye gözlerimin içine baktı... Ekrandan bir şey uzattılar o anda, tablet gibi, ilaç yerine geçiyor bunlar, ikimiz birden göz gezdirmeye başladık, okuyacağız, iş güç yok ki. Vakit geçer kız diye dürttüm onu... ''Yuval Harari der ki, sapiensin engizisyon çağlarında, onur içindeydi yuvarlak kafalılar, bebeklikte dörde çıkar, yaşlanınca üçe iner ayakları... Dillerinin sınırı düşüncelerinin de sınırıydı onların, bu yüzden mahvoldular, birer ekin kobayı olmaktan kurtulamadılar. Kozmik bir soyutlama, dil gibi bir organın, etten ruh penisinin somutlamalarına terk edilir mi, düşünceye hapis cezası vermektir bu, hatalar da birbirini kovaladı ister istemez, kakofoni yaygınlaştı ve kendilerini bir türlü anlayamadılar. Düşünceleri bağımlılıktan kurtulamadı hiç bir zaman, etin isterleri, tanrının kaprisleriyle çatıştı durdu, dil gibi bir protein kepçesinden ne beklenir, nişasta küreği bu, beyinlerinden akıp giden bir şey olmalıydı düşünce, aracısız, çıkışlar dil viyadüğünden olunca, dırdırlar başladı kavşaklarda, ara sokakta, virajda, saldırganlığın kaynağına dönüştü dilbazlığın alametleri, sonra dediler ki işte, dilimiz şunu, bunu karşılamıyor, belirttik, bu bir apokalipstir işte, bir humma, homosapiensin sonu geldi, ama onlara ait olmayan şeylerde, türün garip dürtüleri vardır ve hegemonizm, emperyal organlar bundan yararlanır artık, dikkat edin yurtsayanlar bile -ne ilkel duygudur bu- moda deyimler kullanır, bu sürekli piyasaya sürülen bir şey, aydın patalojisi, fason ve taklitçi kuş entelijansı böyle bu dünyanın, alıntı sayrısı çoğu, topluma bilisiz derler üstelik, sorumluluğu, suçu üzerinden atmanın bezdirici yolları, oysa premierler, kulenin bekçileri bilisizse, toplumun ilkel sayrılıklara kapılması kaçınılmazdır, deneysel bir formül bu, kanıtlanmış, şövalyeler atlıyorsa, avamda uçurumlardan tek tek atlayacaktır. Mitannilerin Kapadokyasıyla, İllirya'da yaşanmış bu... Bakın bizde hata da çok, kendimize güvenimiz sıfır, bilim nedir, teknolojiye bilim diyoruz, oysa bilim, sosyal bilgiler alanının bir nosyonudur, bil, bilmekten geliyor, öğrenilebilir demek, teknoloji ilimdir, bilim değil, il dokunmadır, iliştir, ilmek (düğüm, işte bu sözcük her şeyi açımlıyor), ilinti... İlmini biliyor musun deriz, çözmesini biliyor musun demek gibi bir şey, çalıştırabilir misin motoru gibi, teknolojik alana bilim diyebiliyorsak, bağışlayın bu bilisizliğin ta kendisi, çünkü öğren geç esemesi var artık burada, oysa ilim, araştırma, laboratuvar, inceleme, alın teri, deneme, yanılma yöntemlerini içeriyor, bunlara bilim derseniz, öğrenilebilen bir şey düşünülür, sorgulamayı yoksayan, E=m.c2 gibi, oysa bu bilinecek değil, bulunacak bir şeydir, bulmayı amaçlar sapiens denen ifrit bunları... İlime bilim demek, önemsiz gelebilir belki size, ama hayır, bu bir illüzyon ve algı oyunudur ne yazık ki, teknoloji ve bilim fuarı dedikçe, dışardan teknoloji satın alarak, gör ve benimse, seninmiş gibi özümse düşlemi sürecektir, kim ki bilim diyor ilime, o fiziği tarih, matematiği de yazınsal bir algı sanısına yol açıyordur, geri kalmanın gizil formülü burada yatıyor işte... Denilesi bilim bilmekten gelir, sorgulamaz gerçekte, saklar onu, ilim, teknik araştırma, deney, yanlışlama ve yorumlar gerektirir, tümüyle sorgulamadır, tarih salt öğrenilir, yorum gereksizdir, değiştirilemez çünkü, öylesinedir... Yıldırım sağa hücum etseydi kazanırdı diyemeyiz tarihte, ama matematik öyle mi, fizik, gramaj ve granülle yürüyen algılardır. H2O için, oksijen 2 mol olsa, belki de patlayıcıya ulaşırdı insanlık. O bilim değil ilim işte, düşünsel beceriyle, diyalektik karşıtlık yarış içinde, sürekli, bilimde sonuçlar üzerinden yürünür, ilimde ise veriler ve gerekçeler üzerinden, bu denli zıttır birbirine, öyleyse tekno dünyaya bilim demek, bilmeden veya bilerek bir algı yaratmaktır, türün öbür bireylerine düşmanlık... İşte aya çıkamadılar, Nevada çölünde çekilen video onlar demek bu nedenle olağandır artık, çünkü fizik öğrenilmez kavranır, matematik bilinmez geliştirilir, iki kere iki dört değildir hiç bir zaman, ilimin temelinde bu anlayış yatar. Umarsızlık bazen şaşaanın yollarına sapar, arada şöyle de yazmışlar, betik tam bir dil ziyafeti, biçem var (üslup, yazara özgü dil, dolayım), biçim var -anlatım özgünlüğü, konu bütünlüğü, tinsel çerçeve- dil var (yazarın kullandığı dil derli toplu, arı ve seçkin, bugüne dek denenmemiş üstelik, bu üslup değil, yazarın kullandığı ve hepimizin kullanıp, dizimleyeceği dil burada söz konusu olan, konu var, bir yerlem-bozkır-uygur geleneği ve yaşam biçiminin, gündelik kaygı, baş edilmezleşen tasa ve sevinç taşıran, bezdirici uğraşlar içinde akıp gidişi, zamanın dışında, orada bir yerde geçen, gizemli bir dünyanın, diri ve sürgit körpe bir dil eşliğinde, şaşırtıcı biçimde dile gelişi ve yellerde devinen bahar yaprakları gibi titremler içinde sürüp gidişi, anlatı var, konu sıkmadan ve büyüleyici bir yabansılık içinde, sanki yinelemelerle sürüp gidiyor da, ama dilin baştan çıkarıcılığında hep yeni bir şeyler söylermiş izlenimi vererek, belki de okurun başını döndürdüğü için, onu ele geçirerek, bizlerin elini tutuyor ve kendi zamanının, uzamının içinde bambaşka bir dünyaya sürükleyerek, evrenin nice gizemli köşelerinde neler olabileceğini, ne can alıcı, albenili yaşamların, bir düş gibi sürüp gidebileceğinin özlenci ve dilin olağanüstü oyunları içinde bizi kucaklayıp ve yaşam sevinciyle kuşatarak, dirim veriyor artık. Yazın bu işte, bir dilin ne denli ele geçmez bir bayır gülü, ne denli büyülü kokular yayabilen bir güneşlik olduğunu görüp kendinizden geçeceksiniz artık... Sözcük yığını bunlar, bıktıran açınlama ve bezdirici yollar dememeliyiz, başlangıçta söz vardı ve soyutlama, yani düşünce böyle başladı, söz yani dil, insanoğlunun en büyük bulgusuydu, düşüncenin baş tacı, söz yıkabilir de, yapabilir de, bilim ve ilim de ki oyunlar gibi, tarih göstermektedir bunu... Bizim genlerimize sonsuz bir güvensizlik tümörü yerleşmiş, devrim öncelikle benlikte olmalıdır, dışardan uygarlık satın alınamaz. Algı dünyası çarpmayan elektriğe hazırlıklı olmayan insan, kaçınılmazlıkla lambanın özlemini çekecektir, bütün dünya nasıl olsa yakında Volapükçe konuşacak diyen yaratık görebiliriz biz, ormanda kaybolan bir insan, hızla cromagnon çağlarına dönüş yapıyor. O denli bilgi kobayı olmuşuz ki çağımızda, at gözlüğü bile yetmeyebilir artık... Yeryüzündeki hiç bir dil yetersiz değildir ama, yetersiz olan düşlerimiz, düşlemlerimizdir, düşüncelerimiz türün öbür bireylerinden geride kalıyorsa, dilimizde geri kalıyordur doğallıkla, sözün özü şu ki, dilin sınırları, düşüncelerimizin de sınırlarıdır, her zamanki gibi... Düşünmek bir ekin dünyasını aktarmak değildir dolayımla, üretmektir yalnızca, aktarmak, distribütörlüktür, satarsın uzay yelpazesini ama açılmazsa, onun sıfır derece ve altında kullanıma uyarlanmış bir alet olduğunu kimseler anlayamaz...' Marianna bana baktı... Nelerle uğraşmışlar, ne ilkeller değil mi... Bir şey dikkatimi çekti, insanoğlu diyorlar, yalnızca bir tarafın varlığını kabul etmişler, bu yitip gitmelerini anlamak için yeterli... Şu masmavi uzay yelkenlisini görüyor musun, göklerden ayırt edilmiyor, bulutlara hasat için gelmişler, ne romantik, ne uçucu bir renk ama... Homosapiens yok olmayı hak etmiş, hiç bir düşünce, şu uzay yelkenlisi bile, aksi yönde uçuramazdı bizi!.. Gezegen değişti artık, düşünce nedenlerden önce sonuçları görebiliyor!.. Bu yüzden onlar, yazgılarının kurbanı olmakta haklılar!..

20 Mart 2017 Pazartesi

BORGES'DEN 66 ŞİİR

TANKALAR I Altın renkli ay ışığı dorukları ve bahçeleri aydınlatırken Mücevher ağzını dudakların kıskacıyla gölgelere boğuyorum ben. II Çınlıyor alacakaranlık bir kuşun ötüşüyle ölüp gidiyor sessizlik sen adımlarken bahçeyi. Öyle özlüyorum ki bazı şeyleri III Fosilleşmiş kâse, kılıç bir zamanlar onu tutan bambaşka eller. Bulvarlarda solup giden ayışığı- Söyle bana, bütün bunlar yetmez miydi? IV Ayın altında yüzen altın kaplan, gölgesi, çekici, ürkütücü pençe. Yavaşça tan ağarıyor nasıl da solup gidiyor insanlığın değerleri V Üzünçlerle dolu yağmur gözyaşları gibi düşüyor acıklı dünyanın üzerine bu elemlerin içinde olmak insanlığın, düşlerin, sabahların. VI Aşağılık savaşta düşenler benim değil soyun öbür bireyleriydi kahreden gecede, kimdi onlar heceleyip saymak şimdi, solgun adları. * RUBAİLER I Bıraktım artık, Hayyam tartıyor, dizelerin o ağır biçemini Anımsatıyor ona zaman, o özgün, eşsiz çizgisini Dile gelmeyen düşler, binbir çeşit arzular mıydı onlar Ve hangi gizil Tanrı'nın tütsüsü bu ve nasıl paylaşılıyorlar II Söylemeliyim ki biz; ölenlerimizin külleriyiz yalnızca Toz olan soylarımız, ırmaklarda yanyana akmakta Düşlerin parlaklığı, sen ve ben, gerçekte birer imgeyiz Ölüşümüz ve unutuluşumuzda; sonsuzca ve hızla olmakta. III Diyebilirim ki anıtlar, görkemle yapıldı, o zorlu çabalarla Ne saltanatlar, ne kafileler geçti, patikalarla, rüzgârlarla Karşılaştırmak olası mı onları, Helios'un fırlattığı oklarla Ve yarışan var mı ta başta; şimdi, şu an, gökteki tanrılarla. IV İzin ver de, uyandırayım, altın ötüşlü şafak kuşunu Bir zamanlar şarkılar söylerdi, uzak ve solgun gecede Mavilerde gezerdi sesler, gülümserdi yapayalnız yıldızlar Gösterişliydiler, kibirliydiler ve o denli alçakgönüllüydüler. V Sessiz ol, kaleminden bir ay düşüyor bak dizelerine Nasılsa bir gün onlarda inecek, imge bahçelerine Har vurup harman savurduğun; şu baharın ortasında Tıpkı bahçenden bakar gibi mi bakacaksın gelmelerine. VI Ayın altında gecenin dinginliğini yaşayabilmek Su birikintilerine yansıyan, boynu bükük günlerin Aynalardan dökülen ve hep geri dönen kimler orada Dağılıp gidiyor sonsuzlukta; yitip gidiyor benzerlerin. VII Katlanmalıyız Farslı'nın boş lakırtılarına, kararsızlığına Alacakaranlıkta altın ay; hep doğacak ve batacak Tüm yüzyıllardır şu gün. Bütün bir dünyasın sen. Toz olan yüzlerimiz kimdi öyleyse. Bizler geçip giderken. * ŞİİR SANATI Zamanın ve suyun oluşturduğu şu ırmak gibi Anımsa günlerin de bir ırmak olduğunu belki ikizi, Bizlerde yanyanayızdır onlarla sanki bir ruh ikizi Ve işte yüzlerimiz de eriyip gidiyor tıpkı onlar gibi. Uykuya dalmadan onu düşlerden ayırabilseydik keşke Ve ölümün de başka bir düş olduğunu bilebilseydik Gene de titreyerek gider miydik ülkesine bir bilebilseydik Ve hangisi gelecek uykuda hangisi gece görebilseydik keşke. Geçen günlerin yılların bir imge olduğunu sezebilmek Tüm yaşadıklarımızın saatlerimizin ve gün dönümünün, Üzünçlü geçit töreninin son iç çekişin yıl dönümünün Bir melodinin, bir mırıldanmanın da, imge olduğunu sezebilmek, Sarı gülün batımı, ve uykuda bir yüreğin sönümü Ne altınsı bir kederdir- tıpkı şiir sanatı, Hangisi ölümsüzlük ve belki de üzücü. Şiir sanatı Yinelenen şafakla ufukta ki gül tanrının sönümü. Akşam üzeri bir yüz karşılaştığımız zaman içinde Bakar gibi bir aynanın derinliğinden dışımızdaki bize; Şiir sanatı da ayna olabilmeli göstermelidir bize Açığa vurabilmelidir gizimizi taşımalıdır içinde Onlar söyledi ki Odysseus'a boş yere harikalar yaratmakta, Sonunda gördü gözyaşlarıyla işte biricik aşkı İthaka, Her dem taze ve alçakgönüllü. Bir şiirdir İthaka Sonsuzluk arayıştadır acemiliktedir, değil harikalar yaratmakta. O taşkın bir ırmak gibidir bitimsizce çağlar durur Kimileyin koşar kimileyin kabarır coşumcu bir aynadır Kararsızdır değişkendir, Heraklit ki o da aynadır Ve şiir böyledir ırmak gibidir akar kayar çağlar durur. * GUNNAR THORGILSSON (1816 - 1879) Çağların belleği Kızıl kılıçlar ve kalyonlarla mı dolu Ve imparatorluğumuzun tozlarıyla Ve hekzameter dizelerinin gürüldeyişi Ve kişneyişleri savaşan soylu atların Ve onların haykırışıyla, Shakespeare'iyle. Geri dönsün isterdim ben o öpücükler, barışıklıklar Orada İzlanda'm da yaşarken ben, onu bağışlasaydın sen. * AY Maria Kodama'ya Göklerdeki evinde öyle yalnızdır ki şu sarı altın Gece yarılarının o bilindik tanrıçası değildir artık İlk atan Adem'in aşk fısıltıları kimeydi. Yüzyıllarca Özleyip bekledik onu sırf parıldasın diye sarışın yüzü Kutsal yakarılarla çığlıklarla çıkıp geldi hep. İyi bak Seviyle taşkın aynandır o. Yansıtır durur sendeki özü. * ÖZLEYİŞE AĞIT Sürgit yinelenen şu ki: Artık, üzünçler içinde kalacağımdır sonsuzca senin Buzülke'nde yaşarken o bıktıran durgunluk ve de görkünç kutup günlerinde ve paylaşıyor mu oluyoruz şimdi böylece çıldırtan bir ezgiyi ansıyıp yolda ya da coşku veren bir turuncun tadını. Sonsuzca yinelenen şu ki İzlanda'nda sarmaş dolaş olan kişi gerçekte hep içinde taşıdı seni. * ÖZKIYIM (İntihar) Saltık karanlıktan ayrılacak olan eşsiz bir ışıltı mıydı. Gece onu kollarıyla saracaktır. Ölümü özlüyorum, ve benimle, yeryüzünün katlanılmaz acıları dinecek. Piramitler, madalyonlar silinecek, anayurtlar gölgeleri örtünüp, yaşayan tüm çehreler ölecektir. Yıkıntılar arasında ilâhisin tanrım, tin ve tüne karışacak tarihin. Şimdi son güneşin batımını izliyor. Son kuşun ötüşüyle avunuyorum. Arzunun karanlık nesnesinden Hiçliğin kollarına savruluyorum. * SÜRGÜN İthaka'nın patikalarında hep birinin izlerini ararım ve onun unutulmuş kralını, yıllar önce Troya'nın kurnazlıktan ötelenmiş kimsesizini; umarsızca bastığı toprakları düşünürüm, sabanlarla gölgelenmiş ve yitip gitmiş evlâtlarını, yazık ki başlıca övüncemdir bu benim. Yeryüzü yaşamının elvermeyişine karşın, ben, Odysseus'um, köklerimin derinliği Hades'in karanlıkları arasında Tiresius'un Thebes'in gölgelerini gösterir boğuntuyla dolu sevdanın kıvrımlarını açarak Hercules'ün silüetini karşıma çıkaran düzlüklerde aslan hayaletleriyle boğuşan ve Olympus'un doruklarında tanrılarla çatışan. Bugün -Şili, Bolivar- caddelerinde sürtüp duruyorum belki üzünçler içindeyim, belki mutluyum Artık 'Hiç kimse' olmak istiyorum. * GÜNAHKÂR (Suç Ortağı) Çarmıha gerildim. Haçım, çivilerim var. O kâseden sundular, içmedim. Özümü kilitledim. Düzen kuruldu. Bir mite çevirdiler. Canımı acıttılar, yaktılar. Tamuya döndüm. Ben övülmüşüm ve mutluyum, zaman acılarını verdi. Olanları, olmuşu sineye çektim, ben seçilmişim. Evren kutsanmış, tözü, tartımı, belli. Sevinçler aşağılayıcı. Haklıyım, yaralıyım, yoksulların tansığıyım. İlâhları, sözcüklerle kargışlarla yıldıranım. Ben ozanım. * JANUS'UN BÜSTÜ KONUŞUYOR Hiç kimse açık ya da kapalı o yekpare kapıdan bana boyun eğmeden geçemez, kim görebilir ayrılan yolları, kapılar kılavuzdur. Kasırgalı denizler, sakınımsız karalar ufukların karanlığı benim görkünç gözlerimden okunur. Benim bir yüzüm geçmişte yüzer, öteki geleceği kavrar, sanki avuçlarında tutar. Ben tüm alanları tüm olanları görürüm, çekilmiş kılıçları, uğursuzlukları, günahla uyumsuzlukları; sahip olan olanaklara uygunluk tanımalı, yenilmişlerden bir ölü gibi izin vermeli. Her iki ellerimde yitiktir benim. Ben sütunları (ve hayası) yerinden olmayanım. Ben tüm olguların gerçekleşeceğini söylemeyenim. Benim gördüğüm gelecekte ki tartışmalar geçmişteki kanlar çekişmelerdir, ben hiç bir şeyin olacağını diyemiyorum. Yıkıntılarıma bakıyorum ben: yerle yeksan basamaklar, ordular, bir anlık bakışlarında yazgılarıyla başbaşa çehreler görüyorum ben. * LABİRENT Zeus bile dolambaçla örülü, bu boğucu taş ağı çözüp bir yol bulamaz. Ben geçmişimi ve tüm kimliklerimi unuttum; İç sıkıcı duvarları çınlayan dolambaçları izlemek yazgımdır benim. Geçen yılların sonunda hangi gizil bükeyler büküntüler şiddetin galerileridir ki. Zamanın tefecileridir bu çatlak köhne duvarlar. Süprüntüler içindeki solgun işaretlerin ayrımındayım. Büklümlü gece bana doğru kükrüyor ve de ıssız ulumaların yankısını taşıyor. Ben gölgelerden bilirim ki Öteki hep orada, nasıl bir alınyazısı sonsuza dek kendisini taşımak bu dokunmuş ve belki de dokunmamış Hades bitmez kanım ve cesetimi sömürmek içindir. Herbirimiz diğerini ararız. Ama katıksız bir bekleyiştir bu ve o bir hesap günüdür. * JAMES JOYCE İnsanlığın tüm günlerinden bir gündü yaratma gücü olanın, zamanın o ilkinsil gün, biçimleri yoğururken Günlere ve acılara biçemler veriyordu tanrı, zaman görünmezliklerle geçerken ıslak ırmaklar yeryüzünü sarıyor, dolambaçlı, sancılarla dolu akıntılar, öncesiz, sonrasız, geçmiş ve gelecek-sönüp gidiyordu. Tıpkı benim gibi, tan atımından karanlıklara doğru evrilip gidiyordu yeryüzünün öyküsü gecenin derinliğini ereksizce adımlıyor Musevi, Kartaca'nın ruh göçü, cennet, cehennem, göksel karmaşalar. Tanrı baba, ey yaratan, görkem ve güzellik, dirimle cesaret ver Ulaştığım dorukları salt görebilmek için tam da bu gün. * JOHANNES BRAHMS'A O bağışlayıcı bahçende çağrılmaz bir konuktum O bitimsiz anıları sen oluşturdun Zaman geldi, büyük mutluluklarla ondum Senin kemanların gökleri çalar. Ama artık hakkını veriyorum. Utku diye sana, Yoksunluğu paylaşanlar bir boşluğu bağışlar Salt sanatın adı da yetmez. Nasılsa bulacaktı onur seni görkemli ve yiğit ol. Yüreksizin biriyim ben. Üzünçlerin tutsağıyım. Hiçbir şey Haklı çıkaramaz bu küstahlığımı Onulmaz mutluluklar derledim seninle -Ateş ve kristal- sende ki ışıltının ruhudur. Günaha bulanmış sözcükler sarmış beni, Bir sesin ve bir düşlemin dölleri ki; Simge değil, ayna değil, çığlık da değil, Sonsuzluğa koşan ve yüceldikçe coşan bir ırmaktır seninki. * ELHAMRA Hoşnutluk veren suyun şırıltısı ki Kimi kumları kararmış bunalmış gibi. Zarif bir el yol açtı ona Özenircesine sütunlardaki oyuklara. Şimdi su dolambaçlarla bir dantel gibi Geçip gidiyor ıhlamurların arasında. Onun içli bir şarkı olduğunu Yalnızca bir sevda bir dua olduğunu Tanrı’ya sunulduğunu, Tanrı'nın bildiğini Yaşamın bir yasemen kokusu olduğunu. Kıyıcı yatağanlar, umarsız mızraklar, Sürüler, yağmacı kalabalıklar. En iyi olmak için boşuna uğraşırlar. Bütün bunların ayrımındadır üzünçlü kral, Tüm inceliklerin toplamı bir veda etmez, Geçersizdir anahtarlar, Haç ötekilerin olur ay tutulurken, Ve öğle sıcağında konuklar yalnızca tanıktırlar. * VERANDA Akşamleyin boş gönüller, avluda değişen renkler. Gece de, belirsizce yükselen mehtap göğe tutsak titreşiyor. Veranda, oralarda bir pınar. Işın demeti gibi akıyor bu hangi gökyüzü ki evlerin içine ağıyor. Serene, sonsuzluk bizi oralarda bekliyor. Yıldızlarla yaşamak hoş karanlıkla dost ol sarnıçlar, gölgeler ve bizleri avutacak yol. * BARUCH SPİNOZA Altın bir sis, Batı Avrupa'yı ışıklara boğuyor pencerede. Şimdi, tüm titizliğiyle el yazmayı bekliyor o, değerinde, sonsuzca ağır gelen. Birisi Tanrı'yı doğuruyor karanlık kupasında. Tanrı'nın nedenselliğidir bir adam. O bir Musevi. Elem dolu gözleri ve sarı yüzüyle Zamanın yükünü taşıyor kitabının yapraklarında, sızıyor damla damla ırmağa, başı sonu olmayan sulara, sonsuz bir akışla. Yorum yok. Görkemli ölçüp biçmelerle biçimlendiriyor o Tanrı'sını, büyülerle. Sağlığı bozulalı, hiçliğe kapılalı beri, Tanrı'sını kuruyor o, paylar verip sözcüklere. O öyle tanınmış, kabullenilmiş biri değil, görkemli bir aşık. Umut aşkın varlığıdır demiyor o, aşkın varlık olduğunu, biliyor o. * SPİNOZA Burada alacakaranlıkta, yarı saydam elleri parlıyor Musevi’nin kristal bardağında. Duygusuz bir uzantı, endişeyle renk veriyor, öğle sonralarında. Bütün günler, ikindileri, bitimsiz ve duyumsuz bir yinelemedir, birbirinin eşi sanki. Elleri uzayın gök yakuttan minerali, çakılmış, berkitilmiş sınırlar, varoşun duvarları gibi. Güç bela beliriyorlar, sessiz ve sakin adama, zamanlar kazandırabilmek adına. Düş kuruyor, tasımlıyorlar, dillerin tutulup, ışıltıyla izlenebilsin diye labirenti. Tanınmıyor olmak üzünç ve sıkıntı vermiyor ona (başka bir aynadaki düşlerin içindeki bir düşün yansımasıdır o), sevdalı değil, çılgınca ve delice sevmenin ürkek kadınlarına. Geçti o dönemler, özgürdür artık. Söylencenin ve sözcüklerin göz bağcılığı adına durup, ölene değin parlatıyor inatla büyütecini. Şimdi en büyük haritalar, eni sonu olmayan, ışıltılı, göz alıcı tüm yıldızlar, onundur artık. * DESCARTES Yeryüzünün yalnızıyım ben, ama belki ne yeryüzündeyim ne de bir insanım. Belki bir tanrı aldatıyordur beni. Belki bir tanrı zamanıma hükmediyordur, şu sonsuz yanılsamaya. Ayı düşlüyorum ben ve düşlerken gözlerimde canlandığını biliyorum. Düşledim sabahın ve akşamın ilk gününü. Düşledim Kartaca'yı ve çöle dönmüş lejyonunu. Düşledim Lukan'ı. Düşledim Golgotha'nın bayırlarını ve Roma'nın haçını. Düşledim geometriyi. Düşledim, çizgiyi, yolları, yüzey ve boşlukları. Düşledim sarıyı, maviyi, ve kırmızıları. Düşledim sayrılı çocukluk çağlarımı. Düşledim haritaları ve krallıkları, ve her gün doğumundaki umarsızlıkları. Düşledim o durgunluk veren bahtsızlıkları. Düşledim kılıcımı. Düşledim Bohemya'nın Elizabeth'ini. Düşledim kuşku ve kesinlemeleri. Düşledim geçmişimi. Belki geçmiş diye bir şey yoktur, belki hiç bir zaman doğmadım. Düşlerin içindeki bir düş olabilirim. Kutupçul bir sanrıya, dehşete kapılmış olabilirim. Tuna Üzerinde ki, şu katıksız gecede. Descartes'ı düşlemeyi sürdüreceğim ve atalarına ona gönül borcum var benim. * GİZEMLER Kimim ben yollarda şarkılar söylüyorum bugün Yarınsa gizemlerle yüklü bir ölü olacağım Kim yaşıyor bu tür bir krallıkta, büyülerle süslü kısır bir karanlıkta, Önceleri ya da sonra ya da bir zamanın dışında. Bu yüzden gizemcilere şöyle dönüp bakabilirim. İnandığımı söyleyebilirim Ben cennet ve cehennemi kendime bağışlıyor değilim, Öngörülerde bulunmakta istemem. Her insan kendine mit yaratabilir Proteus'un anlam kaymalarıyla çözünmüş biçimlerine kanabilirim. Karman çorman bir işin dolambacında, dev bir parıltı kör ediyormuşçasına O zaman yazgımın görkemi ve utkusu geri dönmüş olacak benim Tutsak bedenimin ruhu bana sunulduğunda bu macera bitmiş olacak Ölüme ilişkin her şeyi anlamak isterdim ben her şeyi yaşamak? İşte o zaman unutuşu içmek isterdim saf-kristalinden, Hiç bir zaman düşlenemeyecek denli; bir sonsuza giderken ben. * AYRILIK Üç yüz gece sevdim üç yüz gece duvarlar yükseldi aramızda onunla ve okyanuslar kara bir sanat artık aramızda. Hiçbir şey kalmayacak ama anılarımızda. Ah öğleden sonraları dayanılmaz oluyordu, gecelerde sıçrıyordum görebilmek için seni, gözlüyordum kırları yolları, havaları bir an görüyor ve yitiriyordum... İşte boğucu son Ölümcül acılarla geçiyor öğleden sonraları. * JOSEPH CONRAD'IN BİR KİTABINI DÜŞLEMEK Sızdırır yaz topraklara dingin ışıklarını, günün aydınlıkları söner. Pencere pervazlarından çeker gün keskin kılıçlarını, kıyıda göz kamaştıran, ve düzlükte yanan, ışıltılarını. Ama eski zamanlardan kalan gece gizemlidir, coşkuyla doldurur çömleğe sularını. Sınırsızlığını serer ortaya, ve sürüklenip gider kanolar, çevirip yüzünü yıldızlara, bir adam tütünüyle işaretler yollar, ağır aksak zamanlara. Uzakta bulanık külrengi lekelerle bir baştan bir başa takım yıldızlar. Şimdi kulübelerde geçiyor, adlar, ve plan. Sıcacık gözlemlerle algılanamayan yitmiş umutlar dünyasıyız Irmaklar birebir ırmak. Adamlar tam tamına adam. * MİLTON VE GÜL Bütün kuşakların üzerinden güller geçti, Zamanın derinliklerinde parçalandılar, Unutuşların kurtarıcısı olmak isterdim ben- Öylesine bir gülden tüm öteki şeylerden önceki bir zamanda yaşıyor olmayı. Kara yazgım izin ver bana Ayrıcalığımı tanıma yolunda, sonsuzluğun başlangıcı belki de bu, Sessiz çiçeğe, yeryüzünde yapayalnız o son güle Milton'a sunulmuş olanı kurtarmak isterdim öncelikle, ama O göremeyebilir de. Ah gül, sayılmaların ötesinde ya sarı Ya da beyaz, yaslı bahçelerden götürülen, Senin büyülü varlığında gelip geçtiğin yerlerden Ve korların alevlerin içindeki şiirlerden, Altın renkli ya da kanla-örtülü, ufkun güneşi gibi ya da gölgeli, Bir zamanlar Milton'un ellerinde, yitirilen gül gibi. * YAĞMUR Kaç günden beri alacakaranlıkta şimdi de ansızın dışarda minicik damlalarla yağmur yağıyor. Yağıyor ya da yağmakta. Yağmur sürükleyicidir kesinlikle kimlere uğruyor ki geçerken. Her kim olursa olsun o yağarken canlanabilir anıları ne zaman yazgısının değiştiğini kaderinin tuhaf cilvesini kim verebilir artık ona böyle bir çiçeği onun adı ''gül'' idi belleği sersemleten kırmızının gerçekte kırmızıya benzemediği. Bu yağmur karşıda hangi pencerelere düşüyor gözyaşı gibi kenar mahallelerin müjdecisi olduğu da unutulmamalı kefene sarılı şarap üzerinde siyah salkımlar üzünçlü bir özlemin sesi veranda da şimdi hayır çok önce. Akşamın serinliği anımsattı bana o sesi, babamın o yürek burkan sesini, kim getirebilir ki onu bana kim, ölümün kollarındayken şimdi. * DENİZ İnsansı düşlerimizden (ya da korku) önce dokundu Mitoloji, kozmogoni, ve sevi, Önce zaman türedi günlerin içinde onun materyali, Deniz, sonsuzlayın deniz, varolmuş; oldu. Kimdir deniz? Kimdir şu gemi azıya almış ele geçmez yaratık, Dehşetengiz ve pas tutmuş, kimdir temeline acılar salan Dünyanın? O her biri tek parça ve tümü yekpare okeanostur; O dipsiz bir uçurum ve görkemdir, rüzgâr ve kaderdir. Kim bakıyordur ki denize, onda başlangıcı görür, Sonsuz, bir şaşkınlık damıtılmışlıkla An be an filiz süren kök salan şeylerden-güzelliklerden Akşamları, ay, fener alaylarıyla Yeni Gün'ün ateşleri içinden geçerken. Kimdir deniz, ve ben kimim? Son İç çekiş köyünden uzaklaşırken söyleyeceğim. * ODYSSEİA, KİTAP YİRMİ-ÜÇ İşlenmiş demirin canhıraş yankılar veren kılıcına sahiptir şimdi Hak tanırlığın işleri, ve cana susamışlıkla kıvamındadır öç. Şimdi parıldayan mızrak ve sayılmasız okların, acımasızdır her biri, Küstahca kovulmalar düşmanlıkla besili duygular alabildiğine keskindir. Tümü bir tanrı adına ve tümünü onun köpüren denizleri de yapabilirdi Odysseus dönebilsin diye yurduna ve kraliçesine. Tümünü bir tanrıda oluşturabilirdi, ve işte külgonca-yeşil Kadınlar ve Kahraman' gürültü patırtıyla görkemle şanla. Şimdi sevda içinde yüzüyor onların düğün yatağı Düşlerin ötesindeki kraliçe uykuya dalmış, altın başı Kralın göğsü üzerinde. Bu adam nerede şimdi Geceler ve gündüzler boyu sürgünde dolanan kim Yeryüzünde dönüp duran umarsız Argos gibi, ve söyleyebilirdim şimdi Onun adı Hiç Kimse idi, Hiç Kimse, ne anlatmak istenmiş her kim vermişse? * AYNA Çocukken ayna yüzüme vururdu üzüntülerimi Öteki yüzüm, ya da bir tür kör beni görebilen Kişiliksiz maskem onun yansıtıcılığını gizleyebilmeli Bir şeyler tiksindirici, kuşku verici. Kaygılıyım da Sessizliğin başucunda bakıyorum tuhaf yansımaya Alışılmış düşüncelerle içinde avarece dolaşmaya Ah yaşama bağlılığın boş saatleri, ve sığındığım limanın Belirsizliği derinliği, uçsuz bucaksız boşluklardaki Yeni-varlıklar düşleyen, renkler, bilinmezliği biçimlendiren. (İşaret parmağımı sallardım ben; çocuklar utangaç olur.) Şimdi açığa vurabilir ayna ne varsa her şeyimi Ruhumun engebesiz, arınmış halden hale geçişini, Gölgelerle lekelenmiş, morarmış kapkara suçluluğumla- Tanrı görebilir, belki şu adamda görebilir ya. * EMERSON Ağır sesi yitip gidiyor Montaigne'nin Yeni Britanya'nın devasa kıyılarında Akşamları yüceltilmiş soylu kırlarında. Okuyor hazzın tek bir parçasını yaşayamadan. Son ışıklarıyla yürüyor batan güneşe doğru, Altın ufuklarla yayılan bir kır manzarasının ucuna; Şimdi hareketlidir adımlıyor kararan yolları boylu boyuna Kimdir yazan anıların arasında bin parçası düşen bu yüzü. Düşünür o: Ben okuyabilirim yazılmış tüm kitapları Ve ötekileri berikileri sağda solda unutulmuş Yok edilemeyeni yok edilememişleri. Onay verdiklerimi Şu ölümlü olduğunu söyleyen adama bak. Adımı biliyorlar tüm kendini bilenler. Ben yaşıyor da değilim. Tek isteğim sıradan biri olmak. * GÜNEY Yıldızlı burçları verandadan bir bir izleyebiliriz, gölgelerinin gücünü izleyebiliriz kristalize dağılan ışıklarını şu benim bilisizce öğrenemeyişim onların ne adlarını ne de gökadalardaki saltanatlarını, sarnıçlardaki suyun titreşimini algılayıp duyumsayabilirim, bilgiçlikle yayılan kokularını süzerek ayırabilirim yasemini ve hanımelini, uyuyan kuşun sessizliğini, yayın büyüleyiciliğini, sinir krizi -bunların tümü belki de tanrının şiiri. * BİR SAKSON OZANINA Bilirim Northumbria'nın kış ortasında yağan karlarını Ve senin ayaklarının bıraktığı izleri unutabilirim, Ve şimdi sayısız güneşlerin ülkesine yerleştiğini Senin zamanın ve benimki arasında, şu düşsel yakınlığım. Yavaşça büyüyordun gölgelerde biçimlenirken sen Büyük denizlerde arardın verdiğin kavganın metaforunu Ve çam ağaçlarının arasında saklanıyordun korkuyla Ve geçmiş günlerinin yalnızlığında. Nerede senin düşünüp yazdıkların ve berkitilmiş adın? Bütün bunlar gömülür gibi unutuldu gitti. Şimdi söyleyemem aramızdakileri olup bitenleri Senin için yaşayan biri dolanıp durdu senin ardından Sürgün, eni boyu gezindiğin ıssızlığın yollarında. Yapayalnız yaşadığın demir bir külçe gibi bıraktığın. * MÜZE (Sınırlar) Orada Verlaine'ın bir dizesi artık anımsayamadığım. Orada komşu caddede artık iş görmez ayaklarım. Orada aynalar son günlerimi görsünler diye acımasızca. Orada albeni dolu bir kapı dünyanın sonuna dek kapalı. Kütüphanenin içinde kitaplar (Şu sıra bakıyorum onlara) sayfaları hiç bir zaman açılmayan. Bu yaz bilmediğim yaşımı da geçmiş olacağım. Ölüm yararlıdır belki de bana, kapımı çalarsa açacağım. (-Julio Platero Haedo'nun Yazıtlar'ından, Montevideo,1923) * (Ozanın Ün Duyurusu) Benim ünüm cennetin adımlarıyla ölçülür. Benim işlerim için kavgalar verir doğunun kütüphaneleri. Emirler beni kazanmak için sıraya girer, ağzım altınla dolar benim. Melekler biliyor yüreğimde volkan gibi patlayan son dizelerimi. Benim işimdeki araç onmaz acılar vermek ve hayasızca küçümsemektir. Doğmadan ölmüş olmayı isterdim ben. (-Ebu Kasım el Hadrami'nin Divanı) * (Heraklit'in Kederi) Yeryüzündeki pek çok erkekten biri olsam da olmasam da Kiminle sarmaş dolaş olsa Mathilde Urbach kendinden geçer gibi olurdu. (-Gaspar Camerarius'un Şiir Bahçesi VII, 16) * (Kuartet) Hep ötekiler öldü, ama bu tüm gelip geçenlerin başına geldi, ölümler için (herkes bilebilir) elverişlidir tüm döngüler. Ben şunu söyleyebilirim, Yakup el Mansur'un bir yinelemesi, ölecektir güller ölebilir de, ve Aristotle? (-Muktedir el Mağribi'nin Divanı'ndan) * KUMPAS Her şey sessizce bir sözcüğe dönüşmekte dil içindeki şu 'Biri' ya da 'Birşey'e, gündüz ve gecede, kötü yazım karalamalar hiç-bitmez tasımlamalarla notlarda, yeryüzünün tarihi hangisidir bu acı veren, kucaklaşmada Roma, Kartaca, sen, ben, herkese, benim yaşamım, hangisi bir türlü kavrayamadıklarım, bu keder varlığın gizindeki, üzünç veren öylesinelik ve tüm bilgimizi aşan bulmaca, ve tanrının elinden çıkmış da Babil'in dilindeymiş gibi an be an dolaşımda. Her bir ad yatıyor kaygıyla yalan dolanla adı hiç olmayanla. Bugün ben anlıyorum adı olmayanların gölgelerde nasıl titrediğini pusulanın yönecinde umarsızlık içinde apaçık kederini, kimin yönetimindedir ışığın sonsuz denizlerde boy veren ışığı, bir düşün içinde bir an için göze çarpan bir şeyi sevmek ya da bir kuşun uykusunda ansızın ürpererek kanat çırpışı. * ALBORNOZ MİLONGASI Biri saatleri saydı, Günü öğrendi birisi, Biri sanki vurdumduymaz ve belki de aceleci. Islıkla çalar milonga, Albornoz'a sokularak. Kara şapka siperlikli, sabah güneşi gözleri. O gün işte bugündür ki, 1890, belki. Retiro'nun sınırında gölgeleri sayar şimdi aşk ve ateş oyunları kuşluk vakti, tehlikeler- yabancılar iyi midir, bıçaklar ve bir komiser. Katildi ve kafadardı bitti küfürlü yaşamı. Güneyde bir köşecikte sonunda tattı bıçağı. Bıçak değildi üç kişi. Güç bela sökmüştü şafak ama üçlüden, hangisi, bitirdi onun işini. Girdi bıçak yüreğine. Yüzü tanıdı hiçliği. Alejo Albornoz öldü artık o bir hiç kimseydi. Hiçliklerin kurbanını kederle yad ettim işte şu milonganın içinde. Bir anıdır ikisi de. (Alejo Albornoz mahalle kabadayısıydı 1902 yılında bıçaklı bir kavgada öldü.) * ON ÜÇÜNCÜ YÜZYILDA BİR OZAN Zahmetli taslaklar üstünde dönüp duruyor o... şu ilk sonenin (sürgit çağrışımlara açık), öylesi karalamalar karmakarışık sayfalar- birbirine girmiş, içkinleşmiş troykalar kuadriller. Yavaşça pürüzler gider erir köşeler yiter sevimsizlikler, durgunlaşır birden. Solgun bir müziğin duyusu yayılmıştır tınısı, uzağında notların-çınlamasız öten gece kuşlarından öğrenilen bundan dolayı gelecek çağların üzerine ağar görkemle? Bir ayrıcalığa sahiptir o yalnız değildir ve şu Apollon, inanılmaz ölçekte gizemli arketip bir şarkı yaptı onun için- bir kristal-duru istenç dolu içmek için ne olursa olsun geceler gizlemiş ya da gün duyurmuştur labirentler, şaşırtıcıdır, gizemlidir, Kral Oidipus? * SINIR Ayın sessizce akıp giden dostluğunda (Ben anlaşılamamanın Vergilius'i) seni koruyan birlik akşam ya da dingin geceden ötede şimdi zamanın içinde yiten, zamandaki huzursuzluğun ilk gözün o sonsuza dek dışarı baksın diye oluştuğu şu veranda ya da bahçenin tozu alınalı beri. Sonsuza dek? Günün birinde birini tanıdım ben bir çözüm muştulayacak gerçeği söylemeliyim; ''Ayı belki bir daha kıpkırmızı göremeyeceksin. Belki senin için belirlenen yürek atımına ulaştı yazgın. Yeryüzü ölçeğinde açılan her pencerenin kesinleşmiş bir yararı yok. Çok geç. Onu bulamayacağız.'' Yaşamımız arayış ve unutma üzerine yücelen bir tükeniş gecenin gönül titreten nazik alışkanlığıdır. Alıcı gözlerle bak ona. O belki de senin son bakışındır. * KÂBUS Ben eskilerden bir kralı düşlüyorum. Onun tacı Demirdir ve bakışları ölüdür. Var olan Bütün yüzlerse artık yok. Ve hiç bir zaman Uzakta değil onun görkemli kılıcı, tazı gibi sadık koruyucuları. Bilemiyorum eğer o Norveç'den midir Ya da İskandinavlarülkesi'nden. Ama bir kuzeylidir o, Biliyorum. Onun kızıl sakalları göğsüne çarpar. Ve olamaz, Onun kötürüm bakışları gözünü dikemez yaşamımla kesişemez. Neden parçalanmış bir aynanın içinde, denizler üzerindeki bir gemi Kıstakların güzelliği kayalıkların ele geçirilmesiyle kumar oynayan Adam bu olabilir ki, ölünün rengi ve mezar, manda başlarla yola düşme Ondan bana geçmişçesine ve acılar? Ben biliyorum o düşleri ve düşlerim beni de yargılar, ne ki henüz yargılamış Değil. Gündüzün hayaleti onur veren geceleri aralanmadı henüz. O gitmiş değil. * YAZIT ''Büyük-büyükbabam Isidoro Suarez'e'' Onun yiğitliği Andes ötesinde geçti. O dağlar ve ordulara karşı savaştı. Onun kılıcı cesaretin alışkanlığıydı. Junin'deki savaşı haykırışlar uğurlu buyrultular bitirdi ve İspanyol kanı Peru mızraklarını göklerden sildi. O madalyonlara boğuldu tarihler söz etti insan yavruları çığlıklar atsın ara sokaklar horonlar tepsin diye. Sonunda o kederli ruh göçüren yalnızlığını seçti. Utkunun döşeğinde uyuyor ve bir avuç tozdur şimdi. * SOKAKLAR Buenos Aires sokakları ruhumdur benim. Doyumsuzluk içinde olamaz onlar kalabalıklarda itişip kakışmalar ve trafik, mahalle aralarında nerede bir şey olursa ama, tüm gözlerden uzaktır alışkanlığın ruhuyla, gün batımının yorgun ışığı yaşamı anımsatır, ve belki o kederin dışında kalanlar, avuntu veren ağacın dirim veren gölgesinde, nerede gösterişsiz aralıklarla küçük evler varsa, ulaşılmaz özlemlerin birbirinden ayırdığı, yeryüzünün ve gökyüzünün kaygı veren enginliğinde özünü yitirmişlerdir. Yalnızca biri için umuttan söz edilebilir çünkü dile gelmez binlerce ruh yaşamaktadır orada, oyalayan gözetleyen tanrının ve zamanın boşluğunda ve kuşkusuz kristaller kadar değerli paha biçilmez. Batıda, Kuzeyde, ve Güney'de o sokakları tanıyorum-ve biliyorum onlar benim ülkem: açtığım yolların şu onulmaz sayrılığı içinde uçabilirler sevinçle onları simgeleyen bayrakların flamaların eşliğinde. * MÜZİK KUTUSU Japon Müziği. Üzünçle damlayan bal Ya da altınsı zerreler görünmeyen Işıldayan bir su saatinden süzülen, Ve zamanla yinelenen bir örüntü dokuma Sonsuzca, inci gibi, gizemli, ve duru. Her biri son olabilir diye hayıflanmıyor değilim. Geçmişten bir geliyor bir yitiyor. Hangi mabetten, Hangi dağların tazecik bahçelerinden bu, Hangi bilinmeyen bir denizin gece ritüeli, Hangi melankolinin utangaçlığı körpe kızarıklığı, Hangi öğleden sonraların masumiyeti ve ufukta yiten Bilinmeyen bir gelecekten mi bana geliyor o? Bilemiyorum. Önemi yok. O müziği Duyumsuyorum ben. O olmak istiyorum. Ben kanıyorum. * KÜLLERİN ADEM'İ Olgunlaşmış bir hevenkten düşer gibi can verecek kılıcın. Bir kayadan daha kırılgandır bir kadeh bundan böyle. Tüm yaratılar kendi kehanetlerinin tozudur artık. Demir pas tutmuş. Ses çürümüş, yankı bile. Adem, senin küllerindir, tüm çağların babası. Son bahçende mezarın olacaktır böylelikle. Pindaros ve gecenin büyücül kuşu yalnızca sestir. Yorgun gün batımının yansımasıdır dirim veren tan atımı. Miken Kralı'nın avadanlığı, sessizce duran altın maskesi. En büyük surların hışmı, yüceltilerek aşağılanmış harabeler. Urquiza ölüme giderken arkasında parıldayan hançer. Aynada kendi yüzüne bakan değişmez yüzün ağulu Geçmişin sana görünen yüzü değildir. Gece onun alevden spermini çoktan Tüketti. Narin düşüncelerle dolu zaman bizi kalıplara soktu bitirdi. Ne sevinçli olmak suyun akışkanlığında Koşarken meselleri içinde Heraklit'in Kesinlemelerle, ya da kaotikliğin us kıran ateşinde, İşte bu uzun günün, bu uzun gecesinde, Hiç kimsenin olmadığını görüyor ve artık geri dönülemeyeceğini biliyorum. * HERHANGİ BİR ÖLÜ İÇİN Başıboş bir anı ve umutları hiçliğe yuvarlanmış, uçsuz bucaksız, düşlemsel, gelecekte bir yerde, devinimsiz bir gövde kendisi olamaz: O bir ölüdür. Gizemcilerin Tanrı'sı gibi, bir özellik taşımamakta ısrarlıdır ne yazık ki, yürek atımı ansızın duran biri her yerde ve her kimse olabilir, ama yeryüzünde yokluğu hiç bir şeydir ve öylesidir yitip gidişi. Bir yırtıcı gibi atılırız onun boşluğuna yağmalarız bozguna uğratırız her şeyi, tek bir seslem tek bir renk bir anı bile, bırakmayın ondan: İşte gözleri onun sizi süzen çukurlarından, onun gönlü pusuya düştü baş koyduğu yollar, tekinsiz kaldırımlar kol kesti. Düşüncesi de olabilirdi nedir acımasızlığınız. Onunla aranızda bir gizlenti, çalıntı bir uçurum vardı, günlerin ve gecelerin hazinesi miydi paylaşamadığınız. * VİLLA ORTUZAR'DA GÜN BATIMI Sanki Songün'ün akşamı. Cadde'nin sonunda göklerde bir yara gibi açılıyor. Uzaklarda güneş bir parıltı ruhların bir meleği gibi yanıyor? Acımasız, bir kâbus gibi, tarazlanan uzaklıklar bana doğru ağıyor. Sarı altın oklarıyla dur duraksız kederler veriyor ufuk. Yeryüzü yararsız bir şey gibi küçülüyor, minicil bir nokta gibi. Gündüz hâlâ gökyüzündedir, ama gece gözlüyor aldanışların saflıkların içinden. Bu dehşetle maviye-doyurulmuş duvarlar ve cıvıldaşan kızlar ışıklar içinde yüzüyor. Şimdi isteri dolu bir ağaç ya da bir tanrıyı, pas tutmuş kapıların aralığından gösterebilen var mı? Göz alabildiğine uzanan arazilerde: ülkeler, engin denizler, solgun yamaçlar, düzlüklerde. Bugün oralarda hazineler vardı: sokaklar, haritaları görkemle adımlayanlar, şaşkınlık verici akşamlar. Geri dönmek istiyorum ben, Buralardan uzakta kendi umarsızlığıma. * BEKLEYİŞ Ne senin duyumsanır içtenliğin, ne bir şölende o soycul derinlikli bakışların, ne de bir inci kuşu gibi süzülür bedeniniz adına, alabildiğine gizemli, çekingen, ve bir çocuk gibi, yaşamınız sanki bana doğru geliyordur, sözcüklerin ya da sessizliğin boyun eğen, karşılaşmalarında bir armağan ancak böylesine büyüleyici bu denli çekici albenili gizemlerle yüklü olabilir senin uykularında, düşsel bir görüntü benim sayıklamalarımda bir tılsımcasına sarıp sarmalayan. Sonsuzca göz değmeyen, bir tanrısallık, erinç veren uyku eşliğinde, kuşkusuz bir tansık şu bağışlayıcı bellekle kurtarıldı bazı şeyler sessizlik ve aydınlığın büyüsü gibi kendi kendimizin sahibi değiliz ki dönüp seni biryaşamımızın kıyısına bırakacak. Güzelliğin acılarıyla dökülen yapraklar gibi Ben ayrımındayım sonuçta sizin varlığınızda kıyıya çekileceğimin ve ilk kez bakabilmenin tansığıyla, belki, varlığında bir Yaratıcı'yı görüyor olabilmek gibi- sürükleyici Zaman'ın eni sonu düzen veren kurgusunda, karşılıksız aşkın kederli, öznesini yok eden sonsuzluğunda. * BİR ANSİKLOPEDİ EDİNMEK ÜZERİNE İşte dev gibi bir Brockhaus ansiklopedisi, bir atlas ve sıkıştırılmış hacimleriyle sütunlar, burada Cermen ruhuna adanmış bir özveri burada gizemci Platonistler ve sezgici Gnostikler vardır, ilk atan Adem buradadır ve Bremen'in Adamı'da, bir kaplan ve bir Tatar, özenle dolu tipoğrafik dizayn ve mavi okyanuslar, burada tüm zaman'ın belleği ve labirentleri vardır, burada alçalan yalan ve yücelen gerçek vardır, burada her bir kişiden öğrendiğim yoğunlaşmış bir derleme burada tüm yitirilmiş saatlerin toplamı vardır. İşte, artık, pek işe yaramaz gözler, yolunu bulamayan eller, üzünçle okunamayan sayfalar, yarı körlüğün loş gölgeli hezeyanlarıyla, duvarların arkasında. Ama aynı zamanda burası yeni bir alışkanlığın yeridir uzun zamandır süre-gelen aşk gibi bir eğilim, ev, belleği oyalayan bilmece ve her şeyin bir vücut bulması yerli yerince tüm şeylere duyulan o gizemli bağımlılıkta- kendileri bizden habersiz olan ve sürekli öğütüp öğrendiğimiz durmadan. * ALEXANDER SELKİRK Düşledim denizi, o denizi, beni sarıp sarmalayıp kuşatan, Ve onulmaz düşlerden Tanrı'nın çanları sayesinde Kurtarıldım, ne kutsasın ve hangi günahlardan arındırsın Bu ehil ellerle dolu İngiltere ufuklarının sabahlarını. Yıllarımı verdim ben, ıstıraplara sürüklendim ıssız ve sınırsız Ürkütücü ve ölümsüz görüntülerin sonsuzluğuna bakarak, Şimdi gene söylüyorum hangi martaval hangi masal bir kez daha Yinelenmiştir, içinden çıkılmaz bir saplantı gibi, barlarda meyhanelerde. Tanrı insanın dünyasına benim hak tanırlığıma geri dönmüştür, Şu aynalar ve kapılar ve düzen dolu sıralamalar ve adlarla, Ve o kıraç bitkin topraklara bakan kim ve o dalgın Denizler ve sonsuz göklerdeki artık ben değilim. Ama işte bu yüzden artık bulabilirsiniz beni Burada türlerimin arasında, yaşam sevinciyle dolu ve güvenli? (*) Bir zamanların sürgün denizcisi Alexander Selkirk'in (1676-1721) deneyimleri Daniel Defoe'nun Robinson Cruose'una esin ve kaynaklık etmiştir. * NEDENLER Günbatımı ve kuşaklar Günler ve hiçbiri ilk değildi. Adem'in boğazındaki suyun Tazeliği. Cennetin düzeni. Karanlığı deşifre eden göz. Şafakta kurtların aşkı. Sözcükler. Ayna. Altı ayaklı dize. Babil Kulesi ve kibir. Keldani'nin göz attığı sönük ay. Ganj'ın sayılamayan kumları. Chuang Tzu ve düşlediği kelebek. Adaların altın elması. Labirenti anlamsızca dolaşan adımlar. Penelope'nin eğirdiği yün. Stoacı'ların dairesel zamanı. Ölü adamın ağzındaki sikke. Tartıyı çökerten kılıç. Su saatinden süzülen damla. Kartallar, umut dolu gün, lejyonlar. Pharsalus'un sabahındaki Sezar. Yeryüzünü süsleyen haçlar. Perslerin satrancı ve cebiri. Kavimler göçünün izleri. Kral kılıçlarının fethi. Acımasız pusula. Açık deniz. Saatin yankısı bellekteki. Kralın baltayla idam edilişi Hesapsızca toz olan ordular. Danimarka bülbüllerinin sesi. Hattatların büyüleyen harfleri. Aynanın suikastına uğramış yüz. Kumarbazın kartı. Açgözlü altın. Çöldeki bulutların biçimi. Kaleydeskobun arabeski. Her pişmanlık ve gözyaşı. Tüm bunlar kusursuzca yapıldı Ellerimiz karşılayabilirdi. * BİR AN Nerede yüzyıllar, Tatarlar'ın ağırladığı kılıç-çatışmalarının düşü nerede, nerede dümdüz olmuş ürkütücü surlar? Nerede ormanın Haç'ı, Adem'in Ağacı? Şimdi bir başınadır. Bellektir zamanı kuran. Saatlerin rutin hatasıyla gelen ve birbirini izleyen. Geçen bir yıl geçmişten daha az kibirlidir. Düşen gece ve şafak arasındaki uçurumlar elem veren, mutluluklar, ve kaygılardır. Geriye bakan o yüzün ıssız aynalardan, gecelerin aynasından, aynı yüzün değildir. Kısacık bir gün nasıl da kırılgan ve sonsuz gibidir: başka bir Cennet'tir peşine düştüğümüz, başka bir Cehennem'dir. * GREK ANTOLOJİSİNİN KÜÇÜK BİR OZANINA Nerede şimdi anıların yeryüzündeki günlerinin, ve renkleri sevinçle acılarının, ve kendi yarattığın evrenin? Yılların akışında onlar yittiler geçerli bir sıralamada gelen; bir sözcüksün şimdi sayfaların içindeki. Tanrıların başkalarına verdiği utkuların sonu yoktur: kitabeler, anıtlar, sikkeler üzerindeki isimler, vicdan sahibi tarihçiler; senden biliyoruz bütün bunları, gölgelerin dostu olmuş sevgili tan ağarırken o iç yakıcı kuşun sesini duyduğumda. Şimdi bir Hayalet'sin Asfodel Çayırları'nda, senin ruhun, boşluk içindeki, tanrılar kıskançtır dikkat etmek gerekirdi. Ama günler küçücük sorunların ağlarıyla örülü, ve daha büyük nimetler vardır yakılıp kül olmaktan unutulmaktan? Başımızın üstüne tanrılar tutuşturulmuş utkuların amansız ışığında, hangi gizil tapınaklarla ve ortaya çıkarılmış hangi suçlarla; utku, şu paganizmin dökülmekte olan son gülü; onlar seninle daha bir düşünceliydi, canım kardeşim. Bu gece bitmeyecek akşam kendinden geçercesine dinle o çigan ötüşünü yazgısı sana benzer Theocritus' bülbülünü. * HERMAN MELVİLLE O her zaman denizlerle kuşatılmıştı, onun bilgeleri, Saksonlar, kimdi ki adı okyanustan doğanlar Balina Yolu, böylece birleştirici iki şey İki büyük şey görkemli ispermeçet Ve sonsuz denizlerin çapası. Denizler hep onunlaydı. Zamanla gözleri Hep büyük sularda büyülü okyanuslarda kaldı Zaten onun çılgınca özlemleri vardı Denizleri sulamak cehennemi okyanusları tasarlamak, Ve kimilerinin ilkinsil örneklerini sunmak. Bir adam yeryüzünün sularına kendini verdi Ve emeklerinin altın rengi dalgalarda eridi Ve o kızıla bulanmış zıpkınlarla çekerek getirdiği Ejderha'lar ve kımıldayan ürkütücü kumlarla geldi Ve onun geceleri ve sabahlarının sevdası okyanus dolu Ve ufukta bekleyen yazgısı pusuda ve yosun kokusuyla Ve yürekli dev dalgaları aşmış olmanın mutluluğuyla Ve Ithaka'ya ulaşmanın haz dolu ulaşılmazlığıyla. Okyanuslar fatihiydi, hep göğsünü gererek yürüdü o Yeryüzünün dışındaki hangi dağlar büyümeye Ve hangi haritalar belirsizliğin kollarında Uyumaktalar bir pusula gibi zamanın sessizliğinde. Bahçelerin gölgelerinde gizlenerek bu mirasın Melville kulaçlıyor Yeni İngiltere'nin akşamlarını, Ama azgın deniz onu yine kollarına çekecektir. Onun Yüz kızartan adını yerlilerden alan Peguod'un bu uslanmaz gözü dönmüş kaptanı, Kaosun tanrısı Okeanos'la, onun yeri göğü sarsan haykırışları Ve dizginsiz beyazlıklar ki nasılda nefret üretir, kusturucudur. Olağanüstü bir masaldır o. Deniz yaratıklarının çobanı Proteus'dur. * TEKSAS Burada. Burada da başka diyarlarda olduğu gibi Yerkürenin, tüm kıyılarında sonsuz ovalarında Bir erkeğin çığlığı yapayalnız ölür her nerede olursa. Buradadır Hint eli denilen, bir kement, yaban atı. Burada da kendini hiç bir zaman gösteremez bir kuş, Bir akşamın anısı için ötüşürken bile Tarihin gurultuları hay huyu üzerine; Burada da yıldızların o mistik alfabesi Biricik adları kalemimin ucuyla sayfalarda yazılı Bir kenara süpürülüp unutulmadı sürekli Günlerin bıktırıcı labirenti; San Jacinto Ve şu diğer Termopil, bildiğiniz Alamo. Burada da hiç bir zaman anlayamamıştım zamanın durduğunu Yaşamın, bir kaygı ve kısacık bir gönül macerası olduğunu. * LUKE XXIII Yahudi veya değil ya da yalnızca bir adam Kimin yüzü zaman içinde giderek solan, Sessizlik onu kurtarmak olmayacaktır Unutulmaktan adıyla mektuplarından. O bağışlamak nedir biliyor olabilir, Çarmıha çivilenmiş bir Yahudi bir hırsız? Bizim için her şey yok olup gidecektir. Onun son girişiminde her şey bitecektir, Bir çapraz tahtada gerilerek ölmeyi, Kalabalığın sataşmalarında öğrendi İşte onunla yan yana ölüyordu bir adam O Tanrı idi. Ve körü körüne dedi: 'Sen geliyorsun senin krallığından Beni anımsa' ve korkunç haçından Düşlenemez bir sestir Bir gün bizi yargılayacak olan Ona cennet vaat edildi. Başka bir şey denmedi. Sonu gelmeden önceki konuşmalarında, Ama geçmişin tutanakları izin verir mi Son akşam yemeğinden sonra ölmüş adına. Hey arkadaşlar, bu kardeşiniz masum Ey İsa! Onun yapmak istediği bir yalınlık Aşağılayıcı cezanıza, soruşturma gerekti Ve büyük Cennet bağışlanabilir artık Öyleyse o gün onun peşindekiler kimdi Ve her şey bir günah uğruna ve kan dökmek içindi. * SESSİZLİĞİN ÖVÜNCÜ Karanlığa ışığın saldırısıdır yazılar, daha olağanüstü göktaşlarından. Bilinmezlikle dolu kentlerden taşranın hoyratlıkları devraldı onu. Benim yaşamım ve ölümün güvenceleridir onlar, Ben hırsla gözlemlemek ve onları kavramak istiyorum. Onların günüdür havada bir kement gibi açgözlü olduklarında. Onların gecelerinde ani ablukalar adına, çelikten gelen bir öfke vardır. Onlar insanlığı konuşuyorlar. Benim insanlığımın duygularıdırlar biz aynı seslerin aynı yoksulluklarıyızdır. Onlar toprakları konuşuyorlar. Benim toprağım, bir gitarın acıları, bir kaç portre, paslı bir kılıç, akşam söğütlerin gölgesinde gezinen aydınlık bir duadır. Zamanım beni yaşıyordur. Sessizdir benim gölgem, geçip giderim, kibirli, açgözlü kalabalıklar arasından. Onlar kaçınılmazdır, eşsizdir, yarınlar için korunması gereken bir değerdir. Benim adım hiç kimse ve herkestir. Yürüyüşüm yavaştır benim, uzaklardakinin gelişini bekleyenler gibi değildir yaklaşanlar gibidir. * TILSIMLAR Snorri'nin kaleme aldığı, Danimarka'da basılmış 'Edda Islandorum'un, ilk elden bir kopyası. Schopenhauer'un hacimli çalışmalarından göz alan beşli. Chapman'ın 'Odyssey'inden iki manüskri. Çöllerde şakırdayan bir kılıç. Mate içmeye yarar bir yılan ayaklı büyük babamın Lima'dan getirdiği. Işıkların gölgesinde kalmış bir prizma. Bir kaç aşınmış Daguerre cihazı. Cecilia Ingenieros'un bana verdiği babasından kalan toprak ve suyun ahşap küresi. Duvardaki kırık asayla Amerika'nın ovalarını, Kolombiya ve Teksas'ı adımladım ben. Silindir kutularda unutulmuş diplomalar. Bir doktora, pelerinler, kepler. 'Las Empresas', Saavedra Fajardo'nun, iyi koku yaymaya zorunlu İspanyolca bir kebikeç. Sabahın belleğindeki. Virgin ve Frost'un dörtlükleri. Macedonio Fernandez'in ileri sürdükleri. Söylentileri ahalinin ya da bir aşkın. Onlar kesinlikle bir tılsımdır, ama yararsız bilinmezciliğe karşıydım ben, adım gizemcilerle anılsın istemem. * BENİM BÜTÜN YAŞAMIM Burada bir kez daha sözü edilebilen ağızlardan biri, benzersiz ve sizinki gibi. Ben mutluluğu neredeyse yakalamıştım ve acıların gölgesinde beklemiştim. Ben denizlerden geçtim. Bir çok topraklar tanıdım ben; Ben bir kadın ve iki ya da üç adam görmüştüm. Bir kız sevdim ben, bir İspanyol ağırbaşlılığıyla solgun güzelliği ve onuruyla. Ben kentin varoşlarını dolaştım, ve ta nerelerde sonsuz güneşin yayılışının yorulmasızca batışının tanıklığıyla, bin bir kez. Ben pek çok görüşten dillerin savaşından alış verişten zevk aldım. Ben olanların tümüne derinden inanıyorum tüm bunlara ve göreceksiniz ben tüm bağlılığımla yepyeni şeyler başarabilirim. Geçen günlerime ve gecelerime onların tüm varsıllığına ve yoksulluğuna, Tanrı'nın ayrım gözetmeksizin tümünü kayırdığına ve tüm insanlar adına bunun böyle olduğuna inanıyorum ben. * ŞİİR I (Yüz) Uyurken sen. Seni uyandırmak. Bir yanılsamanın başlangıcıydı engin sabahta. Unutmuştun Vergilius. Burada hekzameter vardı. Bir sürü şey getirebilirim. Dört elementini Yunanlıların; ateş, toprak, hava, su. Yalnızca adını bir kadının. Ayın arkadaşlığını. Parıldayan renklerini atlasın. Hangisinden arındırır, unutuş. Seçer bellek ve yeniden canlandırır. Bir alışkanlığın çabasıyla ölümsüzlüğü duyumsuyorum. Ölçmek ellerimizle yeryüzünü ve açıklanmaz zamanı. Esintisi sandal ağacının. Bir metafiziğe, gösterişe kapılmadan, kuşkuları çağırabiliriz. El görüp sezebilir asanın doğrusunu. Balın tadını ve salkımın gizem dolu kokusunu. II (Öbür Yüz) Uyuyan birisini uyandırmak için işte bir eylem günü birlikte ürperen bizleri düşünebilirsiniz. Uyuyan birisini uyandırmak adına evrenin bitmez tükenmez hapsinde şafakta ve gün batımından aşkın onun zamanı birilerine yüklenmiştir. Bu ona göstermektir biri ya da bir şeyin adını bağlarını ve bu ona bir erkin istemini bağışlar geçmişin birikimiyle. Bu sorun sonsuzlukta, o yükü yüzyıllarda ve yıldızlarda görebilmek adına, başka bir Lazarus zamanında anabilmek adına belleğine yüklenecektir. Bu Lethe suyunu yazık ki küçümsemektir. * MUTLULUK Kim bir kadını kucaklarsa Adem'dir o. Havva'dır kadında. Her şey ilk kez oluyordur. Gökte bulutsu bir şey görmüştüm. Ay olduğunu söylediler, ama bir sözcüğün ruhu ve mitolojiyle ne yapılabilir. Ağaçlar beni ürkütüyor. Korkunç güzeller. Hayvanlar çok sakin bu yüzden onlara adını söyleyebilirim. Yazınsal sayılamayacak kitaplar var kütüphanede. Onları açtığımda başka bir bahar. Ben Sumatra'yı atlasın yaprakları gibi düşlüyorum. Kim karanlıkta bir kibrit yakıyorsa ateşi de bulmuş olur. Bir aynanın içinde Öteki pusuda bekliyordur. Kim bakarsa okyanustan görünür İngiltere. Kim okursa bir dize Liliencron çatışmaya girmiştir. Ben Kartaca'yı düşledim ve onun yıkılışını lejyonlarca. Ben bir kılıç ve ona benzer bir cetveli düşledim. Burada aşka tutunanı ya da elinden kaçıranı da övmek gerekir, ama yittiklerini söylediler. Kâbuslarımızı da övmeliyiz, hangi gücün bize cehennemi esinlediğini gösterdiler. Kim bir ırmaktan aşağılara iner o Ganj'ı izler. Kim bir kum saatine bakıyorsa bir imparatorluğun dağılışını görür. Kim bir hançerle oynuyorsa Sezar'ın ölümünü öngörüyordur. Kim bir düş içinde geziniyorsa var olduğunu biliyordur. Dirimcil bir Sfenks tanıdım ben çölde, salt heykel biçiminde. Güneşin altında eski diye bir şey yok. Her şey ilk kez oluyordur, ama bir tür sonsuzluktur bu. Kim okuyorsa benim sözlerimi onu yeniden yaratıyordur. * ÜN Gördük büyük Buenos Aires'te, yükselişi ve çöküşü. Toprak sekiyi, asmayı, dargeçidi, sarnıcı. Anglo-Sakson dilini alt üst edip aramak, devraldığımız İngilizceyi. Bir nostaljidir Latin için, bir Alman'ın aşkını dile getirmek. Eski bir can alıcıyla konuşmak Sicilya'nın varoşunda. Hoşnut olmak satrançtan ve yaseminden, kaplanlardan ve antik dizeden. Okumak Macedonio Fernandez'i, anımsamak onun sesini. Metafiziğin ünlü belirsizliklerini biliyor olmak. Barışın aşkı alçak gönüllü ve kılıç onurludur. Adaların açgözlülüğü gerçek değil. Sol yanlı değil benim kütüphanem. Alonso Quiano ve Don Kişot olmak bir meydan okuma değildir. Ben benden çok bilenlerin kim olduklarını ne öğrettiklerini bilmiyorum. Esin veriyor olması ayın ve Paul Verlaine'ın armağanlarının. On bir heceli bazı alışkanlıklarımız dönüştürülebilir. Geri gitmiş olmak eski masallardan söz edebilmek için. Günümüzde beş ya da altı metafor dilinde yeniden olmak. Satın alınmayı savuşturmak. Cenova'nın, Montevideo'nun, Austin'in, ve (tüm erkekler gibi) Roma'nın yurttaşı olmak. Adanmış olmak Conrad'a. Kimse tanımlayabilir mi nedir: Arjantin. Kör olmak. Bunların hepsi olağanüstü ben anlamış değilsem de onların birlikteliği belki bir ün getirdi. * MEKSİKA Ne denli benzeri şeyler! Atlılar ve ova, Kılıcın alışkanlığı, maun, ve gümüş lira, Kameriyedeki koku o koyu balzam, Ve Latin'in düşürüşü az şey mi, Kastilya'yı. Ne denli benzersiz şeyler! Bir mitoloji Kanın birlikte dokumak şiddetle yok oluşunu tanrıların, Dehşet verici kaktüs çölün yakasını bırakmayan Ve sürgit gün ışığının önünde giden bir gölgenin aşkı Ne denli ölümsüz şeyler! Dolu avluda Yavaşça tüy gibi süzülen ayışığı gören yok, solmuş Menekşe unutulmuş Najera'nın sayfaları arasında ezilmiş, Darbenin etkisiyle dalga çekiliyor kumun üzerinden. Onun ölüm döşeğine yerleşiyor adam içinde Bekleyebilmek sonunu. Her bir şeyiyle, o istiyor onu. * ÇARMIHA GERİLMİŞ İSA Çarmıha gerilmiş İsa; onun ayakları yeryüzüne dokunuyor. Üç haçta aynı derecede yükselmekte. İsa ortadaki değildir. O yalnızca üçüncüdür. Kederlerle süslü sakalı göğsüne yayılmış. Gravürler içinde seçilmez yüzü. Yalnızca bir, Yahudi. Yazık ki öyle değil Ve onu aramayı sürdürüyorum ben yeryüzündeki son adımıma dek. Acılar içinde bir adam ve tek bir şey fısıldamıyor. Dikenli taç ıstırabıdır onun. O kalabalıkların taşlamalarına ilgisiz sayılmasız acılar işkenceler gördü o onun ya da başkasının ayrıcalığı yok ki. Çarmıha gerilmiş İsa. Kaos içindeki dünyayı düşünüyor o beklemekte onu belki de, düşünüyor kadının dünyasını kim olduğunu değil onun. O teolojiyi algılama yetisi değildir, çözülmez değil Üçlemesi, Gizemciler, katedraller, Occam'ın Usturası, erguvaniler, papalık tacı, dinsel ritüel, Guthrum'un kılıcının zorlu dönüşümü, orada Engizisyon, kurbanlarının kanı, vandallık dolu Haçlı Seferleri, Jeanne d'Arc, kutsanmış Vatikan ordusu ve rol dağılımı. O bir Tanrı olmadığını biliyor ve bir insandır o ölür günü gelince. O seçilmiş değil. Neyi duyumsayabilir o çiviler ağır demirdir. O bir Romalı değil, o Grek değil. O İnlemelerdir. Görkemli metaforlar bıraktı bize ve bağışlayıcı öğretiyi, geçmişten beri yapabileceğimiz. (Bu tanıt hücredeki bir İrlandalı tarafından yazılmıştır.) Ruh heyecan içindedir, sonunu arar hep. Gece indi. Şimdi ölüdür o. Bir sinek hala tarıyor bedenini. Ah bu adamın acılarını bana yükleyin, eğer ben dayanabilirsem şimdi? ''Kyoto, 1984'' * BEPPO Bekâr beyaz kedi bekâretini inceliyor göl duruluğundaki-bakır ayna'da, kuşkulanacak değil ya bâkir beyazlık ona bakacaktır ve şu altınsı gözleri bir cin gibi daha önce görülmemiş değil ki evin içinde tuhaf gölgeleri sürünüp durur kendisi gibi. Kim bekâra şu kendini gözetleyen bekrîye diyebilir ki düşlemlerle düş kurmanın yolu şu el değmemiş biricik yansıdır? Özellikle usum kışkırtır bu uyumlu varlıkların- parıldayan sırça köşkte, kanı kaynayan bir köpekle dalaşını- her ikisinin iksirli bir imgelemde içkin zamanla çarpışan sonsuz yansıyışını. Plotinus Enneadlar'ı içinde, kendisinin de bir imge olduğunu, çoğu kez söylemiştir. Adem'in cenneti önceleyip gelişi, gizemine erişemediğimiz tapınma hepimizin içinde belki de cam kırıklarıyla dolu unutulmuş bir-ayna? * MANUEL MUJİCA LAİNEZ'E Yazı ölümsüzdür. Isaac Luria'yı koruyabilir, Düşlenemez anlamları, tümü otantik sonra, Kimi gerçek okuyucudur, metinde, Ve okuyor, herhangi bir meseli. Özyurdun senin türevindir, görkemle savrulmak, Kör bilisizliğime gün ışığı girdi Ve öylesi ezgi küçümsedi özlü Ezgi'yi. (Benim görüşüm antik gözü peklik bir özleyiş mi Ve körleme atışın hançeri) Kanto ürperiyor şimdi, Şimdi geleceğin kitleleri ve senin türdeş Krallık kime gönül borcu duyacak ve kederin olacak Yükselen dalgalanma, yükü neredeyse şiir'in ötesi. Manuel Mujica Lainez, biz her ikisini kucakladık Bir özyurdu -anımsa?- yetmezlik hangisiydi. / Manuel Mujica Lainez 1910 doğumlu Arjantinli romancı, öykü yazarı, biyografi yazarı ve şair, tarihsel romanı Bomarzo (1962) için İngilizce konuşan dünyanın en ünlüsü denilir. * HAK TANIR Bir adam bahçesinde boy atıp, serpilsin istedi Voltaire. O müziğin varlığı adına gönül koyduğu biri. Etimolojik köklerin ulanırlığını izlemekten şaşkınlık duyan biri. Güneyde bir kafede, sessizce satranç oynayan, iki işçi. Bir renk ve biçimi düşünmekle yanıp tutuşan, çömlekçi. O hoşnut olmayabilir, bu sayfayı enfes biçimde düzenleyecek olan dizgici. Bir kantonun son üçlüğünü okuyan, bir kadın ve adamdan her biri. O ki uyuyan bir hayvanı okşuyor. O haklı olabilir, ya da odur dileği, yanlış yapılan biri. O Stevenson'un varlığına gönül borcu duyuyor. O doğrulukla uzanan elleri yeğleyen biri. Ayrımında olmaksızın, dünyamızı dünya kılıyor, bu insanların her biri. * YARATAN Bizler ırmağız, Heraklit'in bir şaşırtısı. Zamanız biz. Onun imgevi yönlendirmesi Aslanlara varan ve dağlar boyunca, Tutkunun gözyaşları, arzunun külleri, Sonsuzca umut fırsat kollayan, Toz olan imparatorluklar uçsuz bucaksız, Hekzameter dizeleri Roma ve Yunan, Ulu şafakların altında yüzen kasvetli okyanus, Ölüm öncesindeki uyku, önceden tattığımız, Silahlar ve anıtlar, gemi azıya alan savaş, Bilisiz Janus'un iki yüzünden her biri, Fildişi labirentlerle örülmüş Ahşapta dönüp duran satranç taşları, Kızıl elleri Machbet'in kini Kan denizlerine dönüştüren, ürkünç Gölgelerin, gizemli çalışma saatleri, Sonsuzluğu çoğaltan aynanın iyimserlikleri Öteki aynalar ve hiç kimsenin göremedikleri, Çelik gravürler, gotik harfler, Barın solundaki vitrin sarı lahana kelebeği, Uykusuzluğun ağır çanları, Yıldıran gün batımı ve tan atımı ve alacakaranlıklar, Yankılar, akıntılar, kum, yosun, düşsel yıkıntılar. Ben bu canlandırmalardan başka bir şey değilim Öylesine ayak sürüyen can sıkıntısının adı. Tüm bu olanlara karşın, körüm ve kırgınlık duyuyorum ben, Sanat sarsılmaz bir yordam tutturabilmeli Ve kendim dışında (görevim budur benim) kendimi kurtarabilmeliyim ben. *** LANGSTON HUGHES * TAMBOURİNES Tambur! Tambur! Tambur!.. Zamanın görkemi! Tambur, Tanrıdır!.. İşte gerçek bir haykırı, Ve gerçek bir şarkı: Yaşam kısa! Ama Tanrı sonsuz!.. Tambur! Tambur! Tambur!.. Bu bir çağrıdır!..