29 Nisan 2018 Pazar
27 Nisan 2018 Cuma
OSMANOFLAR
(600 yıl boyunca Haçlı Seferleri'nin önünde Çin Setti gibi durdular. Ortadoğu bir barış ve kardeşlik yurduydu. Eden bahçeleri oradaydı ve o günden beri ilk kez insanlık huzur bulmuştu kadim topraklarda, Osmanlı yıkıldı ve bölge kan gölü oldu, uydu -kukla- devletler peyda oldu ve sömürgeler çoğaldı, peygamberler diyarı, sanki tanrının lanetine uğradı ve o günden beri bir türlü iflah olmadı. Çünkü büyük Osmanlı her imparatorluk gibi gözden kaybolunca, olanlar oldu ve Ortadoğunun bütün ülkeleri şimdi sömürge, haçın gölgesinde ve benliğini, kimliğini yitirmiş sürünmekte, ta ki tanrı elini yeniden uzatana ve O'nun kadim kavimleri yeniden soylu kimliğine -özbenliğine- dönüp, geçmişlerinin şanıyla; başlarına gelenden gerekli dersi alana dek, şimdi onlar ya sömürge ya soykırıma uğruyor ya da kimliğini yitirmekte, çünkü tanrı onları ta baştan beri -uygarlıkların yaratıcısı kılmıştı- ama onlar sığınmacı bir ruha dönüştüler, bir maymun gibi taklitci, bir köle gibi kopyacı ve uygarlığın öncülüğünü bırakıp, barbarların kölesi olma yolunu seçtiler; kurdun postuna bürünüp, kendi kardeşlerini aldatma, kavimlerini kandırma yoluna saparak, el etek açıp, kapı kulluğunun miskinliğini yeğlediler ve onlar hâlâ atalarına düşmanlıkla, lanet okuma ve geçmişlerini yadsıma peşinde, sağa sola savrularak günlerini geçirmekte ve tanrının lanetinin, bu yüzden üzerlerinde olduğunu bilmemektedirler!..)
O zamanlar kırda bayırda Yunusların yetiştiği yıllardı. Boylar, beylikler halinde Anadolu'da yaşıyor, Selçuklu, Büyük Selçuklu derken bir imparatorluğa dönüşmenin düşlerini kuruyorduk. İsfandiyaroğulları, Karesiler, Candar, Karamanoğulları derken, Kayı boyundan Ertuğrul Gazioğlu, Osman Bey'in Bizans tekfurlarıyla savaşırken, füruu Orhan Bey'in onların kızıyla evlenmesi sonucu, Bizans üzerinden bir imparatorluğa dönüşeceğimizi anladık. Mete Han, Melikşah, Alpaslan gibi yiğitler görmüş, Mevlana, Ahmet Yesevi, Kaşgarlı Mahmut, Yusuf Has Hacib gibi bilginler yetiştirmiş bu topraklar parçalanmış ve kısa bacaklı poturların dolandığı Yecüc Mecüc diyarlarına dönüşmüştü. Türkler böyle şeylere alışkın değildi...
Osman Bey öldüğünde, Kardeşi Orhan, Bursa, Edirne derken topraklar genişlemiş, Murat zamanında Balkanlar'a sarkan akıncılar, İznik ve Edirne tarafından Doğu Roma imparatorluğunun bir kente, bir beyliğe dönüşecek kadar küçülmüş arke'gon Bizans'ını kıskaca almışlardı. Bizans sallanıyordu ve öyle bir entrika ve karmaşa içindeydi ki, kardinal kavuğu görmektense, cennetlik Porfirio'nun sarayında Osmanlı kavuğu görmeyi yeğ tutarız diyebiliyorlardı. Bu özgüvenlerinin aşırılığına bir işaretti.
Osman'ın çocukları tanrının yeryüzündeki halifesi, Roma imparatorluğunun da varisiydiler. Doğunun ve batının efendisi!.. Murat, Sırp Sındığı'ndan sonra, Kosova'da Miloş Obronoviç adlı Sırp tarafından suikasta uğradığında akan kanı üzerine Osman çocuklarının uzun yıllar yemin verme adetine yol açmıştı. Murat büyük bir cihangirdi. Yıldırım, Bizans'ı almak düşleriyle yaşayan bir kağandı, bre Doğan diye düşman saflarını yarıp Niğbolu kalesine tek başına varacak kudrette bir cengâverdi. Türklerin en büyük düşmanı Türkler midir bilemem ama, doğudan Demirbacak (Aksak Timur, Timurlenk) geldi, Çubuk ovasında boy ölçüştüler, Yıldırım, zamanın tankları Asya filleriyle, gururu ve kibrine yenik düştü, yetmedi tutsak oldu ve altı ay sonra düşlerinin elem verici düşüşlere dönüşmesine dayanamayarak öbür dünyaya göçtü. Öbür dünya... Sevdiklerimizin ana yurdu!..
Timur'un onun sırtına basarak ata bindiği, çocuklarından birini gözü önünde katlettiği söylenir. Timur bir çeşit İskender'di doğunun İskender'i, fatihler hep birbirine benzer. Diyesim döktüğü kan ve öldüğüyle kaldı. Süleyman Çelebi, Mehmet Çelebi oğlu, Murat derken sıra Mehmetlerin ikincisine geldi ve Bizans, karanlıkta korkunç birer hayalet gibi, Galata yamaçlarından süzülen gemileri, tanrıların gökten yere inişi sanmasıyla düştü... Mora despotu, son Romalı Konstantin Dragosis, Kerkaporta'dan (Tahıl Kapısı, sonradan Lupus, Kurtlar Kapısı adını aldı.) giren askerlerce giriştiği çarpışmada gerileyince Lykos Vadisi'nde yazık ki yüzü toprağı gördü. Tahttan düşmüş altın tacı, kan denizinde yüzen bir güneş gibi parıldıyor, sessiz ölüsü de, çarmıhında uyuyan İsa gibi göz alıyordu artık...
Mehmet çok vahşice dile getirilir bu kuşatmanın sonunda, Truva'da, Kudüs'te, Granada ve Gaugamela'da olduğu gibi!.. Oysa esrar zede ve sufi Beyazıt'tan sonraki Yavuz yani Selim hepsinden daha acımasızdı, Ridaniye'de Memluk hünkarı Tomanbay çadırına kadar gelmiş ama onu bulamayınca, yenilmesi mukadder olmuştu. Yavuz'a vezir olasın sözü, tiz onun kellesini vurun sözüyle bir bağıta dönüşmüş ve Tomanbay'ın kellesi Kahire sokaklarını günlerce dolaşmıştı... İnsanlık tarihi barışın değil kan ve gözyaşının tarihidir evet, uygarlığımız Habil ve Kabil'den beri ikircik ve ikilemle taçlanmıştır!..
Bir tarafta göz yaşları kuruyan annelerimiz, diğer yanda babalarımız ve birbirine düşman olmanın yazgısıyla doğmuş çocuklarımız vardır, henüz gurur duyabileceğimiz hiç bir şeyimiz yoktur bizim dünyada, her şey düzmece ve 'Ona dil verildi, şu yalan yani, ona et verildi toz olan' manifestosuyla kurulmuş bir cehennemin bekçileriyiz biz, birbirimizi suçlamak ve yarattığımız düşmanlarla kol kola olmak adetimizdir. Kanibalizm çağlarını geçememişizdir. Kolomb'un altınları kan rengindedir, İskender kültür değil 'kılıç suyu' götürmüştür, kayalıklar arasından akan ırmaklara ve bataklıklara, Babil dillerle birlikte beşiğimizi de ayırmıştır, firavunlar tanrımızdır, peygamberler günoğulcu, meleklerden biri kesinlikle şeytanımızdır, FrankŞeytanlık atamızdır ve Hiroşima'da ne yazık ki insanlığımız ve barbarlığımızla birlikte, şanlı bir mezarımızdır bizim!.. Susmak ve yeni bir dille, yeniden başlamaktır tek umarımız...
Bütün bunlar insanlığın var oluşunun olmazsa olmazları sayılırken, yetmezmiş gibi ve başka bir kozmikomiklik yokmuş ya da olamazmış gibi iki cihanda, Osman'ın evlatları geri kalmış ve emsali görülmemiş bir imparatorluğun zanlıları sayılır, külliyen masal, Bizans fatihinin topları döneminin, nükleid gücü sayılır, Urban, Mimar Sinan, Evliya Çelebi, Ali Kuşçu, Takiyüddin, Levni dünyanın gözdeleriydi, gözlemevi yerle bir edilmiştir denir, o sıra Galileo, Giordano Bruno (alt sınıfın bütün kadınları gibi veba gibi felaketlerin sorumlusu ilan edilen insanlar gibi cadı avına kurban gitti ve bu bilge gökbilimci, Floransa'da Giampoi Fei meydanında törenle yakıldı!) ve dünyevi kıyametleri resmederek ağıtlar yakan, gözlerinin feri kuruyan Hieronymus Bosch'un kanıtlayacağı gibi tüm Avrupa'da benzeri şeyler vardı ve engizisyon tüm kadınlar ve bilginler için bir cadı avı başlatıyordu. Çağ o çağdı. Mimar Sinan ayarında bir mimar yoktu dünyada ama onun yapıtları ve antik çağın tüm kalıtları sürekli yok edildi Anadolu'da, bu Osmanoğullarıyla ilgili bir tavır değildi!.. Urban Macardı, Sinan Türk değildi diyenlere diyeceğim şu, Hiroşima'nın seri katilleri, dünya uygarlığının utanılır kontrendikasyonu Daltonlar, Fermi, Oppenheimer ve Einstein Amerikalı mıydı, biri İtalyan, diğerleri vatanlarından kaçarak, daha büyük katliamların müstebitliğine soyunan lejyonerlerdi öyle mi! Bu mantık -sömürge evlatlarına- has bir mantık bunu bilesiniz!.. Aziz Sancar çoktan ülke değiştirdi, o ABD teknolojisinin beyinsel kölesidir bu durumda, neden alınıyorsunuz, kısacası Osmanlı'nın organik yapısını, ABD kurnazlıkla uyguluyor günümüzde!.. Ama biz bunu kendimizi aşağılamakta kullanırken ABD'ye yardakçılık yapmış oluyorsunuz, az gelişmişliğin paradoksları, ezik bilinçlerin yalpalamalarıdır bu dostlarım!..
Bu toprakların geri kalışının tarihi yıkılış ve sonrasıdır ne yazık ki!.. Sanayi devrimine kadar Avrupa ve dünya arasında görülebilir bir ayrıcalık yoktu. Tanzimat bu çabaların başlangıcıydı ve hala sürmekte ve ne yazık ki ilerlememektedir, sürmekte ama ilerlememekte, ilginç!.. Sarı Selim geçici, babası Kanuni ise dünya fatihiydi. Ayakta öldüğü söylenir, Kral Salamon'la karıştırılır belki ama bu o kadar doğrudur ki öldüğü anlaşılmasın diye Zigetvar'daki çadırında günlerce önünden geçenler, onun haşin bakışlarıyla, yaşadığına yemin etmişlerdir!.. Murat, Mehmet, Mustafa ve Osman hepsi başarılıydılar, vezirlerin yönetime katılmasının, kadınların söz sahibi olmasının kanıksandığı çağlardı. Ne ki Genç Osman çok reformist ve hatta devrimci bir padişahtı, olmadı evet boğularak cezalandırıldı ama onun genç oluşu ve Cem Sultan gibi bir yazgıyı paylaşması, hakkında söylencelerin üretilmesine neden olmuştur. Hiç bir belge, hiç bir gerçeklik payı olmadan üretilir söylenceler, tarihin yaprakları arasındaki karakoncoloslar ne kadar doğrudur hiç kimse bilemez...
Turhan Sultan isyancıları bir leğen kül fırlatarak püskürtmüştür, Kanije savunmasında taş dolu çuvallar Haçlı esirlere erzak gibi gösterilmiştir, Kağıthane, Sadabat şenliklerinde kaplumbağalar ışıklar saçan bir meşale gibi gezdirilmiştir, Lale devrinin padişahı Selim cellatlara şarkımı bitireyim geliyorum demiştir, Deli İbrahim balıklara altın yemler serpmiştir, kuşlarla evlenmiştir, Abdülaziz beş güreşçiyi aynı anda yenmiş, boğazı yürüyerek geçmiştir, şehzade Abdülmecit'in gözleri yanıp sönerdi, resimlerini boyamak için yalnızca arkasını döner, dua ederdi, hepsi birer söylencedir. Onu bırakın Hezarfen'in Galata'dan, Üsküdar'a uçuşu, Kız Kulesi'nin bir gece yok oluşu, Muratların dördüncüsünün haşhaşin oluşu, Boğazın buz tutuşu, Topkapı sarayındaki süt havuzları, Sarayburnu'na yeraltından kadanadan bir aygırla çıkılan dehliz, hamamlardan boğaza bağlanan tüneller, haremdeki kadın şairler, yeryüzünü inleten menkıbeler hiç bir zaman bin bir gece masallarının süreğeni bir sihir, hayran olunası bir büyü olarak görülmemiştir, bu toprağın insanları kendisine ve atalarına -ecdadına- düşman olmayı salavat bellemiştir.
Hülagü, Bağdat'ta kitapları ateşe verdiğinde alevler bulutlara değmişti, Davut ve Goliath, Filist ve Kenanoğulları dünya doğup, doğurulduğundan beri savaşıyor, yurdunu savunurken yenilen Japonlar kalubeladan beri harakiri yapıyor, John Jack Pershing ayı tahrip edecek güçte bir füzeye adı verildiğinde yüz binlerce kızıl deriliyi güneşte kurutmuştu, Normandiya çıkarmasında 1,5 saatte 250.000 asker cehennemi gözleriyle görmüştü, Naziler insanları Krema-toryum'larda pişirdiler, Mari Antuvanet külotu çıkarılarak giyotine gittiğinde başı kesilenler, Osmanlıda boğularak ölenlerin sayısını geçmişti, Çanakkale'de İngiliz birlikleri yüzbinlerce yüz bini Hellespont'a gömdüğünde güneş dünyadan bir kereliğine çekilmişti, Hernan Kortez yerlileri yemişti, Magellan köleleri denize atmış, safradan kurtularak yaşama tutunmuştu, Maoriler kuzeyden gelenlere yem olmuştu, Afrika'da yamyamlığı 'maymun' yiyen beyazlar yaymıştı, Herodot tarihi insan yiyen kralların tarihiydi ve Antlarda düşen uçakta insanlar birbirini yiyerek ayakta kalmış, Sibirya'da donarak ölüme terkedilenler insanlığı kurtarmıştı!..
İnsanoğlu başını giyotine uzatanların kargışını devrim niteleyecek, nükleer gücün gölgesinde aşağıdakilere revolver çekerek, yukarıdakilerle aya gitmeyi uygarlık belleyecekse, bir sorun var demektir. Tanrı inancının aracılığında, tanrının adını olasılıkla kirletmek değil midir bu, bu deltoidlerin hümanizmle ilgisi olabileceğini sananlar saralı Kaligula'yla akraba olanlardır. İnsanlık düşünsel omurgasını değiştirmeli, iskeletini yenilemeli, et suyuyla beslenen, semiren yeryüzü gerçekliğini terk ederek, tanrısallıkla güçlenerek, bir uzaylı, kozmik bir varlık olabileceğini göstermelidir.
Bugün insan, boşluktan ödü kopan, ayakları karaya basan, yeryüzünden kaçamayan, onun gerçelliğinden kopamayan, yüzyıllardır doğal seleksiyonun yasalarına boyun eğmiş, hiç bir gelişme gösterememiş, kendi mitolojisinin içine kapanarak, beli bükülmüş, dişleri, döşleri, düşleri, düşünceleri yeryüzüne kapaklanıp, ezilmiş, toprakları kemirmiş, labirentinin içindeki bir Asterion, metal yorgunluğunun tutsağı, metamorfik bir hayvan, edilgen, biçimlenebilen bir Homongolos, bir Frengi'stein'dir, eARTh yaşadığı yerin adı, ne acı!.. Vahşetin, ihanetin ve delaletin insanlığında barbar Osmanlı, kafes arkasından bakıp duran sofistike padişahla, onu iplerinden çekiştirip duran analığı demek ha!.. Vay canına!
Kanibalizm sürsün diye, insanlık birbirini yesin diye bir kültür bu kadar hicvedilebilir, bu kadar recmedilebilir, aklıselim dostlarım!.. Her imparatorluk gibi 'Olabilecek dünyaların en iyisine' yelken açmaya çabalayan, Adem'in terk edilmiş çocukları, beşeriyetin handikaplarına, yaratılmış olmanın acılarına, uygarlığın yeryüzüyle süren dinmez uyumsuzluklarına, evrene, paralel dünyalara duyduğu adaptasyon zorluklarına, uyuşmazlıklarına bir türlü göğüs geremeyen ve kendini bir tür anomali, bir tür sapma zanneden...
Tanrıların umursamazlığı ve evrenin uçsuz bucaksızlığıyla hiç bir zaman baş edemeyen ve her seferinde yenik düşmenin aczi ve umarsızlığın okyanusları inleten kederiyle ölerek, her seferinde yeniden dirilen, hiçlik ve yokluk duygusunun prangalarında, acılardan acı, ölümlerden ölüm beğenerek, öbür dünyalara sığınıp, göz yaşlarıyla iman eden ve insanoğullarıyla aynı yazgıyı paylaşmanın acılarını, emel denizlerindeki ıstıraplarını, elem bahçelerinde sürüp giden yolculuklarını tatmış Osman evlatlarının hanları arasında, dördüncü Mehmet ve ikinci Süleyman'da vardır. Avcı Mehmet'tir biri, zevk ve estetik düşkünüydü, zamanında minyatür ve güzel sanatlar gelişmişti, Süleyman'sa bilinmez ama çok değerli biridir, imar ve mimari bir üslubun gelişmesine önem vermiş, yaşamın bu dünyada olduğu düşüncesine kaynaklık etmiş, deruni bir eğitimin ve bir kültürün ferdiydi.
Mustafalar, Osmanlar, Selimler, Ahmetler, Hamitler, Mehmetler nasıl bu kadar vicdansız olabilir, bu denli başıboş bir imparatorluk yaygarası, bu denli bir cehalet denizi kendisini altı yüz yıl nasıl koruyabilir!..
Eğer geçmişimizle barışıp yüzleşmezsek gemilerimiz bu kez karaya oturacaktır oysa kayalardan yüzmüştü onlar, padişahlar iyicil insanlardı, onları bu kadar acımasız, vefasız ve bilisiz gösterenler gelecekten korkan gafillerdir. Şeyh Bedrettin dünyanın ilk kitaplı proleteri, Marks'ın atasıydı... Bilim kurgu dünyası, Evliya Çelebi'nin düş gücünü henüz aşamadı, Mimar Sinan'ı dünya biliyor, biz bilmiyoruz, bu toprağın insanı Yunus'un şiirini, yeryüzü henüz yineleyemedi, Mevlana hümanizmin ilk elçisi, peygamber Muhammet azılı bir devrimciydi...
Bunları bırakalım, tarih belgeyle yazılmazmış, Osmanlı'ya negatif değil pozitif kutuptan bakalım, Osmanlı yıkıldığında, konjonktürel ve stratejik açıdan dünyanın en büyük imparatorluğuydu ve İngiltere o sıralar, yeni palazlanan bir ada devleti konumundaydı. Ottoman Empire'nin en büyük drenajı ise 600 yıl boyunca Haçlı Seferleri'nin önünde set oluşturması ve -kanlı savaşları- Avrupa'nın ortasına taşımasıdır. Doğu için bundan büyük bir sükünet var mıdır, Ottoman Pax tarihin en büyük itifakıdır ve Çin Setti'nden daha büyük bir işlevi olmuştur 600 yıl boyunca, bugün, çığlık ve gözyaşlarının dinmediği, çocukların doğmaya bile fırsat bulamadığı Orta Doğu'ya bakıldığında, nur içinde yatsınlar diyenleri duyar gibiyim. Açıların tersini göremeyenler, düzünde boğulup gidenlerdir.
Gelelim Cumhuriyet'imize yönelik -olası- negatif bir bakış açısına, dünyada yenenlerin, mağlupların -peşinden- (izinden) gittiği ve neredeyse masa başında kaybettiği tek savaştır Kurtuluş Savaşı, şimdi Haçlılar'ın üsleri ve lojistik envanterleriyle doludur Anadolu, karşılıklı bağımlılık adı altında yumuşatılan işbirliğine bakıldığında, çevremiz terör devletleriyle ve yüz yıldır inleyen, sömürülen halklar ve açlığın, yoksulluk ve yoksunluğun pençesinde kıvranan, fasonizmin tezgahlarında genç yaşta ölen, umudunu kaybeden kitleler, göçmenler ve patlayan bombaların altında yitip giden insanlarla doludur Orta Doğu, yeryüzünde bir cehennem!.. Mazohizm nedir biliyorsunuz ve orayı tanıyorsunuz değil mi! Yorum sizin!..
Düşünce jimnastiği bu, bir savaşın kazanımları fötr giymek uğruna terk edip gidilmemeliydi, estette bir var oluş biçimi diyelim ama tüm yüzölçümüyle bölge kan gölüne dönüştü ve türban üstü fötrle, acınası bir kozmikomikliğe dönüşen denekler konumuna yükselen birey birlikleri peyda oldu, kültür hegomanyasının amansız (mezaliminde) baskılarında oluşan toplumsal paranoyanın, görsele dönüşmüş bir cinnetidir bu dostlarım. Bu konuda Araplar kadar bile olamadık açıkçası, yüzeysel değişim içeriği belirlemez, içerik kesinlikle görseli belirler, biz görsel değişimle, kasketi devrim zannetmekle güneşli havada şemsiye açan -centilmen- olacağız sandık, altı kaval üstü Şişhane olmaktan kurtulamadık, peki, elimize ne geçti, akademide bir koltuk, bir de çek defteri= Borç bataklığında kıvranan, sürüngenler ülkesi... İçler acısı manzarayı açınlayan bir deyim de var, -karga keklik gibi yürümek istemiş- derken kendi yürüyüşünü de unutmuş!..
Bir de Osmanlı Türk değildi diyenler var, bu imparatorluğun adı Osmanlı değil bir kere, Türk-İslam İmparatorluğu, bu bir şaşırtmaca, tarihinizi Hammer yazdı sizlerin, geçmişinizle kanlı bıçaklı olsunlar diye, her şeyi batıdan öğrendiniz, Kanuni'nin romanını bile onlara yazdırdınız ve uyudunuz yüz yıldır, İskender doğuya uygarlık götürdü, Attila Roma'ya barbarlığı getirdi, vah vah vah benim kukla yurttaşlarım, bir bir daha iki eder, bu da aptallara yeter, bu toprak İstanbul fethedilince imparatorluk statüsüne kavuştu, çünkü bir imparatorluğu yıktı ve onun mirasına el koyup, şanını devraldı, illahi batılı motiflerin tasmasını takacaksanız boynunuza, Bizantik İslam İmparatorluğu demeniz çok daha doğru olur!.. Çünkü Osman, Kayı boyundan bir yaramaz çocuktu. II. Mehmet'tir imparatorluğun tapusunu alan!.. Bu babadan oğula geçen yalı değil ki adını Osman'ın Yâdigârı koysunlar!..
Bize ne olmuş sonuçta, kültürümüz -Frenk eyaletinin!- hükümranlığıyla yönlenir olmuş, şiir, resim, felsefe onlardan sorulur olmuş, malın ithali ve üretmeden tüketme alışkanlığına, tarihte bir ilk -şiir ithali- eklenmiş, oradan gelen lejyonerlerin heykelleri dikilmiş, yurtsever ilan edilmiş -cinnet sürüyor yani- sicimlerimiz İngiltere'den gelir olmuş, tayyare gibi Amerikan arabaları(!) ağaların gerdek gecesine kadar girmiş, buzdolaplarımız Alman, tutuşan paçalarımız İspanyol olmuş ve görev tamamlanmış dostlarım. Bunun çağdaş literatürdeki adı, teknoloik abluka, lojistik işgal, kolonyalist kültür bombardımanıyla yaygınlaşan böl ve yönet politikası ve yeni sömürgeler doktriniyle, bulaşıcı olan domino teorisinin fütühatıdır ama acı çekmektense, insanın naturasında -mutluluk duyma sendromu- yeğlenir dostlarım. 'Tüysüz Maicon', kızmayın Kısa Pepen'de vardı onlarda, sırrı ağzından kaçırdı geçenlerde, -onları yine ayırdık- dedi anlayan için!.. Bunları söyleyen sizden değilde, boyun eğip alkışlayanlar mı sizden. Peki...
Bizi islamiyet geri bıraktı söylemi hayata geçirildi, bizi 'Batı' geri bıraktı dostlarım, bayat balıklar yedirdi meccani, balık tutmayı öğretmedi, gelişmiş islam ülkesi yok ha! Çünkü koruyucu zırh ortadan kalktı, Çin setti yıkıldı, haçlı akınlarının önü açıldı ve OTTOMAN PAX paramparça oldu dostlarım, yerinde Birleşik Krallık' ve Birleşik Devletler'in ileri karakolu ve bölgesel terör ve yağmanın anayurdu İSRAİL var, günahı da sevabı da onundur artık!.. Ama bu minvalde, her günahın bir doğru yanı, her suçun bir haklı yanı vardır, elbirliğiyle Osmanlıyı suçlamanın ve kim söylerse söylesin abra kadabranın macerasını anladınız mı demiyorum, bir de bu yakadan bakarak anlamaya çalışmak gerekiyor, ortalık toz dumanken bir şey anlamak olanaksızdır onu da biliyorum!.. Şu da var, islamiyet Avrupa'da 750 den 1500 e hüküm sürdü, Endülüs hala gül kokuyor İspanya'da, Osmanlı 600 yıl sürdü Avrupa içlerinde, din bazlı değildir uygarlıklar aslında, bugün hıristiyan Avrupa ve Kuzey Amerika uygarlığın motoruyken, katolik Latin Amerika sefaletin pençesindedir. O bir yana dominant Avrupa uygarlığı, ABD öncülüğünde henüz 100 yılını bile doldurmamıştır, çünkü iki dünya savaşı onların duraklamasına neden olmuştur ve bu rüyanın bir yüzyıl daha sürceği meçhuldür ama sorun bizim ne olacağımızdır, yeni bir dünyada, tarih boyunca olduğu gibi biz uygarlığın ön saflarında yer alabilecek miyiz, ama bu hallerimiz insanı kuşkulandırıyor.
Middle East, planetimizin kompakt bir sömürge plantasyonudur, savaşkan ruhların yeni arenası ve lejyonların ve çöl aslanlarının güreş tutma alanıdır, Hindistan dünyanın kendisinden büyüktür derler, orta doğuysa dünya coğrafyasının en mikronik göstergesidir, tanrı oraya bakarak dünyanın ne menem bir şey olduğunu anlayabilir. Batı çağımızın Frankşeytan'ıdır dostlarım, insanlığın baltalı ilahı -Kinova-, batıdır günümüzde, bunu onlar biliyor, sömürge ruhlarsa, efendisinin kuklası olduğu için bilmezlikten geliyor, kobaylar büyük bir kinle atalarına kin kusuyor, Osmanlı'yı pedofili, kadınlarını kafes kuşu ilan ediyor, vay vay vay! 600 yıl Osmanlı sayesinde -batı birbiriyle savaştı- diyecek bir mankurt! yok mu aranızda, kafasını duvara çarpmış!.. Hal-i pür melalini anlayacak bir dilber kalmadı mı Osmanlı diyarından! Onun için ezikler birbirini suçlar ve birbirini aşağılar sürekli ve onun için plaklarda her daim -ağlayan gözlerim bir gün gülecek, doktorlar derdimi bir gün bilecek- şarkısı dönüp duruyordur dostlarım bilesiniz!..
Geçmiş yüzyıllara, barışın guvernörü atalarına ve bu topraklara kem gözle bakan; yansılama ve yanılsamalarla dolu bu dünya sahnesinde, bir Kıro Magnon'dur (Cro Magnon) ve geçmişini yadsıyan, kendinden ve geleceğinden korkan, sindirilmiş bir at gövde (Kentauros) ya da boğa baş (Minotaur), varlığı kuşku götüren, tarihin karanlıklarında soyu tükenmiş, yitip gitmiş, bir yarı-insan, yarı-hayvandır!..
Geçmişinden kopan, onu yadsıyan, geleceğinden kaçandır, kadim hiç bir toplum -Ara Geçiş- toplumu olamaz, olmamıştır, firavunların Mısır'ı dünyanın en başat uluslarından biridir, İran Perslerle övünür, Yunanlılar, Grek Uygarlığının süreğeni olduklarını ileri sürer ve saygınlıkları bu yüzdendir. Türkler en az onlar kadar bir uygarlık zincirinin halkasıdır ve kadim bir ulustur, bunu dünya bilirken, bizim bu denli aşağılık bir tutum sergilememiz, küçük dilimizi yutmamıza neden oluyor ve anlayamıyoruz artık olan biteni!..
Yalnızca Türk Ulusu'dur ki, dününü yok saymaya çabalıyor. Bu düşmanlarımız için kozmikomik ve sevinilesi bir şeydir. Dostlarımız için açıklanması olanaksız bir travma, trajikomik bir alçaklık ve bir sosyal bunamadır!..
Hal böyleyken, garip, çok garip!.. Büyük Önder'in Osmanlı'yla ilgili bir tek kargışı, bir tek tümcesi yokken, -varsa ben buradayım, kimin, yüzü kızaracak merak ediyorum!- ona sevdalı olanların bu ülkeye ve atalarına İHANETİ anlaşılır gibi değil!..
Ne diyelim, bu günlerde geçer!..
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)